Uygurların Kökeni
Uygurlar, tam anlamıyla bir Devlet teşekkülüne sahip olmadan önce Orta Asya'nın kuzey bozkırlarında yaşıyorlardı. Kadim Kuzey Türklerinden biri olan Uygurlar, 9 Oğuz boyundan teşekkül ediyorlardı ve bu münasebetle kaynaklarda daha çok Dokuz Oğuzlar ya da Uygur Tölesleri olarak anılmışlardır.
Tölesler, genel bir ifade olarak Kuzey Türkleri olarak tanımlanırlar. Uygurlar da Töleslerden olduğu kabul edilen 9 Boyun idari olarak bir araya gelerek (Budun) bir beyin önderliğinde birlikte hareket etmesiyle müstakil bir siyasi kimlik ve güç kazanmışlardı. Göktürk Kağanı Bumın, Tölesleri mağlup edip devletin unsurlarından biri haline getirdiği yıllarda (551) devletin hakimiyeti altındaki tüm bölgelerde yayılmaya ve etkinlik göstermeye başladılar. Göktürk Devletinin zayıfladığı dönemlerde bağımsızlık hareketine girişen Kuzey Türkleri, İlteber unvanlı P'u-sa önderliğindeki Uygur Tölesleri ve Sir Tarduş Tölesleriydi.
Uygurların Beyi olan İlteber, 627'de yüz bin kişilik Göktürk ordusunu mağlup ederek büyük itibar kazandı. Çin kaynakları İlteber'den şöyle bahseder; Mükemmel harp planları yapardı. Savaşta askerin önüne geçerek hücum ederdi ve az askerle çok iş yapardı.
Fetret dönemi olarak da yorumlanan; Birinci ve İkinci Göktürk Devletleri arasındaki devletsiz dönemde beyleri İlteber önderliğinde bağımsız hareket eden Uygurlar, 646'da İlteber'in ölümünden sonra yerine geçen Tu-mi-tu döneminde Çin'in vasalı durumuna geldi. Bu siyasete paralel olarak; 648 yılında bağımsızlık hareketine girişen Göktürk beyi Ch'epi'ye karşı Karluk ve Basmıllarla birlikte görevlendirildiler. Tu-mi-tu, siyasi çekişmeler nedeniyle 648 yılında öldürüldü. Ancak bu durum Uygurların Çin'e karşı olan siyasi tutumunu değiştirmedi. Tu-mi-tu'nun ardından Uygurların başına geçen Po-jun da aynı siyaseti güderek Çin hakimiyetini tanımayan Batı Göktürk beylerinden Aşina Ho-lu'ya karşı gönderilen ordunun içerisinde 50 Bin kişilik kuvvetle yer aldı. Po-jun'un 664'de ölümü üzerine yerine kız kardeşi Pi-li-tu geçmişti. İkinci Göktürk Devleti'nin kurulduğu yıllarda ise Uygurların başında yine İlteber unvanıyla Tu-chie-chih bulunuyordu.
İkinci Göktürk Devleti kurulduğu yıllarda bağımsızlığını koruyan ve Çin ile vasal/müttefik siyaseti gütmeye devam eden Uygurlar, 717'de Bilge Kağan tarafından mağlup edilerek Göktürklere tabi oldular. Kargon'da yaşanan savaşta mağlup olan Uygur İlteberi batıya kaçınca Uygur Tölesleri kolayca doğrudan Göktürk hakimiyeti altına girdi. Ancak dahil oldukları oğuz birliği (Dokuz Oğuzlar) devlette ortaya çıkan hemen her zafiyette isyana teşebbüs etmiş, yeniden bağımsız olmanın yollarını aramıştır. Bağımsızlıklarını elde etmeleri de yine bir isyan neticesinde mümkün olmuştur. Uygurlar, Göktürk kağanı Ozmış'ı mağlup edip öldürerek bağımsızlıklarına ulaşırken İkinci Göktürk Devletinin de yıkılışına yol açtılar.
Göktürk Devleti'nin ortadan kalkması üzerine Basmıllar idaresinde yeni bir kağanlık kuruldu. Bu kağanlığın müttefiki olan Uygurlar da sol yabguluğu oluşturdular. Diğer oğuz boylarının katılımıyla güçlenen Uygurlar, Karluklar ile ittifak ederek Basmılları mağlup ettiler ve yönetimi ele geçirdiler (744). Karluk Beyi Sol Yabgu, Uygur Beyi ise Kutluk Bilge Kül Kağan unvanı alarak büyük kağan oldu.
Kutluk Bilge Kül Kağan Dönemi (744 - 747)
Kül Kağan, kuvvetle elde ettiği makamını siyaseten de tesis etmek için diplomatik faaliyetlere girişti ve hakimiyetinin meşrutiyetini sağlamak için çevre ülke ve beylere elçiler gönderdi. Elbette en mühim elçilik heyeti Çin'e gönderilendi. Çin, gelen elçileri muhatap devlet statüsünde karşılayıp elçileriyle birlikte hediyeler gönderdi. Böylelikle Altaylar'dan Mançurya'ya kadar tüm Doğu Göktürk topraklarında sağlanan hakimiyet Kül Kağan döneminde pekişti ve Uygurların Devlet teşekkülü yerleşmiş oldu. Ancak Kül Kağan'ın hakimiyeti uzun sürmedi. 747'de vefatı üzerine yerine oğlu Moyen-Çor (Bayan-Çor), Tengride Bolmış İl İtmiş Bilge Kağan olarak tahta geçti.
Moyen-Çor Dönemi (747 - 759)
Moyen, Babasından devraldığı devleti her anlamıyla yükselten, yücelten ve Uygurlara tarihin en parlak dönemini yaşatan kağan olarak tarihe geçmiştir. Öyle ki bu dönem Göktürklerde olduğu gibi taş abidelere kazınacak kadar kıymetlidir. Şine-usu kitabesinde kaydedildiği üzere;
Önce Dokuz Oğuzları toplayarak kuzeyde Kırgızlar, batıda Karluklar ve onların müttefiki Türgişler ve Basmıllar üzerine yürümüş, Sekiz Oğuz, Dokuz Tatar ve Çiklerle mücadeleye girişerek itaat altına almıştır. Böylelikle Göktürkler döneminde olduğu gibi; İç Asya güçlü bir Türk Kağanlığı etrafında yeniden bir araya gelmiştir.
