Gök Tanrı inancı, detaylarına yakın zamanda vakıf olabildiğimiz, çağdaşlarından farklı ve eski Türklere has bir inanç sistemi olarak dikkat çeker. Ancak Gök Tanrı inancının genel kabulleri oluşurken pek çok yanlış kanaat ortaya çıkmış, zaman içerisinde bu kanaatler başlı başına bir genel kabul haline gelmiştir. Gök Tanrı inancını anlamaya çalışırken öncelikle bu mahsurlu kanaatleri ortadan kaldırmak gerekiyor.
Gök Tanrı inancını tasfir ederken düşülen en vahim hata, bilinen diğer inançlarla özdeşleştirilmesi veya esinlenilmiş olmasıdır diyebiliriz. Örneğin, Radlov bu inanç sistemine Şamanizm diyerek oldukça vahim bir hata yapmıştır. Altaylarda, çok dar bir sahada yaptığı lokal ve anakronik olmaktan uzak değerlendirmeler neticesinde Kam/Ham ifadesini Şam şeklinde telaffuz eden, çevresel ve yerel inançlarla çok fazla irtibat kurmuş bir grubun sembolizmine dayandırmıştır. Burada elde ettiği kısıtlı bilgileri de Paganizm/Totemizm gibi genel geçer batılı tabiat dinleri gibi tasavvur etmiş ve boşlukları kendi mahsurlu görüşleriyle tamamlamaya çalışmıştır. Bu görüş neticesinde Gök Tanrı inancını Şamanizm olarak adlandırmış, Şamanları din adamı kabul etmiş, inanç sistemini ve teolojisini de Paganizm olarak tasavvur etmiştir. Detaylarıyla üzerinde duracağımız üzere Radlov'un bu görüşü pek rasyonel değildir.
Diğer bir mahsurlu görüş ise Totemcilik görüşüdür. Türklerin Kurt'u kutsal kabul etmeleri, türeyiş destanında olduğu gibi kendi soylarını kurda bağlamaları kimi tarihçilerin zihninde bir Totemizm algısı meydana getirmiştir. Kültürel ve edebi unsurları bir dini teamül gibi algılayan ilim insanları, şu veya bu şeklide bir tanımlama yapabilmek için zorlama yorumlarla Türklerin inanç sistemini totemizme yormuştur. Totemciliğin başlıca unsurlarını söz konusu edersek; her klanın bir totem hayvanı vardır ve sembolize edilir. Bu toteme temas eden her şey kutsal kabul edilir. Klanlarda ortak mülkiyet vardır ve anne hukuku üzerinden bir adalet anlayışı söz konusudur. Ayrıca ruhlar ölümsüz kabul edilmezler. Bu çok bariz hususlar bile Türk kültürü ve din anlayışı ile büyük tezatlar barındırır. Kurt tüm Türkler için kutsal kabul edilir, yani totemlere tabi klanlar söz konusu değildir. Ayrıca sembolize edilmesi durumunda temas ettiği şeyleri kutsiyeti söz konusu bile değildir. Türklerde özel mülkiyetin oluşu da Totemizme aykırıdır. Elbette en önemli tezat Gök Tanrı inancında ruhun ölümsüz olduğu düşüncesidir. Bariz şekilde görmekteyiz ki Gök Tanrı inancı ile Totemcilik aynı inanç potasi içerisinde tasavvur edilmesi mümkün olmayan hatta aykırı inanç bütünlükleridir.
Peki Türklerin inancında Panaganlık/Şamanlık Yok mu?
Bu görüşü tümüyle reddetmek mümkün değil elbette. Bir doğa dini olarak Paganlığın ve mistizmin doğal tezahürü Şamanlığın Türklere tesir etmediğini, Türklerin teolojilerinde hiç yer etmediğini iddia etmek akılcı olmaz. Türkler İtil nehrinden Kingan dağlarına kadar yayılan muazzam genişlikteki habitatta mutlak suretle Naturalizmi benimseyen toplumlarla temas kurmuş olmalıdır. Öyle ki; Altay Türklerinde Paganlık, Naturalizm, Totemizm gibi muhtelif dünya görüşlerinin etkileri bariz şekilde görülebiliyor. Ancak Türklerin inançlarındaki kökleri Altay Türklerinde aramak yerine Altay Türklerinin genel Türk coğrafyasının kıyısında bulunması ve diğer toplumlarla münasebetler geliştirmiş olduğu gerçeğini dikkate alarak bir değer yargısına ulaşmak çok daha mantıklı olacaktır. Günümüzde Altay Türklerinin dünya tasavvuru, yaratılış efsaneleri ve gündelik inanç ritüelleri elbette Gök Tanrı inancının en saf hali değildir. Biz Tengriciliğin izlerini daha kadim dönemlerde daha derin izlerde aramak durumundayız.
