1481 yılında Osmanlı tahtında Fatih Sultan Mehmed bulunuyordu. Fatih, Bizans’ı fethederek Osmanlı’yı bir imparatorluk hâline getirmiş, Balkanlarda ve Anadolu’da büyük bir merkezîleşme politikası yürütmüş, aynı zamanda İtalya seferine çıkarak Batı’ya da yönelmişti. Ancak bu yoğun ve ağır politikaların sonunda yorgun düşmüş, Gebze yakınlarındaki Hünkârçayırı’nda sefer hazırlıkları sırasında ansızın hayatını kaybetmişti.
Fatih’in ölümü Osmanlı tarihinin kırılma noktalarından biridir. Çünkü Fatih, devletin merkezî otoritesini elinde tutan, karizmatik ve güçlü bir liderdi. Onun ölümüyle birlikte Osmanlı tahtı, Fatih’in iki oğlu arasında paylaşılması gereken bir iktidar makamı hâline geldi:
-
Şehzade Bayezid: Amasya sancakbeyiydi. Daha olgun, 34 yaşındaydı, deneyimli ve itidalli bir karakterdi.
-
Şehzade Cem: Konya Karaman eyaletinde sancakbeyiydi. 25 yaşındaydı, genç, atılgan, askerî kabiliyetiyle tanınıyor, fakat siyasî tecrübesi daha azdı.
Fatih’in ani ölümü, vezirler arasında da bir iktidar mücadelesine yol açtı. Devletin en güçlü veziri Karamanî Mehmed Paşa, Cem’in padişah olmasını istiyor; buna karşılık bazı devlet erkânı Bayezid’i destekliyordu. Bu noktada “hangi şehzade merkeze daha hızlı ulaşırsa tahta geçer” kuralı fiilen işlerlik kazandı.
Fatih’in ölüm haberi gizlenmeye çalışıldı, çünkü devletin merkezinde otorite boşluğu çıkması isyanlara ve karışıklığa sebep olabilirdi. Ancak Yeniçeriler olayı kısa sürede öğrendi. İstanbul’daki askeri sınıflar Bayezid’e daha yakın bir tavır aldı. Bunun sebebi, Bayezid’in daha ılımlı bir siyasetçi olacağı beklentisiydi.
Bayezid Amasya’dan yola çıktı. O sırada Cem de Konya’dan hareket ederek Bursa’ya yönelmişti. Cem, Anadolu’daki askeri unsurlardan ve Türkmenlerden destek almıştı. Bayezid ise Yeniçerilerin ve Rumeli’deki bazı birliklerin desteğini arkasına alıyordu.
1481’in Mayıs ayında Bayezid İstanbul’a ulaştı ve Osmanlı tahtına çıktı. Cem ise Bursa’ya gelip burada padişahlığını ilan etti. Bu durum Osmanlı tarihinde resmen iki padişahın aynı anda varlığı anlamına geliyordu. Cem, hutbe okutup adına sikke kestirdi. Bu, meşruiyet için en önemli iki unsurdu. Ancak asıl belirleyici olan “askerî güç” olacaktı.
Bayezid - Cem Sultan Mücadelesi
Kardeşler arasındaki ilk büyük çatışma 20 Haziran 1481’de Yenişehir Ovası’nda meydana geldi.
-
Cem’in Ordusu: Daha çok Anadolu’daki Türkmen beyleri ve gönüllülerden oluşuyordu. Cem, atılgan ve savaşçı kişiliğiyle ordusunu bizzat sevk etti.
-
Bayezid’in Ordusu: Yeniçerilerin ve devletin merkezî kuvvetlerinin desteğini aldı. Ayrıca İstanbul’un meşruiyeti Bayezid’in elini güçlendiriyordu.
Muharebede Bayezid galip geldi. Cem’in ordusu dağılınca o, çareyi geri çekilmekte buldu. Önce Konya’ya, ardından Tarsus’a yöneldi. Bu yenilgi, Cem’in Osmanlı tahtını kazanma şansını büyük ölçüde zayıflattı ama mücadeleyi bırakmadı.