Talas Savaşı (751)
Bozkırın yeni kağanlığı Uygurlar yükselişe geçerken Çin iç karışıklıklarla meşguldü. Batı Göktürklerin yıkılmasıyla İç Asya'da varlığını sürdüren Türk beylikleri, birlikte hareket edemediklerinden zayıf düşmüş ve Çin tarafından istila edilerek itaat altına alınmıştı. Çin, Batı Göktürk topraklarına kolayca hakim olurken Orta Doğu'da çok önemli bir gelişme yaşandı. Arap İslam Devletinde Emevi Dönemi son bulmuş, yerine Abbasiler hakimiyeti ele geçirmişti. Emeviler döneminde İç Asya'da bulunan Türkler İslam toplumları ile temasa geçmiş olsalar da Emevi yönetiminin katı tutumları nedeniyle İslamlaşmayan bir kısım Türk kitleler, Abbasilerin iktidara gelmesi ile yakın ilişkiler geliştirmeye başladılar. Sınırlarını doğuya genişleten Abbasiler ile Göktürk topraklarına hakim olan Çin sınır komşusu haline gelmişti. Tarihe Talas Savaşı olarak geçen hadise bu atmosferde gelişmiş, savaşın nedeni ise yine bir Türk Beyliği olmuştur;
Yıkılan Türgiş devletinin bakiyelerinden olan Kara Türgişler, Çin'in müttefiki olarak kalmak şartıyla bağımsızlığını koruyabilmişti. Ancak Çin'li komutan Gao Hsien-Çi, Türgiş Kağanı Bahadır Tudun'u haksız yere öldürtüp mallarını yağmalayınca kaçmayı başaran oğlu Araplardan yardım istedi. Bunun üzerine Abbasi Horasan Valisi, büyük bir orduyla Kara Türgişlerin başkenti Taşkent'i muhafaza etmek amacıyla sefere çıktı.
Bu mücadelede Uygurlar, Çin ile geliştirdikleri sulh siyasetine uygun olarak önce Çin tarafında yer aldı. Ancak devletin sol yabluğuna sahip olan Karluklar, Abbasilerle görüşerek ittifak kurdular. Bu ittifaka Yağma ve Çiğil Türkleri de katıldı. Nihayet, iki ordu Talas nehri yakınlarında (Kırgızistan) karşı karşıya geldiler. Taktik gereği önce Çin ordusu saflarında yer alan Türkler (Karluk, Yağma, Çiğil, v.b.) savaşın başlamasından sonra Çin ordusunu arkadan kuşattılar. Sayıca daha güçlü olan Çin ordusu, bu ağır darbe karşısında mücadeleyi sürdürmekte oldukça zorlandı. Nihayet 5 gün süren çetin mücadelenin sonunda Çin ağır bir mağlubiyet alarak geri çekilmek zorunda kaldı.
Talas Savaşı, üç taraf içinde (Araplar-Türkler-Çinliler) mühim neticelere yol açtı. Abbasiler Çin ile temas ettiler. Bu temas neticesinde matbaa ve barut tekniklerine ulaştılar. Bu tekniklerin Arap İslam Devleti'nin siyasi ve kültürel gelişiminde fevkalade etkisi olmuştur. Türkler ise Emeviler zamanında; özellikle Halife Velid döneminde uygulanan katliamlar nedeniyle (Talkan-Cürcan Katliamları) İslam kütleleriyle yakınlaşmamış, ancak Abbasiler döneminin makul siyaseti ve Talas Savaşındaki ittifak vesilesiyle daha müspet bir siyaset izlenmiş, böylelikle Türklerin İslam'a intibak etmeleri mümkün olabilmişti. Ayrıca Tarım Havzası (Turfan) Uygurların hakimiyetine girmiştir. Çin ise bir savaştan çok daha fazlasını kaybetti. Bu beklenmedik mağlubiyet üzerine saygınlığını yitiren Çin İmparatoru bir iç isyanla karşı karşıya geldi. Anneden Türk olan An-lu-shan adlı bir komutan, 200 Bin kişilik ordusuyla Çin'in iki başkenti Lo-yang ve Ç'ang-an'ı zaptetti (757). İmparator, bu isyandan kurtulmak için Uygurlardan yardım istemek zorunda kaldı. Moyen Kağan, sefere çıkarak isyanı bastırdı ve İmparatoru kurtardı. Ancak T'ang İmparatoru, kaybettiği itibarını geri kazanamadı. Uygurlar artık Çin'e tepeden bakıyordu. Öyle ki; Kağan, Çinli elçileri sedirde oturtarak kabul ediyor, İmparatorun gönderdiği hususi hediyeleri hatta hakimiyet mührünü bile, kıymet vermediğini göstermek için komutanlarına dağıtıyordu.
Moyen Kağan 759'da öldüğünde ardında son bozkır kağanlığının en parlak dönemini bıraktı. Yerine oğlu Bögü Kağan geçti.
Bögü Kağan Dönemi (759 - 779)
Bögü, Tengride Kut Bulmuş İl Tutmış Alp Külüg Bilge Kağan unvanıyla tahta çıkmasıyla Çin politikasında değişikliğe gitti. Adet olduğu üzere tebrik için gelen Çin elçilerini hiç hoş karşılamadığı gibi İmparatorluğun onuruna dokunacak muamelelerde bulundu. Buna karşılık eski Kağan'ın İmparatorun kızıyla evli olması dolayısıyla akrabalık bağlarını öne çıkartıp getirdikleri çok kıymetli hediyelerde söz ederek kağanı etkilemeye çalışsa da Bögü Kağan'ın amacı Çin'i otoritesi altına almaktı.