Şamanizm konusunda en derin ve yoğun araştırmaları yapan ilim insanı M. Eliade, Altay Türklerinin inanç dinamikleri içerisinde Paganist, Naturalist, Totemist hatta Fetişist inanç izlerinin toplumsal münasebetlerle ortaya çıkmış olabileceğini, Türklerin inanç sistemlerini müstakil olarak Paganizm/Şamanizm şeklinde ifade etmenin doğru olmayacağını ifade eder. Eliade'e göre Şamanlarda görünen extase haliyle ruhlar alemiyle temas kurma kurgusu, şifacı ve toplum tarafından önemsenen kimseler olmasını Paganistik etkilere bağlamış, bunun yanında Tengricilikte inanç ritüellerinde Şamanların bulunmamasının altını çizerek Türkleri Paganist/Naturalist kabul etmenin mümkün olmadığını ifade etmiştir. Aynı şeklide W. Barthold da Orhun yazıtlarındaki tespitlerinden sonra Türklerin inançlarının Şamanizm olmadığı kanaatini ortaya koyar ve Şamanik etkilerin bir dış etken olarak değerlendirmesi gerektiğini savunur.
Gök Tanrı İnancının Dinamikleri
Tengriciliği iki kutup üzerinde ele alabiliriz; Ruhçuluk ve Atacılık. Bu konuda derin araştırmalar yapan ünlü oryantalist J.P. Roux söz konusu inanç bütünlüğünü şu şeklide resmeder; 4 tür Ruh vardır. 1) Nesnenin ruhu, 2) Kişinin ruhu (eş), 3) Kabilenin ruhu, 4) Kötü ruhlar (çor). Ruhçuluk anlayışına göre her nesnenin, tabiat olayının, doğal varlığın bir ruhu vardır. Bir taşın ruhu olduğu gibi suyun, rüzgarın ruhu vardır. Kimi durumlarda bu ruhlar birleşir ve yeni bir ruh meydana getirir. Ruhlar çok güçlüdürler ve inisiyatif sahibidirler. Bu nedenle korkulan ya da fayda umulan ruhlara kurbanlar adanıp merhamet ya da fayda ümit edilir. Diğer taraftan Atacılık da Ruhçuluk ile ilişkili gibi görünür. Ölen ataların ruhları, ölümleri sonrasında da nesline yahut tâbasına fayda sağlayabilir, yardım edebilir. Bu düşünceyle kişiler ölmüş atalarına büyük hürmet gösterir, ölen kişiler çok güçlü kimselerse ruhları için belli zamanlarda hususi ritüellerle anılarak ruhları yüceltilmeye çalışılır.
Görüldüğü üzere Gök Tanrı inancı, disiplinli bir mekanizma yahut boşluk bırakmayan sıklıkta bir inanç bütünlüğü oluşturmadığından, inanç sınırları içerisindeki mantık boşlukları, temas edilen diğer inançlarla kolaylıkla doldurulabilmektedir. Bu nedenledir ki Gök Tanrı inancı, çok fazla detayı ve ritüeli olmayan, özünde çok güçlü ancak detaylarda çok gevşek bir inanç bütünlüğü söz konusu olduğundan güçlü ve detaylı inançların etkileyici mistik unsurlarından etkilenmiştir. Bu nedenle bugüne kadar ulaşan Gök Tanrıcılık inancı pek çok serüvenden ve etkileşimden geçerek, değişerek, gelişerek bugünkü halini almıştır.
Tengriciliğin dünya görüşünü analiz edecek olursak;
Tengri ne özel bir isim ne de sıfattır; bu bir makam adıdır. Türkler tanrıyı makamıyla anmışlardır. Orhun yazıtlarında geçen "Tengri teg tengride bolmış Türük Bilge Kagan" ifadesi Tengri makamını tasfir eder. "Tengri Teg" ifadesi "Tanrının değeri" şeklinde çözümlenebilir. Günümüzde kullanılan "Allahın Rızası" kavramına çok yakındır. "Tangri Teg Tengride Bolmış" cümlesi de "Tanrının rızası ile tanrılık makamında olmuş" anlamına tekabül eder. Tengri soyut bir makamı temsil etmekle birlikte Gök kavramı ile somutlaştırılır. Söz konusu makamın Göklerde bulunduğunu, tanrıya yakarış için gökün işaret edilmesi Gök ve Tengri kavramlarını bütünleştirir. Özünde tapınılan varlık en güçlü ruh olarak düşünülür, ona isim, sıfat ya da şekil atfetme gereği duyulmamış, kendisi makamıyla anılmıştır. Gök Tanrı (Kök Tengri) ifadesi gökteki tanrısal makam olarak düşünmek yerinde olacaktır.
