Osmanlı Safevi mücadelelerinin ilk evresi olarak tanımlayabileceğimiz 1578-1590 arası mücadeleler Osmanlı lehine sonuçlanmışsa da 1603-1618 yılları arasında yaşanan gelişmeler bu mücadelenin 2. evresi olarak Osmanlı için kabul edilemez bir neticeyle sonlandı. Şüphesiz bu atmosferin en önemli etmeni Celali isyanları olmuştur.
Batıda Hapsburglar, içeride Celali isyanları, doğuda Safeviler ile mücadele eden Osmanlı, nihayet bu mücadelelerden başarıyla ayrılsa da tadil edilemez hasarlar aldı. Doğuda ise Safeviler yıkılmanın eşiğinden dönüp Şah Abbas önderliğinde adeta yeniden dirildi. Osmanlı, Safevilerden aldığı Azerbaycan ve Gürcistan üzerinde güçlü bir merkezi idare meydana getiremedi. Şüphesiz bu müşkülün en önemli faktörü Şii mezhebini benimsemiş olan halkın Safevi hanedanını Osmanlı’ya tercih etmesiydi.
Şah Abbas, İran coğrafyasında alışılagelmiş geleneksel idari ve askeri anlayışı terk ederek Osmanlı modelini benimsemek suretiyle devletin yapısını yeniden şekillendirdi. İdarede inisiyatif sahibi olan Türk emirlerin nüfuzlarını kırıp devlet erki üzerindeki tesirlerini önemli ölçüde azaltarak doğrudan merkezi güç unsuru olan saray kuvvetlerini tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi kapıkulu ocaklarına benzer bir teşkilatlanmayla yeniden tesis etti. Askeri sınıfta hakim unsur olan Türklere alternatif olarak Gürcü, Çerkez, Ermeni ve İranlı askerlerden oluşan kozmopolit ve bir üst kuvvetin idaresi dışında hareket edemeyecek yeni bir askeri nizam tesis etti. Osmanlı’da bu kuvvetlere kul/kapıkulu, kuvvetleri idare eden subaylara da kul ağası deniyordu. Tüfekçi, piyade ve topçu bölüklerinden meydana gelen bu ordunun sayısı 40 Bin’e kadar ulaştı. Diğer taraftan topçuluk tekniklerini yükseltmek amacıyla batıdan getirtilen kimi uzmanlardan destek alınarak ordu adeta modernize edildi.
Şah Abbas, askeri ve siyasi alanlarda giriştiği yeniliklerin yanında ticari ve diplomatik yollara da başvurdu. Osmanlı’nın batıdaki güçlü düşmanı Hapsburglarla irtibata geçerek Osmanlı’ya karşı ittifak teklifinde bulundu. Ardından Rus çarına Şirvan ve Gürcistan üzerine ortak sefer düzenleme teklifinde bulundu. Bir diğer cephe olmak üzere; Dinyeper Kazakları ile de Osmanlılara karşı ittifak arayışlarına girişti. Ayrıca Osmanlı’nın önemli gelir kalemlerini sekteye uğratmak amacıyla İngilizlerle irtibata geçerek Kuzey Karadeniz üzerinde yeni bir ticaret rotası oluşturmayı denedi. İran’dan batıya giden ipek ticaretini de engelleyerek bu kıymetli kumaşın batıya doğrudan Basra üzerinden nakledilmesini sağladı. Ancak Osmanlı’nın bakır ticaretine ambargo koymasıyla geri adım atmak zorunda kaldı. Diğer siyasi hamlelerden ise istediği neticeleri aldığı söylenemez.
Nihayet devletini yeniden ayağa kaldırıp tesis ettiği yeni nizamla arzu ettiği güce ulaşan Şah Abbas, 1603’de Osmanlı’ya savaş ilan etti. Yıllarca süren mücadeleler neticesinde ele geçirilen Tiflis, Gürcistan, Azerbaycan, Karabağ ve Nihavend, kısa süre içerisinde ele geçirilerek Safevi idaresine girdi.
Osmanlı, Sinan Paşa’yı şark serdarı yapıp Safeviler üzerine sefere gönderdi. Hazırlıkların gecikmesi ve mesafenin uzak olması nedeniyle sefer ancak 1604 Haziran’ında başlayabilmişti. Üstüne üstlük sefer gecikmiş, Osmanlı ordusu Van’da kışlayarak sefer mevsimini de kaçırmıştı. Burada Safevi hücumuna uğrayan Osmanlı kuvvetleri Erzurum’a geri çekilmek zorunda kaldı. Yeni bir sefer için sonraki baharı beklemek gerekiyordu. Nihayet 1605’de tekrar harekete geçen Sinan Paşa, Erzurum beylerbeyi Köse Sefer Paşa’nın başına buyruk hareket ederek Safevilere esir düşmesi üzerine sefer planlarının değiştirmek zorunda kaldı. Nihayet geciken sefer tüm aksaklıklara rağmen gerçekleşti. Urmiye gölü yakınlarında gerçekleşen mücadele, Osmanlı için ağır bir kayıpla sonuçlandı. 30 Bin asker kaybeden Sinan Paşa, kalan kuvvetleriyle geri çekilip yeni bir sefer için hazırlansa da 1606’da Diyarbakır’da vefatı üzerine Gence, Şirvan ve Şemahı Safevilerin eline geçti.