Yenilgiden sonra Cem Sultan, Osmanlı tahtını kazanmak için yeni yollar aradı. Önce Anadolu’daki bazı Türkmen beylerinden, ardından da Memlük Sultanı Kayıtbay’dan destek istedi.
1482’de Cem, Memlüklerin yardımıyla tekrar Anadolu’ya geçti. Ancak bu kez de Bayezid’in kuvvetleri karşısında başarı sağlayamadı. Çaresiz kalan Cem, Rodos Şövalyeleri’ne sığındı. İşte bu nokta Osmanlı tarihinde çok kritik bir dönemeçtir. Çünkü Cem’in bundan sonraki hayatı, bir Osmanlı şehzadesinin Batı’nın siyasî oyunlarının aracı hâline gelmesinin en dramatik örneği olacaktır.
Cem Sultan, Rodos Şövalyeleri tarafından önce iyi karşılandı. Ancak Şövalyeler kısa sürede onun “stratejik bir koz” olduğunu fark ettiler. Onu, Osmanlı’ya karşı Avrupa diplomasisinde kullanmaya başladılar.
-
Cem, önce Rodos’ta tutuldu, ardından Fransa’ya, daha sonra da Papalık’a gönderildi.
-
Papalık, Cem’i “Hristiyan âleminin Osmanlı’ya karşı kullanabileceği bir şehzade” olarak gördü.
-
Cem, Papa VIII. Innocentius’un koruması altına alındı. Onun Roma’da kaldığı yıllar boyunca, Osmanlı diplomasi tarihinin en karmaşık pazarlıkları yapıldı.
Bayezid, kardeşinin Avrupa’da Osmanlı’ya karşı bir tehdit unsuru olmasını engellemek için Papalık’a ve Batılı güçlere büyük paralar ödedi. Hatta rivayetlere göre Bayezid, Papa’ya Cem’in “Avrupa’da serbest bırakılmaması” için yıllık ödemelerde bulundu. Bu durum, Osmanlı maliyesine ciddi bir yük getirdi ama Bayezid açısından siyasî istikrar için gerekliydi.
Cem Sultan, 1495 yılında, Napoli seferine katılmak üzere yola çıkan Fransız Kralı VIII. Charles tarafından kullanıldı. Ancak kısa süre sonra hastalandı ve öldü. Ölüm sebebi hâlâ tartışmalıdır: Bazı kaynaklar doğal ölüm olduğunu, bazıları ise zehirlendiğini ileri sürer.
Cem’in ölümüyle birlikte Bayezid için en büyük siyasî tehdit ortadan kalktı. Fakat Osmanlı tarihine, Avrupa’nın siyasî oyunları uğruna heder olmuş bir şehzade olarak geçti. Cem’in şahsiyeti, şairliği ve hüzünlü kaderi, onu edebiyat ve tarih dünyasında romantik bir figür hâline getirmiştir.
Anadolu’daki Karışıklıklar ve Türkmen İsyanları
II. Bayezid döneminde Anadolu, iç huzursuzlukların en yoğun yaşandığı coğrafya oldu. Türkmen aşiretleri, Fatih’in uyguladığı katı iskân ve vergi politikalarından hoşnutsuzdu. Göçebe hayat tarzı kısıtlanıyor, tımar sistemiyle toprak düzeni merkezî otoritenin kontrolüne giriyordu. Bunun yanı sıra Anadolu’da heterodoks İslâm anlayışları, yani Alevî-Bektaşî inançları güçlüydü ve bu topluluklar Osmanlı’nın resmî Sünnî anlayışından dışlanmış hissediyordu. İşte bu ortamda Safevîlerin karizmatik lideri Şah İsmail’in propagandası büyük yankı buldu. Şahkulu Baba Tekeli’nin 1511’deki büyük isyanı, bu hoşnutsuzluğun doruk noktasıydı. On binlerce Türkmen müridiyle ayaklanan Şahkulu, Osmanlı kuvvetlerine ağır darbeler indirdi. İsyan zor da olsa bastırıldı, fakat devlet için ciddi bir uyarı oldu. Bu olay, Anadolu’da Sünnî-Şiî ayrışmasının toplumsal bir yarılmaya dönüştüğünü gösterdi ve Osmanlı’nın doğu siyasetini kökten etkileyecek bir sürecin başlangıcı oldu.