Kut kavramı da diğer önemli bir dinamiktir. Tanrının doğrudan inisiyatifi ve seçilmişlerine baht verdiği düşüncesi Kut kavramı ile ifade edilir. Türkler hükümdarlarını ancak Kut Almış kişilerden seçerler. Bu nedenle hükümdar adayı kut aldığını ispat etmek durumundadır ya da çevresindekilerin ondaki kutu görmüş olmaları gereklidir. Kut kavramı bir mistik hal ya da sihirsel bir durum olarak görülmez. Tanrı, Kut'unu verdiği kişiye bunu verdiğini de açıkça söylemez. Kişi olağanüstü bir başarı göstermiş, halkının istikbaline hizmet etmiş yahut ona bey/hükümdar olabilmesi için şartları hazırlamışsa bu durum Kut'un alınmış olduğu düşüncesini teşvik eder. Kişi kut alıp almadığını bilmediği için aslında içindeki kutu arar. Bir fevkaladelik gösterir, büyük bir başarı elde eder ya da halkına çok faydalı olacak bir fikir üretirse bunu tanrının kendisine verdiği kuta bağlar. Türkler, liderlerine bağlılıklarına bu değer yargılarıyla karar verirler.
Tapınma adetleri konusunda ise yalın bir inanç biçimi göze çarpar. Türkerde rutin bir ibadet ritüeli söz konusudur. İbadete ayrılmış özel günler ve ibadet halinde uygulanan kimi eylemler mevcuttur. Tengricilik tümüyle teşekkür ve dua merkezli bir teamüle sahiptir. Kişi ruhlara kurban adayarak inisiyatif sahibi ruhların gönlünü hoş tutmayı ve gerektiğinde teşekkür etmeyi adet edinmişlerdir. Diğer taraftan bir beklenti söz konusu ise tanrılık makamı olan Göklere nida ederek dileiğini içinden geçirir. Ruhların en yücesinin kendisini duyacağına inanır. Türkçede Tapug olarak rastladığımız kavram bağlı olma ve teşekkür karşılıklarına sahiptir. Kaynaklarda görebildiğimiz kadarıyla Asya Hun döneminde hükümdarlar güneş doğarken otağlarından çıkar ve güneşe saygı sunarlardı. Aynı eylemi ayın doğuşu sırasında aya dönerek de yaptıkları görülmüştür. Bu tazim şekli Avrupa Hunlarında da görünmektedir. Bu saygı hali tazim şeklinde öne eğilerek gerçekleştirilir ve tazim sırasında mutlak suretle yüz kuzeye çevrilir. Uygur Türkçesine "Yükünme" olarak geçen bu eylem aslında eğilme ve secdeye kapanma eylemine yakın bir haldir. İbadetler için belirlenmiş özel günler bulunduğunu da biliyoruz. Koşo Çaydam'da bulunan Türk anıt mezarında geçen "Kül Tudun'un küçük kardeşi Tekeş ibadet gününde yapmış" ifadesine rastlarız. Buradan anlayacağımız üzere ibadetler için bellli günler söz konusudur ve toplu ibadet de mevcuttur. Özetle Eski Türklerde ibadet teamülü vardır ve eylemseldir. Yükünme (Secde), Kurban, Dua ve tazim ile bezenmiş bir inanç sistemi olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Eski Türkler gündelik hayatın içerisinde ibadet etmekten de keyif alıyorlardı. Çinli rahip Hüen-Çang, Türkistan'da bulunduğu dönemde Türkler için "ibadetten hoşlanırlar" ifadesini kullanmıştır.
Ahiret İnancı da Türklerin dünya ve din tasavvuru içerisinde mevcuttur ve inancın merkezinde yer alır. Ruhların ölmezliğine inanan dinlerden biri olan Tengricilikte aydınlıklar ve karanlıklar diyarı vardır. Aydınlıklar diyarı mutluluk ve refahın hakim olduğu ve Gök yüzünün üzerindeki katmanlar şeklinde tasavvur edilir. Karanlıklar diyarı ise yağız yerin altında bulunur, kötü ruhların ve kötülükler yapanların cezalandırılacakları diyarlar olarak tasavvur edilir. Ölüm ile toprağa gömülenler önce karanlıklar aleminde karşılanır. Burada iyilik ve kötülüklerinin muhasebesi yapılır. İyiliği ve mükafatı hakeden ruhlar, bulundukları karanlık diyardan tutulup çekilerek göğe çıkartılır ve ışıklar ülkesinde varlığını devam ettirir. Bu inanç bütünlüğüne göre bir mahşer günü de söz konusudur. Uluğ Kün olarak tasavvur edilen vaka dünyanın sonuna işaret eder. Ahiret hayatına genel olarak Kalgançı Çak (Gelecek olan çağ) denir. Özellikle Altay Türklerinde görebildiğimiz kadarıyla; insanların sayısı azalacak, insanlar kötülük yapmaktan çekinmeyecek, karanlık dünyanın kötü ruhu Erlik (Şeytan) yeryüzüne çıkacak, kişi oğlu Tengri'yi unutacak, nihayet Tengri Ülgen tüm kötü ruhlarla savaşıp onları yok edecek, herkes yok olduktan sonra tanrı -ölüler kalkınız- diyerek yeni çağı başlatacaktır.