Osmanlı, devam eden yıllarda Safevi seferleri düzenledi. Ancak bu seferler, Anadolu’da baş gösteren Celali isyanlarını bastırmakla uğraşırken sefer mevsimi sona eriyor, ordu doğu sınırlarına ulaşmakta gecikiyordu. Nihayet Kuyucu Murat Paşa, isyanları bastırmaya muvaffak olup Tebriz üzerine sefer etti. Ancak İki kuvvet Tebriz yakınlarında karşılaşsalar da beklenen mücadele gerçekleşmedi. Ordular seferde silah başındayken yapılan barış görüşmeleri süreci yumuşattı. Kuyucu Murat Paşa’nın 1611’de Diyarbakır’da vefat etmesi üzerine yerine Nasuh Paşa atandı. Sonrasında bir sulh aktedilebildi. 1612 yılında yapılan anlaşmayla Osmanlı, 1555 Amasya Anlaşmasıyla belirlenen sınırlara geri çekilmeyi kabul etti. Karşılığında Safeviler de İpek ticaretine izin verecekti.
Barış hali uzun sürmedi. Şah Abbas yönetimiyle anlaşamayan iki Gürcü Prensi’nin Osmanlı sarayından yardım istemesi üzerine Safevi Ordusu Gürcistan topraklarına girdi. Bu hamle ateşkesin ihlali anlamına geliyordu. Ayrıca Şah Abbas, taahhüt ettiği 200 yük ipeği de göndermeyerek anlaşmayı ortadan kaldıracağını belli etmişti. Osmanlı, vezir Öküz Mehmet Paşa’yı İran serdarı tayin etti ve doğu seferi için görevlendirdi. Ancak imparatorluk ordusu için yeni bir sefere hazırlanmak pek kolay değildi. Ordunun teşkil edilmesi ertesi yıla kaldığı için savunma tedbirlerini alan Şah Abbas, Gence’yi ele geçirip Kars kalesini tahkim ederek olası Osmanlı ilerleyişini zorlaştıracak önlemler aldı. 1616’da sefere çıkan Öküz Mehmed Paşa, Revan’da karşısına çıkan Safevi kuvvetlerini bertaraf etse de şehrin güçlü müdafasını aşamadı. Erzurum’a geri çekildikten sonra ise görevden alındığı haberi geldi. Mehmed Paşa, Erzurum’dayken Şah Abbas ile sulh müzakereleri yapıyordu. 1. Ahmed, Safevilerin talebini kabul etmeyerek seferin devam etmesini kararlaştırdı. Yeni İran Serdarı olarak atanan Kayserili Halil Paşa, Gence, Nahçıvan ve Culfa’ya akınlar düzenlendi. Ancak Eylül 1618’de Erdebil yakınlarında pusuya düşerek mağlup oldu. Bunun üzerine Osmanlı, Safevilerin taleplerinin ağır bastığı bir sulh anlaşması yapmak zorunda kaldı (Serav Muahedesi – 1618).
17. Yüzyılın ilk çeyreği Osmanlı için iç karışıklıklarla geçti. 2. Osman’ın katledilmesi üzerine ortaya çıkan isyanlar doğu cephesindeki gelişmeleri derinden ve doğrudan etkiledi. Osmanlı ordusu için Bağdat bölgesinden toplanan askerler, Bekir Subaşı önderliğinde ayaklanarak Beylerbeyi Yusuf Paşa’yı öldürdüler. Sahte bir beratla Bekir Subaşı’yı beylerbeyi ilan eden asiler, Diyarbakır valisi Hafız Ahmed Paşa’nın Bağdat’a doğru harekete geçtiğini öğrenince yardım almak için Safevilerden yardım istedi. Bağdat’ı ele geçirmek için önüne gelen bu fırsatı kaçırmayan Şah Abbas, Bekir Subaşı’ya bölge valiliğini vaat edecekti ki Hafız Ahmed Paşa önce davranarak isyancı subaşıya Paşalık unvanı taltif etti. Şehri kolayca teslim alacağını düşünen Safevi kuvvetleri, artık paşa olan Bekir Subaşı’nın mukavemetiyle karşılaştı. Bu kez iç kalenin müdafaasından sorumlu olan Derviş Mehmed Ağa, Şah Abbas’la gizlice anlaşıp kale kapılarını açtı. Böylece Şah Abbas, kaleye kolayca girerek şehri ele geçirdi. Bağdat, yaklaşık 90 yılın ardından Safevilerin eline geçmiş oldu (1624).