Ulema ve Tarikatların Güçlenmesi
Bayezid döneminde Osmanlı siyasetinde ulemanın etkisi gözle görülür biçimde arttı. Fatih, devlet yönetiminde çoğu zaman pragmatik davranmış ve ulemanın nüfuzunu sınırlamıştı. Bayezid ise tam tersine, ulemanın görüşlerini önemseyen, fetvalara başvuran, dini kurumlara destek veren bir padişahtı. Onun devrinde yeni medreseler açıldı, tasavvuf erbabına hürmet gösterildi. Mevlevîler, Nakşibendîler ve Halvetîler saray çevresinde güç kazandı. Yeniçeriler üzerinde etkili olan Bektaşîlik ise devlet ile ordu arasındaki ilişkilerde ayrı bir rol oynadı. Böylece Osmanlı, ideolojik olarak daha dindar ve muhafazakâr bir atmosferin içine girdi. Bu, devletin halk üzerindeki meşruiyetini pekiştirirken, aynı zamanda farklı inanç gruplarıyla çatışma potansiyelini artırdı.
2. Bayezid'in Dış Politikası
II. Bayezid’in saltanatı, Avrupa’da büyük değişimlerin yaşandığı bir döneme rastlamıştı. Batı’da İspanya’nın birleşmesi, Reconquista’nın tamamlanması, İtalya yarımadasında şehir devletleri arasındaki çekişmeler, Papalık’ın siyasî oyunları ve Fransa ile Kutsal Roma İmparatorluğu arasındaki rekabet ön plana çıkıyordu. Osmanlı ise bu dönemde büyük bir imparatorluk olmasına rağmen Bayezid’in ihtiyatlı ve barışçı siyaseti nedeniyle daha çok mevcut kazanımları koruyan bir aktör görünümündeydi. Onun Batı’ya yönelik politikasında temel amaç, büyük savaşlardan kaçınmak, diplomasi ve denge yoluyla Osmanlı’nın çıkarlarını sürdürmekti.
Batı ile ilişkilerde en çetin mesele Venedik Cumhuriyeti ile yaşandı. Akdeniz’de güçlü bir ticaret devleti olan Venedik, Osmanlı ile yüzyıllardır rekabet içindeydi. 1499–1502 yılları arasında Osmanlı-Venedik Savaşı gerçekleşti. Bu savaşın nedeni, Akdeniz’de deniz üstünlüğü ve ticaret yollarının paylaşımıydı. Osmanlı donanmasının başında Kemal Reis gibi büyük kaptanlar vardı. Osmanlı donanması Modon, Koron ve Navarin gibi önemli kaleleri alarak Mora Yarımadası’nın güneyinde hâkimiyet kurdu. Bu zaferler, Osmanlı’nın denizlerdeki gücünü önemli ölçüde artırdı ve Akdeniz’in güç dengelerini değiştirdi. Savaş sonunda yapılan antlaşmayla Venedik, Osmanlı’ya bazı ticaret imtiyazları vermek zorunda kaldı.
Bayezid döneminin Batı siyaseti denildiğinde akla gelen en önemli meselelerden biri de Cem Sultan olayıdır. Cem’in Avrupa’ya sığınması, Papalık için bulunmaz bir fırsat olmuştu. Papa VIII. Innocentius, ardından Papa VI. Alexander onu Osmanlı’ya karşı bir koz olarak kullandı. Bayezid, kardeşinin serbest bırakılmaması için Papalık’a düzenli ödemeler yaptı, adeta Avrupa’ya yıllık haraç verir gibi büyük paralar gönderdi. Bu, Osmanlı maliyesi açısından ağır bir yük getirse de Bayezid için siyasî istikrar uğruna katlanılması gereken bir bedeldi. Papalık dışında Fransa, Macaristan ve Lehistan gibi devletler de Cem Sultan üzerinden Osmanlı’ya baskı kurmaya çalıştılar. Bayezid bu baskılara doğrudan savaş açmak yerine diplomatik hediyeler, elçiler ve para yoluyla cevap verdi. Böylece Batı’da Osmanlı’nın karşısına birleşik bir cephe çıkmasının önüne geçti.