Çok geçmeden Çin sınırına yakın Uygur kuvvetleri Çin içlerine akınlar düzenlemeye başladılar. Aslen Töles Türkü olan Çinli komutan P'u-ku, bu akınları önlese de Çin'de yaşayan Uygur Türklerinin sayısı artmış, Türk tüccarlar müstakil hareket eder olmuştu. Hatta kimi zaman taşkınlıkta bulunsalar da Uygurların gücü dolayısıyla Türklere geniş müsamaha gösterilir olmuştu.
Talas Savaşı'nın ardından Çin'de yaşanan iç karışıklıklar son bulmadı. Moyen Kağan'ın yardımıyla iç isyan bastırılsa da bu kez batıdan gelen Tibetlilerin istilalarına karşı yeterli mukavemet gösterilemedi. Tibetliler İmparatorluğun batı merkezini ele geçirmiş, Çin içlerine doğru ilerleyişe devam ediyorlardı. İmparatorluk bir kez daha Uygurların yardımını istedi. Bögü Kağan, Lo-yang Seferi ile Tibetlileri püskürtüp Çin'in himmet ve kendisine bağımlılığını pekiştirdi. Ancak bu seferin beklenmedik sonuçları olacaktır.
Uygurların Maniheizm İnancına Geçmeleri
Bögü Kağan, Çin'i istilacı Tibetlilerden kurtarmak için başlattığı Lo-yang seferinde Maniheist bir zümreyle karşılaştı. Gnostik Mezopotamya inançlarından beslenen Budizmin bir türü olan Meniheizm; asırlardır Çin'de etkisini gösteriyor, geniş kitlelere yayılamasa da yerleşik hayatı benimseyen kitlelerce bir tür manevi huzur arayışı için mistik bir sosyolojik atmosfer sunuyordu. Uygurlar da tıpkı Göktürkler gibi konar-göçer yaşam sürüyor ancak fırsat bulduğunda bu müşküllü yaşam şeklini terk etmeyi ve yerleşik yaşamın konforuna sahip olmayı arzuluyordu. Maniheizm tam anlamıyla bir yerleşik toplum inancıydı ve yaşam mücadelesi, savaşlar ve acılarla yoğrulan insanlar için bir tür manevi arınma vaat ediyordu (1).
Bögü Kağan, Lo-yang'da karşılaştığı zümreden dört rahibi Karabalsagun'a getirdi. Önce kendisi ve uruğu (sülalesi), ardından tüm Uygurlar tarafından benimsenmesi için yoğun çaba içerisine girdi. Hatta bu inancın Çin'de yayılabilmesi için siyasi gücünü kullanmaktan çekinmedi. Adeta bir misyoner gibi hareket ederek İmparator'a baskı yaparak Çin topraklarında yaptırılacak Mani tapınaklarına müsaade edilmesi emrini verdi. Uygurların tahakkümü altına girmiş olan T'ang İmparatoru, tahtının koruyucusu olarak gördüğü Bögü'nün bu isteğine karşı gelemedi (768).
Maniheizm, Türk kültürü ve alışkanlıklarına fazlasıyla aykırıydı. Et, süt ve tüm diğer hayvansal gıdaları reddeden, her ne sebeple olursa olsun savaş ve kavgayı yasaklayan, hayvancılığı topyekun kaldırıp yerine mülkiyet hakkı bulunmayan tarlalarda çalışmayı zorunlu kılan ve toplumun ruhbanlar tarafından idare edildiği bu inanç modeli, belki de Türkler tarafından benimsenebilecek en aykırı dinlerden biriydi. Ancak Bögü, ısrarla uyguladığı ve başarılı modellerle hayata geçirdiği bu inanç devrimini hayata geçirebildi. Üstelik daha önce olduğu gibi yalnızca kağan ailesi ve yakın çevresi tarafından değil tüm Uygur toplumu tarafından benimsenerek sosyo-kültürel yapının en önemli unsurlarından biri haline gelmesini sağladı. Öyle ki; Maniheizm inancı çevresinde gelişen ilim, sanat ve edebiyat o güne kadar ulaştığı en yüksek seviyeyi teşkil etmiştir.
Maniheizm, bir yönüyle sosyal yapıyı tesis etme ve yerleşik hayatı modelleme çabası olarak başarılı olmuşsa da diğer yönüyle Türk kültürünü ve devleti ayakta tutan asli gücü tahrif etmiş, zamanla zafiyete yol açmış, nihayetinde Uygurların yıkılışına zemin hazırlamıştır. Savaşçı ve mücadeleci kimliklerini kaybetmeye başlayan Türkler, adım adım konar-göçer yaşamı terk ederek yerleşik hale gelmişler, olası bir düşman saldırısı karşısında şehirlerinde savunmasız kalmışlar, askerlik ayrı bir toplumsal sınıf haline geldiğinden halk kendisini savunamaz duruma gelmiştir.
Bögü Kağan'ın Maniheizm inancınını benimsemesi, bu denli önemsemesi ve devlet nezdinde itibar göstermesi tartışmalı bir meseledir. Ancak Bögü'nün "ben merkezli" bir anlayışla kendi tasavvurunu toplumuna dayattığı düşüncesi fazlasıyla yüzeysel ve konformist bir yaklaşım olur. Çok açık ki; Bögü, örneklerini ancak yakın tarihte görebileceğimiz bir tür toplumsal dönüşüm hedeflemiştir. Ne Çin ne de diğer milletlere hayran ya da kimliğini kaybetmiş bir Türk kağanı profili çizmez. Bilakis, Çin'i tahakkümü altına almış, T'ang İmparatoruna tepeden bakar bir siyaset benimsemiş, bulunduğu coğrafyada da kendisinden güçlü bir devlet ya da toplum söz konusu olmamıştır. Belki Türkleri yerleşik hayata entegre etmek için bir sosyal model, belki de Çin'i toprakları ve insanlarıyla fethetmek üzere de meyvelerini asırlar sonra verecek uzun soluklu bir fetih hamlesine girişmişti.