Şah Abbas, Şiilere yapılan zulmü ortadan kaldırmak ve bölgeye adalet getirme gibi gerekçelerle düzenlediği seferin sonunda Sünni halka zulmederek Osmanlı’nın hiddetini üzerine çekti. Ebu Hanife, Abdulkadir Geylani gibi önemli isimlerin türbelerini tahrip ettirip Sünni halka Şii kefil gösterme mecburiyeti getirerek Sünni halkı hem manen hem madden baskı altına almıştı. Osmanlı, gelen haberler üzerine vakit kaybetmeden sefer hazırlıklarına başladı. Bağdatı geri almakla vazifelendirilen Hafız Ahmed Paşa, 1625 Eylül’ünde büyük bir orduyla yola koyuldu. Şehir şiddetle kuşatılarak ikmal yolları kapatıldı. Şah Abbas, kuşatmaya daha fazla dayanamayacağına karar verip şehrin teslimiyle Safevilere bırakılacak topraklar için diplomasi yapmaktaydı. Ancak Osmanlı ordugahında karışıklıklar baş gösterdi. 8 aylık kuşatmanın ardından şehrin alınması an meselesi haline gelmişken ayaklanan Osmanlı askerleri kuşatmanın kaldırılmasına yol açtı (3 Temmuz 1626).
Hafız Ahmed Paşa’nın başarısız kuşatmasının ardından Abaza Hasan Paşa isyanı nedeniyle yeni bir sefere ancak 1629’da hazırlanabilen Osmanlı, 1630 yılında Bağdat önlerinde görüldü. Önceki kuşatmaya göre çok sayıda mühimmat ve topçu kuvvetlerinden oluşan Hüsrev Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu, şehrin surlarını aşamadı. Hürsev Paşa, ertesi yıl yeniden sefer düzenlemeye teşebbüs etse de evvelce başarısız neticelenen sefer nedeniyle asker toplayamadı.
Osmanlı’da taht mücadeleleri ve iç karışıklıklar, 5. Murat’ın tahta çıkmasıyla nihayete erdi. Muktedir ve cengaver bir hükümdar olan 5. Murat, kudretli ataları gibi ordunun başına bizzat geçmiş, devletini yeniden dirliğe ve istikrara kavuşturmuştu. Nihayet Bağdat Seferi, 5. Murat için mutlak hal olunması gereken bir meseleydi. Murat, ilk seferini Revan üzerine yaptı (1635). Şehri ele geçirip geri döndü. Ancak şehir kısa süre sonra tekrar Safevilerin eline geçti. Bu sırada Safevi tahtında Şah Safi bulunuyordu. Safeviler, bu dönemde doğudan Babürlüler tarafından sıkıştırılmaktaydı. İki cephede birden mücadele edemeyeceğinden doğu sınırlarından vazgeçerek Bağdat’ı savunmayı tercih etti. Nihayet 16 Kasım 1638’de başında 5. Murat’ın olduğu Osmanlı Ordusu Bağdat önlerinde görüldü. 39 gün süren kuşatmanın ardından şehir teslim oldu. Şehir emân üzere teslim alındığından ahalinin şehirden çıkmasına izin verildi. Ancak geçmişte yaptıkları zulümlerden olsa gerek; Sünnilerin saldırılarından çekinen Safevi askerleri silahlarını bırakmadılar. İntikam güden şehir halkının Safevi askerlerine tacizleri ve Şii nüfusun da müdahil olmasıyla başlayan olaylar katliamlara dönüştü. 5. Murat dönüş hazırlıkları yaparken iç kalede büyük bir patlama meydana geldi. Çok sayıda Osmanlı askerinin ölmesiyle neticelenen patlamanın Safeviler tarafından gerçekleştirildiğini düşünen erkân, şehirdeki Şii nüfusun katli için 5. Murat’ı ikna ettiler ve istedikleri icazeti alarak Şiileri kılıçtan geçirdiler.
Nihayet Osmanlı – Safevi ilişkileri, 61 yıl süren mücadelenin ardından (1578-1639) aktedilen Kasr-ı Şirin anlaşmasıyla sulh ile neticelendi. 5. Murat, İstanbul’a dönerken sulh görüşmeleri için görevlendirdiği Veziriazam Mustafa Paşa, bir taraftan sulh görüşmeleri yaparken diğer taraftan Şah Safi’yi sulha ikna etmek için Safevi topraklarına doğru ilerliyordu. Kasr-ı Şirin (Zühab) beldesinde neticelenen görüşmelerle anlaşma şartlarında mutabık kalındı. Bu antlaşma daha çok sınır protokolü niteliği taşır. Osmanlı’nın Irak-ı Arab (Bağdat) sınırlarını tafsilatlı şekilde belirlemiş, buna karşın Azerbaycan ve Revan dolayları kabaca belirlenmiştir. Ayrıca anlaşmanın içeriğinde dini, toplumsal ya da ticari kararlar bulunmaması dikkat çekicidir. Nihayet aktedilen anlaşma uzun yıllar yürürlükte kalmış, Osmanlı için doğu sınırları, Rus harbine kadar sorun olmaktan çıkmıştır.
Osmanlı - Safevi Mücadelesi
1590’a kadar devam eden Osmanlı – Safevi mücadeleleri görünürde Osmanlı lehine sonuçlanmıştı. Ancak sosyol-kültürel çerçeveden baktığımızda Osmanlı sınırlarına katılan topraklarda halen Safevi aidiyeti devam ediyordu.