Bayezid döneminde Osmanlı’nın Batı ile ilişkilerinde insani boyutu en dikkat çeken hadise, 1492’de İspanya’da Reconquista’nın tamamlanmasıyla yaşandı. Granada Emirliği’nin düşmesiyle İspanya’daki Müslümanlar ve Yahudiler ağır bir zulme uğradılar. Müslümanlar zorla Hristiyanlaştırılmaya çalışıldı, Yahudiler ise sürgün edildi. II. Bayezid bu gelişmeye kayıtsız kalmadı. Osmanlı donanması Kemal Reis’in önderliğinde İspanya kıyılarına sefer düzenleyerek binlerce Müslüman ve Yahudiyi Osmanlı topraklarına taşıdı. Bu insanlar İstanbul, Selanik, Edirne ve Bursa gibi şehirlerde yerleştirildiler. Yahudiler ticaret, tıp, zanaat ve matbaa alanlarında Osmanlı’ya büyük katkılar sağladılar. Bu olay, Osmanlı’nın farklı dinlere karşı hoşgörülü tavrını güçlendirdi ve Bayezid’in İslam dünyasındaki liderlik iddiasını pekiştirdi.
Avrupa’nın kuzeyinde Macaristan, Osmanlı için sürekli bir sınır tehdidi oluşturmaya devam etti. Ancak Bayezid, doğrudan büyük bir Macar seferine girişmedi, daha çok sınırlarda akınlarla yetindi. Lehistan ile ilişkiler dalgalıydı; zaman zaman dostane, zaman zaman gergin bir seyir izledi. Osmanlı için Lehistan kuzeyde stratejik bir tampon bölge niteliği taşıyordu. Moskova Knezliği de bu dönemde güçlenmeye başlamıştı, fakat Bayezid döneminde Osmanlı-Moskova ilişkileri henüz ciddi bir çatışma boyutuna ulaşmamıştı.
Genel olarak II. Bayezid’in Batı ile ilişkilerindeki temel çizgi, ihtiyat ve dengedir. Fatih Sultan Mehmed gibi İtalya’ya sefere çıkıp Roma’yı tehdit etmeyi düşünmedi. Bunun yerine diplomasi, hediyeler ve para yoluyla Batılı devletlerin Osmanlı’ya karşı birleşmesini engelledi. Bu ihtiyatlı tutum, Osmanlı’nın Batı’da barışını sağladı ama aynı zamanda fetihçi ruhunu da törpüledi. Yine de Endülüs Müslümanları ve Yahudilere sahip çıkması, Osmanlı’nın İslam dünyasındaki liderlik iddiasını ve “himaye edici devlet” rolünü güçlendirdi. Böylece Bayezid’in Batı siyaseti, Osmanlı tarihinde hem ihtiyatın hem de insani sorumlulukların ön planda olduğu bir dönem olarak kayda geçti.
Denizlerde Osmanlı Gücü
II. Bayezid döneminin en dikkate değer yönlerinden biri, Osmanlı’nın denizlerdeki etkinliğinin artmasıdır. Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u aldıktan sonra Osmanlı, Karadeniz’i bir iç deniz hâline getirmiş, Ege ve Adriyatik’te Venedik’le rekabet etmeye başlamıştı. Bayezid ise kara seferlerine fazla ağırlık vermediği için deniz gücünü geliştirmeye yöneldi. Onun devrinde Osmanlı donanması, hem teknik hem de insan kaynağı bakımından önemli bir ilerleme kaydetti. Bu dönemin en önemli kaptanı hiç kuşkusuz Kemal Reis’tir.
Kemal Reis, Akdeniz’deki korsan faaliyetleriyle ün kazanmış, sonradan Osmanlı hizmetine girerek devletin resmî kaptanlarından biri olmuştur. Onun komutasında Osmanlı donanması, Venedik’e karşı büyük başarılar kazandı. 1499’da başlayan ve 1502’ye kadar süren Osmanlı-Venedik Savaşı, denizlerde Osmanlı üstünlüğünün ilk kez bu kadar açık biçimde görüldüğü bir mücadeleydi. Mora Yarımadası’nda Modon, Koron ve Navarin kalelerinin alınması, sadece kara üstünlüğü değil aynı zamanda denizlerdeki Osmanlı hâkimiyetinin de bir göstergesi oldu. Bu savaşlar sırasında Osmanlı donanması top kullanan gemileriyle Venedik karşısında üstünlük sağladı. Toplu ateş gücü, Akdeniz’de deniz savaşlarının kaderini değiştiren bir yenilikti ve Osmanlı bu alanda öncü konumdaydı.