İhtilal ve Hanedan Değişikliği
Bögü Kağan, Çin üzerinde uyguladığı sistematik tahakkümü büyük bir fetih hareketiyle neticelendirmek üzere harekete geçti. Amacı T'ang İmparatorluğunu yıkıp Çin'i toprakları ve insan kaynağı ile topyekun kendisine bağlamaktı. Ancak Kağan'ın bu hamle beklenmedik bir ihtilalle akamete uğradı. Bögü'nün evlatlığı ve aygucısı (vezir) Tun Baga Tarkan, Kağan'ı bu seferden vazgeçirmeye çalıştı. Ancak Çin'in fethiyle elde edilecek ekonomik ve siyasi güçten vazgeçirebilecek bir neden ortaya koyamamıştı. Üstelik Çin, belki de tarihinde ilk kez bu denli zayıflamış, Türkler de Çin'i Göktürkler döneminde olduğundan bile daha yoğun bir baskı ve tahakküm altına almıştı. Tun Baga Tarkan, Bögü Kağan'ı Çin Seferinden caydırmaya ikna edemeyince gerçekleştirdiği kanlı bir ihtilal ile ortadan kaldırıp yerine geçti (779).
İlk bakışta Baga Tarkan, taht düşkünü bir muhteris ya da fırsatçı bir ihtilalcı, mübalağa edecek olursak Çin taraftarı bir yandaş olarak görülebilir. Ancak su götürür bir mesele olan Baga Tarkan İhtilâli tevil gerektirir. Bögü Kağan Uygurları yüceltmiş, Çin'i, katı bir tahakküm altına almış, devletini ve toplumunu zenginleştirmişti. Ancak doğrudan evlat edindiği, ailesinden biri tarafından öldürülmesine yol açacak ne yapmış olabilir diye düşünmek gerekir.
Bögü, sahip olduğu kudret ve gücü halkına karşı kullanmaktan geri kalmıyor, hatta varlığını borçlu olduğu milletini kendisinden aşağı görüyordu. Oysa Babası Moyen Çor, Türk kültüründe ve devlet teamülünde yer etmiş anlayışa göre vazifesinin halkına hizmet olduğunu, bu nedenle halkına önem vermesini vasiyet etmişti. Üstelik Kağan kendisini halktan ayırarak sarayda yaşamaya başlamış, Uygurlu tüccarlar üzerinden elde ettiği muazzam servetin ihtişamına kapılmıştı. Baga Tarkan'ı muhafazakar bir Türk asilzadesi olarak değerlendirirsek ihtilal için yeterli dayanağın oluştuğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Çin'in fethedilmesi fikri hem oldukça iddialı hem de fevkalade tehlikeli neticelere gebedir. Gerek Hunlar, gerekse Göktürkler bunu daha önce denemiş ancak elim neticelerle sonuçlanmıştı. Hatta Tabgaçlar bunu başarmış ama nihayetinde nüfus olarak baskın olamadıklarından asimile olarak Çinlileşmişlerdi. Bögü Kağan'ın da toplumun dinini değiştirmesi, Çinliler gibi yerleşik hayata teveccüh göstermesi, kendisinin de sarayda ihtişam içerisinde yaşaması, adeta tekerrür edecek tarihin habercisi gibiydi. (2)
Tun Baga Tarkan, Bögü Kağan ile birlikte yakın akrabalarından tahtta hak iddia edebilecek herkesi hâl ederek ortadan kaldırdı. Zira Baga, Bögü'nün öz oğlu değildi, Bögü tarafından evlat edinilmişti. İhtilaldan sonra Uygur saltanatı, Yağlakar sülalesinden Bilge Tonyukuk'un uruğu olan Aşide (Arslanlar) sülalesine geçmiştir.
Tun Baga Tarkan Dönemi (779 - 789)
İhtilaldan sonra Alp Kutluk Bilge Kağan unvanı ile tahta oturan Baga, Çin politikasında değişikliğe gitti. İç meselelerini halleden T'ang İmparatorluğu Bögü ve Moyen Çor zamanında olduğundan daha istikrarlı bir profil çizer. Kendisi de ihtilal ile tahta geçtiğinden önceleri mutedil bir politika izlemiştir. Diğer taraftan devletin ve halkın başlıca geliri olan Çin'deki Türk ve Soğdlu tüccarların sahip olduğu imtiyazları kaybetmek istememiştir. Ancak buna rağmen 780'de tahta geçen İmparator Te-tsung, Uygurlu tüccarları sınır dışı edilmesini emretti. Sayıca kalabalık ve ekonomik olarak da güçlü durumda olan tüccarlar, Uygur devletinin desteğini de arkalarına almıştı. İmparator, önceleri bu durumdan çekinse de Çin siyasetinin en vurucu argümanı olan beşinci kol faaliyetleri sayesinde bu sorunun üstesinden geldi. Çin'de bulunan Türk beyleri arasında nifak çıkartarak önce birlik olmalarını engelledi, ardından aralarında çatışmalar çıkmasını sağladı. Nihayet Çin'de hem ekonomik hem askeri anlamda güç ve nüfuz sahibi olan Tudunları ortadan kaldırarak topraklarındaki bu imtiyazlı Türk kitlelerden kurtulmayı başardı.
Baga Tarkan, Çin'in bu agresif politikasına karşı mutedil bir politika izledi. Kıymetli hediyeler eşliğinde gönderdiği elçiler Uygur-Çin ilişkilerini iyileştirmeyi ve sorunların görmezden gelinmesini sağlamaya çalışsa da başarılı olunamadı. Ancak Baga Tarkan, belki de en büyük hatasını Shat-o Türklerinin desteğini kaybetmesi oldu. Vergileri arttırılıp mallarına el konan Şato Türkleri, Uygurlara bağlılıklarını koparıp Tibetlilerle ilişki içerisine girdiler. Ardından yine Tibetlilerle birlikte hareket ederek Beşbalık'ı işgal ettiler (786). Birkaç yıl içerisinde Doğu Karlukları da bu ittifak içerisinde yer alınca Beşbalık tümüyle kaybedildi. Şato Türkleri ve Karlukların desteğiyle Orta Asya'nın yeni gücü durumuna yükselen Tibetliler, Çin unsurlarını da püskürterek Çungaryanın gerisine çekilmesini sağladı.
