Yeniçeri Ocağının Kuruluşu 1. Murat dönemine tekabül etmektedir. Bu fikir aslında Murad Gazi’ye ait değildir. Bu ocak bir bakıma birbirini tamamlayan tezahürlerin bir araya gelmesi ile kendiliğinden ortaya çıkmıştır.
Çandarlı Halil, Edirne’nin fethinden sonra kendisini ziyaret eden Karamanlı Rüstem adında bir molla ile görüşmüş, bu görüşmede Molla Rüstem, kendisine “Han'a verilmesi gereken onca malı neden yok yere harcadınız” şeklinde bir tenkitte bulunmuştur. Çandarlı, bu tenkit üzerine bu sözlerin aslını ve menşeini öğrendiğinde konuyu Murad Gazi’ye nakletmiştir.
İslam akidesinde savaşlarda elde edilen ganimetlerin beşte biri hükümdarın hakkıydı. Bu hakka humus adı veriliyordu. Bu akideden haberdar olmayan Murad Gazi, babasından gördüğü üzere ganimetleri ekseriyetle gazilerine pay ediyordu. Molla Rüstem’in ganimetlerin ve savaş esirlerinin beşte birinin Han’a verilmesi gerektiğini ve bunun tanrı buyruğu olduğu ifade etmesi üzerine humus âdeti Osmanlı’da yerleşmeye başladı.
Bu ganimet hakkı yalnızca para, altın ve eşyalardan oluşmuyordu. Aynı şekilde savaş esirleri içinde geçerliydi. Bu minvalde savaşta esir edilen oğlanların (genç erkeklerin) bir kısmı Murad Gazi’ye gönderilmeye başlandı. Fütuhat ve savaşların birbiri ardına yaşanıyor olması, esir sayısının hızla artmasına yol açıyordu. Bu esirler Türkçe bilmiyorlardı ve haliyle Müslüman da değillerdi. Çandarlı, esirlerin devşirilmesi için her birini Türk hanelerine dağıtıyor, böylece hem Türkçe öğreniyorlar ve Müslüman oluyorlar hem de Türk gelenek ve göreneklerini benimsiyorlardı. Bu yöntemle devşirilen esir oğlanlar, yaşları kemale erdiğinde askeri eğitime tabi tutularak Hanın hizmeti için vazifelendirilmeye başlandı.
Osmanlı Ordusu, bozkır kültüründe olduğu gibi göçer tebaadan toplanan gazilerden meydana geliyordu. Sefer sona erdiğinde bu gaziler dağılıyor ve evlerine geri dönüyorlardı. Muhtelif evrelerde bu toplanma-dağılma sürecini yönetilebilir hale getirmek maksadıyla tımar sistemi geliştirilmişti. Bu sisteme göre gaziler belirli bölgelerde ikame ettiriliyor, kendilerine tımar olarak verilen arazileri işleterek geçimlerini sağlıyorlar, gaza edileceği zaman kolayca tekrar toplanabiliyorlardı. Ancak hükümdarın ve devlet erkanının her daim muhafazası gerekiyordu.
Bir mollanın telkini ile esirlerden bir kısmının humus hakkı olarak hükümdara gönderiliyor, bu esirler istifade edilebilir hale gelmesi için Türk tebaaya veriliyor, Türkleşen ve Müslüman olan bu gençlerin ise başıboş kalmaması gerekiyordu. Aynı zamanda da Hükümdarın her daim himayesinde bulunan bir askeri kuvvete ihtiyaç vardı. Bu tevafuk yeniçeri ocağının temellerini oluşturdu.
Önceleri bu devşirilmiş oğlanlardan oluşan askeri birime Ezel Çeri adı verilmişti. Bu ifade bir süre sonra Yeni Çeri olarak değiştirildi. Sayılarının giderek artması zaman içerisinde Osmanlı devletinin en kadim güç unsuru haline gelmelerine yol açtı. Çeriler diğer gaziler gibi bir aile mensubu değildiler. Anne ve Babaları yoktu. Bu da onları hayatlarını gaza yoluna adayan birer asker yapmıştı.
Yeni Çeriler, bulundukları çağın özel kuvvetler birimiydi. Hayatları savaş sanatı üzerine kurulmuş, gaza ve fetih için yaşayan bu askerler, ilerleyen yüzyıllarda Avrupa’nın korkulu rüyası olacaktır.