Kemal Reis’in faaliyetleri yalnızca Venedik’le sınırlı kalmadı. O, aynı zamanda Akdeniz’de korsanlıkla meşgul olan ve İspanya’nın hizmetinde bulunan bazı gruplara da karşı koydu. 1492’de İspanya’daki Müslüman ve Yahudilerin sürgünü sırasında Kemal Reis’in gemileri Osmanlı’nın insani yardım misyonunu yerine getirdi. İspanya kıyılarına düzenlenen seferlerle binlerce insan Osmanlı topraklarına taşındı. Bu seferler aynı zamanda Osmanlı donanmasının Batı Akdeniz’e kadar ulaştığının göstergesiydi. Yani Osmanlı donanması, artık yalnızca Ege ve Adriyatik’in değil, tüm Akdeniz’in dengelerinde söz sahibi olmaya başlamıştı.
II. Bayezid döneminde deniz gücünün artmasının bir diğer sebebi, korsanlarla kurulan ilişkilerdi. O dönemde Kuzey Afrika kıyılarında faaliyet gösteren Müslüman denizciler, özellikle de Barbaros kardeşler, henüz Osmanlı hizmetine girmemişlerdi ama Osmanlı’nın ilerideki deniz politikalarının temelini atacak bir güç olarak ortaya çıkıyorlardı. Kemal Reis ve onun çevresindeki denizciler, bu korsanlarla işbirliği yaparak İspanya ve Portekiz gemilerine saldırılar düzenlediler. Bu saldırılar, hem Osmanlı’ya Batı Akdeniz’de prestij kazandırdı hem de Müslümanların Avrupa kıyılarında hâlâ direnç gösterebildiğini ortaya koydu.
Deniz gücü aynı zamanda Osmanlı’nın ticaret yollarını koruması bakımından da kritik öneme sahipti. Doğu Akdeniz’de Kıbrıs, Rodos ve Girit gibi adalar hâlâ Batılı güçlerin elindeydi. Bu adalar, Osmanlı ticaretine zarar veren korsanların üsleri hâline gelmişti. Bayezid’in donanma yatırımları sayesinde bu korsanların saldırıları bir ölçüde engellendi. Rodos Şövalyeleri’nin Cem Sultan’ı Batı’ya teslim etmesinden sonra Osmanlı’nın onlara olan tepkisi artmıştı. Ancak Bayezid, doğrudan büyük bir Rodos seferi açmadı; bu, onun temkinli siyasetinin bir başka örneğidir. Yine de denizlerde Osmanlı varlığını hissettirdi ve Rodos Şövalyeleri’ne gözdağı verdi.
Bayezid devri, Osmanlı’nın denizcilikte bir “geçiş dönemi” olarak görülebilir. Donanmanın gücü artmış, kaptanlar arasında önemli isimler yetişmiş, Akdeniz’de Osmanlı’nın varlığı belirginleşmişti. Fakat henüz Osmanlı donanması Barbaros Hayreddin Paşa’nın dönemindeki kadar büyük bir güç olmamıştı. Yine de bu dönemde kazanılan tecrübeler, ilerleyen yıllarda Osmanlı deniz imparatorluğunun kurulmasına zemin hazırladı.
Genel olarak bakıldığında, II. Bayezid’in ihtiyatlı ve fetihçi olmayan siyaseti kara seferlerini sınırlandırmış olsa da, denizlerde Osmanlı büyük bir atılım gerçekleştirdi. Akdeniz’deki başarılar, Osmanlı’nın sadece kara imparatorluğu değil aynı zamanda bir deniz gücü olduğunu da ortaya koydu. Kemal Reis’in kazandığı zaferler, sürgün edilen Endülüs Müslümanlarına ve Yahudilere yapılan yardımlar ve korsanlarla kurulan işbirlikleri, Bayezid döneminin denizcilik tarihindeki en önemli kazanımlarıdır. Bu kazanımlar, Osmanlı’nın sonraki yüzyılda Akdeniz’in en büyük deniz gücü hâline gelmesinin temellerini oluşturdu.