Tun Baga Tarkan, bu kaos ortamında yaşamını yitirdi (789). Yerine oğlu To-lo-ssu geçti.
Tolossu Dönemi (789 - 790)
Ay Tengride Kut Bulmış Külüg Bilge unvanıyla tahta çıkan Tolossu, öncelikli mesele olarak Beşbalık sorunuyla karşı karşıya kaldı. Beşbalık halkı Çin'e giderken Uygur topraklarından geçmek zorundaydı. Bu nedenle Uygurlar ile iyi geçinmek zorundaydılar. Hatta halkın Uygurların idaresinden çıkmak istedikleri pek söylenemez. Ancak Baga Tarkan döneminde arttırılan vergiler nedeniyle Uygurlara tabi olan pek çok aşiret Tibetlilerle ittifak etmişti. Çin de Uygurlar aleyhine gelişen bu politik ortamı destekliyordu. Ancak Tolossu, tüm bu dezavantajlara rağmen Beşbalık'ı geri almayı başardı.
Yeni kağan Beşbalık'ın fethinden kısa süre sonra beklenmedik bir şekilde öldü. Kağanın sebebi anlaşılamayan ölüm üzerine kardeşi, devlet geleneklerini hiçe sayarak kendisini kağan ilan etti. Yaşanan bu olay nedeniyle Tolossu'nun ölümü ile ilgili bir takım söylentiler ortaya çıktı. Olağan şüpheli olan kardeşi ya da karısı tarafından zehirlendiği düşünülüyordu. Devlet erkanı ve ileri gelenler hem Tolossu'nun katline sebep olmak hem de ülkeyi ele geçirme teşebbüsünden ötürü Tolossu'nun kardeşini öldürüp yerine henüz 16 yaşında olan oğlu Feng Ch'eng tahta oturtuldu.
Feng Ch'eng Dönemi (790 - 795)
Tolossu'nun oğlu Feng henüz çok gençti. Ancak babası Tolossu'nun aygucısı (vezir) Chio-ssu, yeni kağanı himaye edip öz evladı gibi benimseyerek muhafaza etti. Chio-ssu, aynı zamanda Beşbalık'ı düşman işgalinden kurtaran komutan olarak da büyük saygı görüyordu. Genç kağanın tahtta kaldığı beş yıllık dönemde Uygurlar toparlanma fırsatı bulmuştu. Ancak 795'de ardında erkek evlat bırakmadan ölmesi üzerine devlet erkanı tahtta saltanat değişikliğine giderek Kutluk Bilge'yi kağanı başa geçirdiler.
Kutluk Bilge Dönemi (795 - 805)
Ay Tengride Ülüg Bulmış Alp Uluğ Bilge unvanıyla tahta geçen Kutluk Bilge, yağlakar soyadını taşıyordu. Ancak Hsieh-tieh kabilesine mensuptu. Bu nedenle kendisinin evlatlık olduğu sanılır. Diğer taraftan Tun Baga Tarkan'ın torunu olduğuna dair söylentilerde mevcuttur.
Kutluk Bilge halk tarafından çok sevilen bir Türk büyüğüydü. Bu yönüyle halkın desteğini arkasına alan bir kağan olmuştur. İlk iş olarak iç meselelerin halline çalışmıştır. İsyan eden Karluklar üzerine yürüyerek tümüyle kendine tabi kıldıktan sonra Kırgızlar üzerine sefer etti. Bu sefer kendisini efsanevi bir kişilik haline getirmiştir. Zira Kırgızlar Moyen Çor döneminde bile tam anlamıyla itaat altına alınamamıştı. Ayrıca Tibetlilerin Doğu Türkistan bölgesindeki nüfuzlarını ortadan kaldırdı. Uyguladığı başarılı politikalarla Uygurların bugünkü yurdu olan Doğu Türkistan bölgesini tam anlamıyla bir Uygur şehri haline getirdi.
Uygurları yeniden parlak dönemlerindeki güce ulaştıran Kutluk Bilge, 805 yılında beklenmedik bir şekilde vefat etti. Bu dönemden sonra Uygurlar eski güçlerine tekrar kavuşamadılar. Kutluk Bilge döneminden sonrası Uygurlar için duraklama ve yıkılış dönemi olarak değerlendirilir.
Külüg Bilge Dönemi (805 - 808)
Kutluk Bilge döneminden sonra Uygurlar Çin için daha az önem arz etmeye başlar. Bu nedenle Külüg bilge dönemine ait pek az kayıt mevcuttur. Bu döneme dair hatırı sayılır bir gelişme yaşanmamakla birlikte Mani dininin yeniden yükseliş göstermeye başladığını anlıyoruz. Kaynaklarda geçtiği üzere; Külüg Bilge, tahta çıktıktan bir süre sonra Uygur elçileri ve Mani rahipleri Çin başkentinde bir tapınak inşa etmişlerdir.
Alp Bilge Dönemi (808 - 821)
Külüg Bilge'nin vefatından sonra yerine geçen kağanın adı bilinmemektedir. Ay Tengride Kut Bulmış Alp Bilge unvanıyla tahta oturan kağan döneminde en önemli mesele Tibetliler ile yaşanan sorunlardı. Tun Baga Tarkan döneminde Uygurlardan ayrılıp Tibetlilerle ittifak eden Şato Türkleri, Alp Bilge döneminde Ötüken'e gelerek Uygur Kağanına biat ettiler. Önemli bir müttefiki kaybeden Tibetliler, buna rağmen büyük bir sefere girişerek Uygur başkenti Karabalsagun'a kadar ilerlediler. Geçmişte kaybettikleri Beşbalık'ın intikamını almak üzere başlattıkları bu sefer Alp Bilge tarafından bertaraf edildi. Tekrar mağlup olmalarına rağmen Tibet saldırıları son bulmadı. İpek Yolunu ele geçirmek amacıyla Turfan bölgesi ve doğusuna taarruzlarda bulundular. Ancak başarılı olamadılar.