Bu konuda önemli araştırmalar yapan Fransız ilim insanı Grousset, Türklerdeki ahiret inancını şöyle tasfir eder;
Kainat katların üst üste gelmesiyle oluşmuştu. Yukarıda on yedi kat aydınlıklar ülkesi olan gök ve altta yedi veya dokuz kat olan karanlıklar dünyası olan tamu bulunuyordu. Türkler göğün en yüksek katındaki makama sahip olan ruha itaat ederler.
Kader İnancı yine Eski Türklerin inanç bütünlüğü içerisinde önemli bir yere sahiptir. Eski Türkler, karşılaşacakları iyi/kötü şeylerin önceden tayin edildiğini düşünmüşlerdir. Ancak genel kader inancına benzemekle birlikte, kendi eylemleri iradelerine bağlı olduklarını düşünürler. Başlarına gelecek iyi/kötü şeyler bir yazgı, bunun karşısında yapacakları eylemler ise tercihleridir. Ayrıca yazgının değiştirilmesi de mümkün görünmektedir. Kaderin yazdığını bozmak şeklinde günümüzde de kullandığımız ezberin İslami bir karşılığı yahut dayanağı yoktur. Ancak bu kavramın kültürümüzün içerisinde yeri olması ve bugüne kadar gelebilmiş olması önemli bir ipucudur. Kader inancı konusunda tarihi verilerden elde edebildiğimiz bariz bir örnek te mevcuttur. Altay Masallarından biri olan Ay-Mangus'ta olayın kahramanı Mangus, düşmanın kız kardeşi ile evlenmiş, "Tanrı bana bu kızı yazdı" diyerek kaderi bozmamak için düşmanıyla savaşmaktan vazgeçmiştir. Burada kader yazgı olarak ifade ediliyor ve yazgının değişmesinden endişe ediliyor. Bariz şekilde gördüğümüz üzere Tengricilikte kader inancı farklı şekilde de olsa mevcuttur ve sosyal hayata yön veren önemli bir unsur olmuştur.
Söz konusu veriler Tengricilikle diğer Semavi inançların yakınlığını gösterdiği açıktır. Şu hususun altını çizmek gerekiyorki söz konusu inançların oluşumunda ya da şekillenmesinde islam ya da diğer semavi dinlerin etkisine rastlamamaktayız. Zira hem coğrafi hem de kronolojik olarak etkileşime rastlamıyoruz. Ancak yaptığımız karşılaştırmalar çok şaşırtıcı olmamalıdır. Söz konusu karşılaştırmaları Mısır, Amerind (Kızılderili), Grek, İskandinav, Hint, v.b. kadim mitolojilerle yaptığımızda da semavi dinlerle yoğun yakınlık ve benzerlik karşımıza çıkabiliyor. Mısırlıların Büyük Kaos'u, Amerindlerin Wakan Tanka'sı, İskandinavların buzul yokluğu, Hintlilerin sonsuz boşluğu semavi dinlerdeki yaradılış tasfirlerine yakındır. Dünyanın oluşumu, ilk insanın yaradılışı, ruhların inisiyatifi gibi pek çok unsur rasyonel bir bakış açısıyla yorumlandığında birbirleriyle eşleşmektedir. Öyle ki, Asya ile bağlarını en az 20 Bin yıl önce kopartmış olan Amerikan yerlileri Amerindlerin yaratılış mitlerinin Sümer Döneminde ortaya çıktığı düşünülen din ve mitolojilere bu denli benziyor olması fazlasıyla şaşırtıcıdır. Bu ve benzeri veriler ışığında pek çok tarihçi, teolog ve oryantalist, Dinlerin Sümer döneminde ortaya çıktığı görüşünden vazgeçmek gerektiğini, çok daha önceki tarihsel derinlikte tüm toplumları etkileyen bir innaç modelinin söz konusu olabileceğini, belki de insanların belli bir dönem aynı dili bile konuşmuş olabileceklerini düşünmektedirler.