Osmanlı–Memlük Savaşı (1485–1491)
Fatih Sultan Mehmed devrinde Osmanlı ile Memlükler arasındaki ilişkiler gerginleşmişti. Fatih, Anadolu’daki beylikleri Osmanlı’ya katarken Memlükler, Dulkadiroğulları ve Ramazanoğulları gibi beylikler üzerinden bölgeye nüfuz ediyorlardı. II. Bayezid döneminde bu gerginlik açık savaşa dönüştü. Sebep, özellikle Çukurova bölgesiydi. Adana, Tarsus ve çevresi Osmanlı için Anadolu birliğinin tamamlanması açısından önemliydi, Memlükler için ise Suriye’ye açılan kapıydı.
Savaş 1485’te Osmanlıların Adana üzerine yürüyüşüyle başladı. İlk aşamada Osmanlı kuvvetleri bazı başarılar elde etti, fakat Memlüklerin güçlü süvari ordusu karşısında uzun vadeli üstünlük sağlayamadı. Memlük ordusu, özellikle “Mısır sipahileri” adı verilen hafif ve çevik süvarileriyle meşhurdu. Bu birlikler, savaş meydanında hızlı manevra yapıyor, düşmanı yıpratıp ani baskınlarla bozuyorlardı. Osmanlı ordusu ise tımarlı sipahiler, Yeniçeriler ve topçu birliklerinden oluşuyordu. Ancak Osmanlı ordusunun asıl gücü, topçu ateşi ve disiplinli piyadelerdi; Anadolu’nun dağlık ve dar geçitlerle dolu coğrafyası bu üstünlüğü kullanmayı zorlaştırıyordu.
Savaşın en kritik safhası Ağaçayırı Muharebesi (15 Ağustos 1488) oldu. Tarsus yakınlarında yapılan bu savaşta Osmanlı ordusu, Sadrazam Hadım Ali Paşa komutasındaydı. Ordunun düzeninde sorunlar vardı. Yeniçeriler seferin uzun sürmesinden hoşnutsuzdu, tımarlı sipahiler yeterince disiplinli değildi. Memlükler ise savaş tecrübesi yüksek, atlı birliklerde çok güçlüydü. Çarpışma başladığında Memlük süvarileri Osmanlı ordusunun yan kanatlarına saldırdı, topçu birlikleri tam anlamıyla koruma altına alınamadığı için etkili olamadı. Gün boyu süren savaşın sonunda Osmanlı ordusu ağır bir yenilgi aldı. Sadrazam Hadım Ali Paşa da savaş meydanında şehit düştü. Bu yenilgi Osmanlı tarihinde derin bir prestij kaybı olarak görüldü.
Savaş, bu büyük yenilgiden sonra birkaç yıl daha sınır çatışmaları şeklinde devam etti. Ancak taraflar kesin üstünlük sağlayamadı. 1491’de yapılan barış antlaşmasıyla savaş öncesi sınırlar korundu. Osmanlı herhangi bir toprak kazanamadı, Memlükler ise Anadolu’daki Osmanlı baskısını geçici olarak durdurmuş oldu.
Bu savaşın önemi, Osmanlı–Memlük düşmanlığını kalıcı hâle getirmesindedir. Osmanlı, doğudaki en büyük rakibinin Memlükler olduğunu açık biçimde görmüş oldu. Ayrıca Ağaçayırı yenilgisi, Osmanlı ordusunun dağlık ve açık arazi savaşlarında yaşadığı zorlukları ortaya koydu. Osmanlı bu yenilgiden dersler çıkararak ileride daha disiplinli ve merkeziyetçi ordu reformlarına yöneldi. Yavuz Sultan Selim’in 1516–1517 seferlerinde Memlükleri kısa sürede alt edebilmesinin temelinde, bu savaşta edinilen tecrübeler vardı.