Çin ile ilişkiler ise yeniden karşılıklı temkin ve itidal düzeyine oturdu. Daha önce Uygurlara karşı agresif siyaset yürütmeye başlayan Çin daha mutedil, Çin'i tahakküm altına almaya teşebbüs eden Uygurlar ise daha temkinli bir siyaset benimsediler. Alp Bilge, Çin ile akrabalık bağı kurmak için Çinli bir prensesle evlenmek istediğini iletti (813). İmparator, evlilikle doğacak mali yükümlülükler nedeniyle bu evliliği gerçekleştirmekten kaçınsa da reddedemedi ve oyalama yoluna gitti. Ancak Kağan'ın ısrarı üzerine 820 yılında evlilik gerçekleşti. Böylece Çin ve Uygurlar yeniden akrabalık bağı kurup sulh zemininde bir politika benimsemiş oldular.
Yeniden yükselişe geçen, en azından istikrarlı bir dönem yaşayan Uygurlar, giderek yerleşik yaşama intibak etmişler, bu durumun bir tezahürü olarak da Maniheizm inancı toplum nezdinde yayılmıştı. Bu yayılım Alp Bilge dönemindeki istikrarla pekişti. Ayrıca Uygurlar, Çin'de ki Maniheistlerin de güvencesi durumundaydı. Bu istikrar dönemi Mani inancının Çin'de bir miktar daha yayılmasını sağlamıştır.
Alp Bilge 821 yılında vefat ettiğinde Uygurların son parlak dönemi son bulmuş oldu. Varisi olarak yerine geçen Alp Küçlüğ ve ardından gelecek Kağanlar ülkeyi idare edemeyecekler, devlet adım adım yıkılmaya başlayacaktır.
Duraklama ve Yıkılış Dönemi (821 - 839)
Kün Tengride Ülüg Bulmış Alp Küçlüğ Bilge Kağan döneminde istikrar bozulmaya, Uygur sarayında entrikalar baş göstermeye, suikastlar yaşanmaya başladı. Alp Küçlüğ, doğrudan Kağanlık makamı etrafında yaşanan iç karışıklıklar nedeniyle Çin ile ilişkilere özen göstermiştir. Bu politika ekseninde ilk olarak Çinli prensesle evlenmek üzere harekete geçti. Çinli Prenses, beraberinde adeta bir uğursuzlukla geldi. Önce Tibetlilerin saldırıları yeniden başladı, ardından prensesler aracılığıyla Çin'in geleneksel entrika politikaları hayata geçirildi. Alp Küçlüğ, bilinmeyen bir nedenle birkaç yıl sonra vefat etti ve yerine kardeşi Hazar Tegin geçti (824).
Hazar Tegin döneminde T'ang İmparatorluğu iç meselelerini halletmiş, Uygurları gerektiğinde yardımı istenecek bir müttefik olarak değil sorunlu bir komşu olarak görmeye başlamıştı. Yeniden güçlerini kazanıp Çin üzerinde tahakküm kurmasının önüne geçmek üzere kullanılan Çinli prensesler Hazar Tegin'in basiretsiz yönetimi döneminde yürüttükleri entrikalarla Uygurları iç meselelerle meşgul etmeyi başarmışlardır. 8 yıl süren Hazar Tegin dönemi, yeğeni Külüg Boga tarafından öldürülmesiyle sonuçlandı (832).
Hu, selefi Hazar Tegin'in ölümü üzerine tahta geçse de geçmişten gelen sorunları çözebilecek kudrete sahip değildi. Yedi yıllık hakimiyeti döneminde varlık gösteremeyip Çin'in güçlenmesi karşısında Uygurların akamete uğramasına yol açtı. Kendisinden beklenenleri hayata geçiremeyen Hu'nun akıbeti, selefi Hazar Tegin gibi ihtilal ile öldürülmek oldu. Aslında ihtilal hazırlığında olan nazırlarını (An Yün-ha ve Ch'ai-tsao) önceden haber alıp öldürtmüştü. Ancak başkentin dışında olan nazırı Kürebir, olanları haber alıp Şato Türkleri ile anlaşarak kağanın üzerine yürüdü. Yaşanan bu olaylar neticesinde Hu öldürüldü ve yerine saltanat varisi Ho-sa Tegin kağan ilan edildi (839).
Hosa, tahta geçtikten kısa süre sonra sert bir kış dönemi yaşandı. Var olan siyasi kaosun yanında ekonomik sorunlar da baş gösterdi. Ülkede artan huzursuzluk ve kağanın tüm bu sorunların üstesinden gelemeyişi Uygurların sonunu hazırladı. Külüg Baga adlı bir komutan Kırgızlarla anlaşarak yüz bin süvarilik bir kuvvetle Uygur başkentine yürüdüler. Hazar Kağanı öldürüldü, tüm malvarlığı Kırgızlar tarafından ele geçirildi. Böylece Orhun'da Hunlar ve Göktürklerden sonra Uygurlar dönemi de sona erdi ve mirası Kırgızlar devralmış oldu.
Uygur Şehir Devletleri
Büyük Uygur Devleti'nin Kırgız saldırılarıyla yıkılmasından sonra Uygur tarihi için ikinci evre başlar. Devletin yıkılmasıyla Ötüken'den göç eden kalabalık kitleler, yerleştikleri kentlerde özerk idareler oluşturmuş, bağımsız hareket etmiş ancak yayılımcı politikalar izlememiştir. Yerleşik hayata geçerek ticaret merkezli bir yaşam modeli inşa eden Şehirli Uygurlar, ilerleyen yüzyıllarda Çin ve Moğollar ile yakın münasebetler geliştirerek sayıları az olsa da dil, kültür ve nüfus varlıklarını devam ettirebilmişlerdir.
Uygur göçleri disiplinli ve planlı bir güzergahı takip etmez. Doğu, Batı ve Güney göçleriyle dağılan kitleler, 9. yüzyıldan itibaren birbirleriyle irtibat kurmadan hareket etmiş, bir kısmı diğer milletler içerisinde kaybolurken varlığını devam ettirebilenler günümüz Uygur Türklerini teşkil etmiştir.