Osmanlı–Venedik Savaşı (1499–1502)
II. Bayezid’in en başarılı dış seferi, hiç kuşkusuz Venedik’e karşı yürütülen savaş oldu. Akdeniz’de ticaret yolları ve deniz üstünlüğü konusunda Osmanlı ile Venedik uzun süredir rekabet hâlindeydi. Fatih döneminde başlayan bu rekabet, Bayezid devrinde büyük bir deniz savaşına dönüştü.
Savaşın temel nedeni, Venedik’in Mora Yarımadası’nın güneyindeki kaleleri (Modon, Koron, Navarin) elinde bulundurmasıydı. Bu kaleler, Osmanlı ticaretini ve deniz seferlerini engelliyordu. Bayezid, Osmanlı donanmasını güçlendirerek bu kaleleri almak istedi. Donanmanın başına ünlü kaptan Kemal Reis getirildi.
İlk büyük çarpışma, Sapienza Deniz Muharebesi (12 Ağustos 1499) oldu. Mora açıklarında Osmanlı ve Venedik donanmaları karşı karşıya geldi. Osmanlı gemileri, özellikle kalyonlara yerleştirilmiş toplarla Venedik’e ağır kayıplar verdirdi. Bu savaş, Akdeniz’de deniz topçuluğunun ilk büyük başarısı olarak kayda geçti. Osmanlı donanması, ateş gücüyle Venedik karşısında kesin bir üstünlük kurdu.
Ertesi yıl, 1500’de, Osmanlı kuvvetleri kara ve denizden müşterek bir harekât başlattı. Modon, Koron ve Navarin kaleleri kuşatıldı. Kemal Reis’in donanması, kalelerin denizle bağlantısını kesti. Kara ordusu ise topçu ateşiyle surları yıktı. Direniş kısa sürdü ve kaleler Osmanlı’nın eline geçti. Bu fetihler, Mora’nın güneyini tamamen Osmanlı hâkimiyetine soktu.
Savaş 1501 ve 1502 yıllarında da sürdü. Venedik birkaç kez toparlanmaya çalıştı ama Osmanlı üstünlüğünü kıramadı. Sonunda 14 Aralık 1502’de barış yapıldı. Antlaşmaya göre Osmanlı ele geçirdiği kaleleri elinde tuttu, Venedik ise Osmanlı’ya bazı ticaret imtiyazları tanıdı. Böylece Osmanlı Akdeniz’de kalıcı bir üstünlük elde etmiş oldu.
Bu savaşın önemi, Osmanlı donanmasının artık büyük bir güç hâline gelmesidir. Kemal Reis’in kullandığı deniz topçuluğu, Osmanlı’ya modern deniz savaşlarında avantaj sağladı. Ayrıca Mora’daki kalelerin alınması, Osmanlı’nın Batı Akdeniz’e açılmasının ilk adımı oldu. Bu dönemde Osmanlı gemileri ilk kez Batı Akdeniz kıyılarına kadar ulaştı, hatta İspanya’daki Müslüman ve Yahudilerin Osmanlı topraklarına taşınmasında rol oynadı. Yani bu savaş sadece askerî değil, aynı zamanda insani ve diplomatik sonuçlar da doğurdu.
Genel olarak Osmanlı–Venedik Savaşı, II. Bayezid’in en büyük askerî başarısıdır. Kara seferlerinde fazla başarı göstermeyen Bayezid, denizlerde Osmanlı’nın gücünü artırarak Osmanlı İmparatorluğu’nun gelecekte bir “Akdeniz imparatorluğu” hâline gelmesinin yolunu açtı.
Şehzade Selim’in Eflak Seferi (1507)
Henüz tahta çıkmamış olan Şehzade Selim, Rumeli’de sancakbeyiyken kendi inisiyatifiyle Eflak üzerine sefer düzenledi. Bu, Osmanlı merkezinden izin alınmadan yapılmış bir harekâttı. Selim’in ordusu Tuna’yı geçerek Eflak topraklarına girdi, bazı kaleleri yağmaladı ve Eflak beyini Osmanlı’ya bağlılığını tazelemeye zorladı. Askerî bakımdan başarılı olan bu sefer, siyasî açıdan önemliydi çünkü Selim’in bağımsız ve sert kişiliğini ortaya koydu. Ayrıca Bayezid ile Selim arasındaki gerginliği artırdı.