Batıya Göç Eden Kitleler; Devletin batı kolunu teşkil eden Karluklar olarak kimliklerini koruyarak ilerleyen yüzyıllarda Karahanlılar, Selçuklular, v.b. İç Asya devletlerinin demografik yapısı içerisinde yer ettiler.
Doğuya Göç Eden Kitleler; Moğol kabilelerinin hakimiyeti altına girdiler ve zamanla asimile oldular.
Güney Göçleri; En yoğun göç yolu olmuştur. Bir kısım kitleler Tibet topraklarına göç edip asimile olurken Sarı Nehir batısına (Doğu Türkistan) yerleşen Uygurlar burada tekrar Kırgızlar ile karşılaşmış, üç kola ayrılarak Sha-chou, Kansu, Turfan şehirlerine yerleşmiştir. Sha-chou'ya yerleşenler varlık gösteremeyerek zaman içerisinde ortadan kalktılar. Ancak Kansu ve Turfan Uygurları, ticaret ve diplomasideki maharetleri sayesinde varlıklarını asırlar boyu sürdürebilmiştir.
Sha-Chou/Şasu Uygurları (Beyaz Uygurlar)
Kırgızların Ötüken baskınından sonra yurtlarından kopan Beyaz Uygurlardan bir kısım, iki tigin idaresinde güneye indiler. Hürmüzd (3) ve Üge (4) önderliğinde Çin'in kuzeyinde bulunan Sha-Cho kendine yerleştiler. Maniheizm inancına bağlı olan bu kitle, giydikleri beyaz elbiseler münasebetiyle kendilerini "Beyaz Giymiş Göğün Oğulları" olarak adlandırılmış, bu nedenle Beyaz Uygurlar olarak anıla gelmiştir.
Sah-Chou kentine yerleşen Hürmüzd Tekin önderliğindeki Uygurlar Çin'e tabi oldular. Üge Tekin liderliğindekilerse varlıklarını güvence altına almak amacıyla Çin ile diplomasi geliştirmeye ve müttefik olmaya çabaladılar. Bu amaçla 5 İl Ügesi (vezir) T'ang İmparatorluğuna elçi olarak gönderildi. Çin, yardım talebini reddetmese de bu yardım Üge Tekin'in düşündüğü kadar kapsamlı olmadı. Kağanlığı kurtaracak bir yardım beklenirken yanlarında yalnızca ödemesi daha sonra alınmak üzere bir miktar buğday alabilmişlerdi (841).
Çin'den beklediği desteği alamayan Üge Tekin, kendilerini Çin'e ilhak eden Hürmüzd Tekin'in tebaasını kendisine bağlamak ve nüfus olarak güçlenmek için harekete geçti ve İmparatordan soydaşlarının kendisine teslim edilmesini istedi. Bu isteği de reddedilen Üge Tekin, soydaşlarını itaat altına almak üzere saldırıya geçti. Ancak tarkanlarından (ordu komutanı) biri tarafından öldürülünce tahta kardeşi İnan Tekin geçti.
İnan Tekin döneminde de çatışmalar devam etti. Çin'e sığınan Beyaz Uygurlar ile bağımsız hareket etmek isteyen İnan Tekin taraftarları arasındaki mücadelelerde 3 yüz bine yakın nüfusa sahip Sha-Chou Uygurlarının sayısı 500'e kadar indi. İnan Tekin ise komşuları olan Şireylere sığındı ve kendisinden bir daha haber alınamadı (846).
Kansu Uygurları (Sarı Uygurlar)
Kırgızların Ötüken baskınından sonra yurtlarından kopan Uygurların bir kısmı Kansu'ya göç ederek Çin sınırında yaşam şansı aradılar. Burada hem konar-göçer hem yerleşik hayatı benimseyen ve yine Maniheizm inancına sahip Sarı Uygurlar, itidalli bir siyaset benimseyerek İpek Yolu ticaretinde önemli bir kent haline geldi. Yerleştikleri bölgede bağımsız ancak Çin ile dostane ilişkiler geliştirdiler. Uygur Kağanlığı döneminde uygulana gelen Heçin Sistemi (5) Kansu Uygurları tarafından da devam ettirildi. Böylelikle Çin'e komşu bir şehir devleti olarak Çin ticaretinden istifade etmeleri karşılığında Tun-huang'da bulunan Sınır Ordusu (6) içerisinde görev aldılar.
Sınır Ordusu'nun kumandanı, 905'de Çin İmparatorluğuna karşı bağımsızlığını ilan edip Kua, Shai, Yi ve Hsi şehirlerinden oluşan bir otonom devlet kurdu. Kansu Uygurlarının komşusu haline gelen bu devlet, zamanla Uygurların ticaret sahalarını ele geçirmeye teşebbüs edince çatışma kaçınılmaz oldu ve kurulduğu tarihten ilk kez askeri bir harekete girişerek Tun-huang (Bin Buda) şehrini ele geçirdiler (911).
Büyük Uygur Devleti'nin yıkılması sonrasında yine güneye göç eden bir diğer Uygur kitlesi olan Turfan Uygurları'nın Doğu Türkistan'ı ele geçirdikten sonra bölgeden sürdükleri Tibetliler Kansu üzerine baskı kurdular. Güçlü Tibetli istilacıların saldırılarına karşı da başarılı olan Kansu Uygurları, Çin İmparatoru nezdinde saygın ve önemli bir müttefik haline geldi.
Kansu Uygurlarının Kağanı Jen-mei, elde ettiği zaferler ve Tibetli istilacıların Çin içinde bir tehdit haline gelmesi münasebetiyle Çin ile daha geniş kapsamlı bir anlaşma yapmak üzere harekete geçti (924). Kağan'ın elçilerle birlikte gönderdiği yeşim taşı ve Pers brokları gibi nadide ticaret ürünleri Uygurların sahip olduğu ticari gücü göstermesi bakımından önemlidir. Jen-mei, yapılan yeni anlaşma ile Çin'in sınır güvenliğini sağlama karşılığında Uygurlu tüccarlara imtiyazlar elde etmiş oldu. Bu anlaşmadan kısa süre sonra da öldü.