Şahkulu Baba Tekeli İsyanı (1511)
Anadolu’da çıkan en büyük ayaklanmalardan biridir. Şahkulu, Antalya-Teke yöresinde yaşayan karizmatik bir şeyhti. Safevîler’in etkisiyle kendini “mehdi” ilan etti ve etrafında on binlerce mürid topladı. Osmanlı vergi politikalarından memnun olmayan Türkmenler de bu harekete katıldılar.
İsyancılar kısa sürede Konya ve çevresine yayıldılar. Osmanlı kuvvetleriyle girdikleri birçok çatışmada başarı sağladılar. Yeniçeriler ve sancak beylerinin gönderdiği birlikler ağır kayıplar verdi. Şahkulu’nun kuvvetleri Anadolu’nun önemli bölgelerinde Osmanlı otoritesini sarsacak boyuta ulaştı. Ancak sonunda Osmanlı kuvvetleri üstünlük sağladı ve Şahkulu öldürüldü. İsyan böylece bastırıldı, fakat Osmanlı için büyük bir uyarı oldu. Bu hareket, Anadolu’daki Safevî etkisinin ve mezhep temelli huzursuzluğun ne denli ciddi bir tehlike olduğunu gözler önüne serdi.
Çorlu Muharebesi (3 Nisan 1512)
Bayezid’in son yıllarında şehzadeler arasındaki rekabet had safhaya ulaştı. Şehzade Ahmed, babasının desteğini alırken Şehzade Selim Rumeli’deki askerlerin ve Yeniçerilerin desteğini kazanmıştı. İki taraf Çorlu yakınlarında karşı karşıya geldi. Selim’in ordusu disiplinli ve savaşmaya hazırdı, ayrıca Yeniçerilerin desteği moral üstünlüğü sağlıyordu. Savaş Selim’in zaferiyle sonuçlandı. Bu zaferin ardından Yeniçerilerin de baskısıyla Bayezid tahttan feragat etmek zorunda kaldı. Böylece Osmanlı tahtı Selim’e geçti. Bu olay bir iç savaş niteliğinde olmasa da Osmanlı’daki veraset sorunlarının ne kadar yıkıcı sonuçlar doğurduğunu bir kez daha gösterdi.
2. Bayezid Döneminin Sonu
II. Bayezid’in saltanatının son yılları, şehzadeler arasındaki taht mücadelesiyle gölgelendi. Bayezid’in favorisi Şehzade Ahmed idi; ancak Yeniçeriler ve Rumeli askerleri Şehzade Selim’i destekliyordu. Selim, sert mizacı ve askerî tecrübesiyle öne çıkmış, kendi tarafına önemli bir güç toplamıştı. 1511’deki Şahkulu İsyanı, Anadolu’da büyük bir yıkıma yol açtı ve devletin otoritesini sarstı. Bu isyan, aynı zamanda Bayezid’in yaşlanmış ve yorgun kişiliğini daha da pasif bir konuma sürükledi.
1512’de Şehzade Selim, Çorlu yakınlarında babasının kuvvetlerini mağlup ederek üstünlük sağladı. Yeniçerilerin açık desteğini alan Selim, İstanbul’a yürüdü. Bayezid, artık tahtı koruyamayacağını anladı ve 24 Nisan 1512’de resmen tahttan feragat etti. Yerine oğlu Selim geçti.
Tahttan ayrıldıktan sonra Dimetoka’ya doğru yola çıkan Bayezid, yol üzerinde hastalanarak 26 Mayıs 1512’de vefat etti. Böylece Osmanlı tahtı, ihtiyatlı ve dindar bir padişah olan II. Bayezid’den, sert ve fetihçi bir hükümdar olacak olan Yavuz Sultan Selim’e geçti. Bu değişim, Osmanlı tarihinde “korumacı-sulhçu bir dönemden, yayılmacı ve sert bir döneme geçiş” olarak değerlendirilir.