Jen-mei'den sonra yerine en küçük kardeşi Tegin geçti. Ancak ağabeyi döneminde istikrarlı giden yönetim Tigin döneminde iç karışıklıklarla sekteye uğradı. Bir yıl sonra ölünce yerine Adug (A-to-yü) geçti. 928 ise Jen-yü Kağan oldu. 924-928 yılları arasında iç karışıklıklar yaşandığını anlıyoruz. Diğer taraftan 931 yılında Tangutların saldırıları ortaya çıkmıştır. Yeni Kağan, Çin'in de desteğiyle Tangut saldırılarını bertaraf etti. 933'de tahta geçen 2. Jen-mei döneminde ise Tibet saldırıları ortaya çıktı. Bu saldırılarda yine Uygur-Çin ittifakıyla savuşturuldu.
940'dan itibaren Kuzeyde yayılan Kıtaylar Kansu sahasında etkili olmaya başladılar. Çin ile olduğu gibi coğrafyanın yeni etkin gücü ile iyi ilişkiler geliştiren Uygurlar, 1028'den itibaren Tangutlar, 1226'dan sonra da Moğol Devleti (Cengiz Han) içerisinde yarı otonom bir tüccar şehir devleti olarak varlıklarını devam ettirdiler. Günümüzde halen Çin'in kuzeybatında, Kansu şehri ve çevresinde yaşamaktadırlar.
Turfan Uygurları
Kırgız saldırılarıyla yıkılan (840) Uygur Devletinin topraklarından göç ederek yurtlarını terk eden kitleler arasında varlığını en uzun süre devam ettirebilen ve en kalıcı izler bırakan kitle Turfan Uygurları olmuştur. Yerleşik hayata geçen, tarımla ve ticaretle uğraşan, bilim, sanat ve edebiyatta kalıcı serler bırakan Turfan Uygurları, günümüzde halen Doğu Türkistan bölgesinde yaşarlar.
Uygur topraklarından ayrılan müstakil bir kol olarak Turfan ve Beşbalık bölgelerine yerleşen Turfan Uygurları, son Uygur kağanının kız kardeşinin oğlu Mengli Tigin'i Ulug Tengride Kut Bolmış Alp Külüg Bilge unvanıyla Kağan olarak seçtiler(856). Ardından Çin ile dostluk ilişkileri geliştirmek üzere harekete geçtiler. Çin, Sarı Uygurlarla olduğu gibi kuzeybatı komşuları olan Turfan Uygurlarla da sınır güvenliği karşılığında ticaret imtiyazları vererek müttefik ilişkisi kurdular. Önceleri Beşbalık bölgesine yerleşen Uygurlar, Bugu Çün döneminde (866) Turfan'ı da fethederek sınırlarını Tanrı Dağlarına (Urumçi) kadar genişlettiler.
Kansu'da bulunan Çin'in Sınır Ordusu (6) 905'de isyan ederek otonom bir yapıya dönüşünce Çin'in lehine olmak üzere girişilen saldırılar sonucunda sınırlarını doğuya doğruda genişletme imkanı buldular. Bu fetihle birlikte Turfan Uygurlarının sınırları Tanır Dağlarından Kumul şehrine kadar genişlemiş oldu.
940'dan itibaren güçlenmeye ve güneye doğru yayılmaya başlayan Kıtanlar, doğuda Sarı Uygurları nüfuzu altına almıştı. Çin ile olduğu gibi Kıtaylarla da sulh politikası uygulandı. Uygur Kağanı, bağımsız ve otonom yapılarını korumak amacıyla Kıtay ile evlilik bağı kurmaya çalışsa da bu teklifleri kabul edilmedi. Nihayet Kıtayların giderek güçlenmesi üzerine Turfan Uygurları Kıtay devletine bağlandı. Bu bağlılık Kıtaylardan sonra Moğollar döneminde de devam etti. Hatta Uygur Kağanı Barçuk İdikut, Cengiz Han'ın Merkitlere yaptığı sefere de katılmış, sağladığı katkı sayesinde Cengiz Han'ın kızı Al-Hatun ile evlenmiştir (1211).
Cengiz Han döneminden itibaren Uygur-Moğol ilişkileri giderek güçlendi. Cengiz Han'ın oğlum dediği Uygur Kağanı, Harzemşahlar üzerine yapılan sefere katılmış, Nişabur kuşatmasında önemli başarılar elde etmiştir. Barçuk'un Moğollarla geliştirdiği yakın ilişki, hem Uygurların yarı bağımsız hakimiyetlerini devam ettirebilmelerini sağlamış hem de Moğol Siyasetinde Uygurların öne çıkmasını sağlamıştır.
Moğollar, askeri olarak güçlenseler de dil, siyaset ve edebiyat bakımından oldukça gerideydi. Cengiz Han, bu açığı yerleşik hayata geçen, dil, kültür ve edebiyat bakımından gelişmiş durumda olan Turfan Uygurları ile gidermiştir. Öyle ki; Moğol Devlet yöneticileri çoğunlukla Uygurlardan oluşmuş, zamanla Uygur yazısı Moğolların resmi yazı dili haline gelmiştir. Bu yönüyle Uygur Kültürü, Moğollar nezdinde Çin Kültürü kadar mühim, belki de daha önemli olmuştur.
Turfan Uygurları, 1432'ye kadar Moğolların idaresinde yaşamış, bu tarihten sonra da kimliklerini kaybetmeden varlıklarını günümüze kadar devam ettirmişlerdir.
Kaynakça
- RUDOLPH, Kurt. GNOSIS: the Nature and History of an Ancient Religion.
- Orkun Dergisi, 82. sayı. Türk Tarihinin Kahramanları. 2004.
- Hürmüzd Tegin'in unvanı olabilir. Ayrıca Kağan olup olmadığı kesin. değildir.
- Üge unvan olarak kullanılmıştır. Üye anlamına tekabül eder Bkz. İl-Ügesi-Devlet.
- Akrabalık bağı ile kurulan ekonomik ve askeri işbirliği.
- Vazifeye Koyulmuş Ordu - Çin sınır güvenliğini sağlayan askeri birlik.