II. Bayezid’in uzun ve temkinli saltanatının ardından Osmanlı’da yeni bir dönemin kapısı aralanmıştı. Fatih Sultan Mehmed’in fetihçi ruhunu özleyen askerî sınıf ve yeniçeriler, devletin durgunluğundan rahatsızdı. Doğuda ise Şah İsmail’in kurduğu Safevîler Anadolu’daki Kızılbaş toplulukları üzerinden Osmanlı düzenini tehdit ediyordu. Bayezid’in Şehzade Ahmed’i tahta hazırlaması ve onu desteklemesi dengeleri daha da gerginleştirdi. Bu ortamda en savaşçı şehzade olarak öne çıkan Selim, yeniçerilerin desteğiyle tahta çıktı.
Selim’in iktidarını sağlamlaştırması için önce kardeş meselesini çözmesi gerekiyordu. Şehzade Ahmed ve Şehzade Korkut ortadan kaldırıldı ve böylece Osmanlı tahtı üzerindeki tüm hak iddiaları sona erdi. Yeniçerilerin desteğini alan Yavuz, onlara cülus bahşişi vererek memnuniyetlerini sağladı, ancak otoritesini zedelemeyecek dengeli bir yaklaşım benimsedi. Devlet işlerinde en büyük yardımcısı Sadrazam Pîri Mehmed Paşa oldu; onun tecrübesiyle devlet mekanizması düzene girdi.
Tokat, Amasya ve çevresinde çıkan Kızılbaş isyanları sert biçimde bastırıldı. Anadolu beylerbeylerine geniş yetkiler verilerek Osmanlı otoritesi güçlendirildi. Devlete bağlı kalan Türkmen beyleri çeşitli ödüllerle teşvik edildi; böylece hem bağlılıkları arttı hem de Osmanlı’nın doğudaki nüfuzu sağlamlaştı. Bunun yanında geniş kapsamlı bir nüfus sayımı yapılarak Kızılbaş nüfusunun yoğunluğu ve etkisi tespit edildi. Böylece ileride çıkabilecek ayaklanmalara karşı önceden hazırlıklı olunmuş oldu.
Bütün bu hazırlıklar aslında büyük bir hesaplaşmanın ön aşamasıydı. Yavuz, Safevî tehdidinin yalnızca Osmanlı’nın doğu sınırlarını değil Anadolu’nun iç düzenini de sarstığını görüyordu. Şah İsmail’in etkisi her geçen gün artıyor, Kızılbaş propagandası Anadolu’daki huzuru bozmaya devam ediyordu. Yavuz Sultan Selim’in sert mizacı ve stratejik bakışı, bu tehlikeyi kökten çözmeyi hedefliyordu. 1514 yılına gelindiğinde Osmanlı ordusu tarihe damga vuracak olan Çaldıran Seferi için hazırlıklarını tamamlamıştı.
Çaldıran Seferi (23 Ağustos 1514)
Yavuz Sultan Selim’in tahta çıkışından sonra önceliği Anadolu’da düzeni sağlamak ve Safevî tehdidini ortadan kaldırmaktı. Şah İsmail’in Anadolu’daki Kızılbaş toplulukları üzerinde yürüttüğü propaganda, Osmanlı için yalnızca mezhepsel değil aynı zamanda siyasî bir tehlikeydi. Devlet otoritesine başkaldıran gruplar, Osmanlı’nın merkezî yapısını zayıflatıyor ve doğu sınırlarını kırılgan hale getiriyordu. Selim, bu tehdidi ortadan kaldırmak için büyük bir sefere karar verdi.
Seferin hazırlıkları oldukça dikkatli ve kapsamlı yapıldı. Öncelikle Anadolu’daki asayişin sağlanması gerekiyordu. Kızılbaş isyanları bastırıldı, Anadolu beylerbeyleri yetkilerini pekiştirdi ve devlete bağlı kalan Türkmen beylerinin desteği alındı. Ardından Osmanlı ordusunun iaşesi ve ikmal hatları için planlama yapıldı. Selim, sefere çıkmadan önce lojistiği sağlamlaştırarak ordunun zor şartlar altında da hareket edebilmesini güvence altına aldı. Bu yaklaşım, onun yalnızca cesur bir komutan değil aynı zamanda titiz bir stratejist olduğunu gösterir.
1514 yazında Osmanlı ordusu sefere çıktı. Selim’in ordusu yaklaşık 100 bin kişiden oluşuyordu; buna karşılık Şah İsmail’in ordusu sayıca daha azdı ama süvari birlikleri oldukça güçlüydü. Osmanlı ordusu yola çıktığında askerlerin karşılaştığı en büyük zorluklardan biri coğrafyaydı. Doğu Anadolu’nun sert iklimi ve dağlık arazisi hem ordunun ilerleyişini yavaşlatıyor hem de iaşe sorunlarını artırıyordu. Asker arasında hoşnutsuzluk yükseldi, hatta zaman zaman isyan eğilimleri ortaya çıktı. Ancak Selim’in sert otoritesi sayesinde ordu disiplinini korudu ve sefer devam etti.
Osmanlı ordusu Erzincan üzerinden ilerleyerek Çaldıran Ovası’na ulaştığında iki taraf karşı karşıya geldi. 23 Ağustos 1514’te gerçekleşen Çaldıran Savaşı Osmanlı tarihinde bir dönüm noktasıdır. Osmanlı ordusu, ateşli silahların ve topların etkin kullanımı sayesinde üstünlük sağladı. Safevî ordusu ise daha çok hafif süvari birliklerine dayanıyordu ve Osmanlı’nın ateş gücü karşısında zor durumda kaldı. Savaşın seyrini belirleyen en önemli unsur Osmanlı toplarının etkisi oldu. Safevî süvarileri Osmanlı hatlarına saldırıya geçtiğinde topların açtığı ateşle ağır kayıplar verdiler.
Şah İsmail savaşa bizzat katıldı ancak aldığı yaralar nedeniyle savaş alanını terk etmek zorunda kaldı. Osmanlı ordusu kesin bir zafer kazandı. Bu zafer yalnızca askerî bir başarı değil aynı zamanda siyasî ve ideolojik bir dönüm noktasıydı. Osmanlı, doğuda Safevî tehdidini kırarak Anadolu’daki hâkimiyetini sağlamlaştırdı. Ayrıca bu zafer, Osmanlı’nın bölgede mezhepsel üstünlüğünü de pekiştirdi; Sünnî İslam anlayışı devletin resmi politikası olarak daha da güçlendi.
Savaşın ardından Osmanlı ordusu Tebriz’e girdi. Tebriz o dönemde bölgenin en önemli kültür ve ticaret merkezlerinden biriydi. Selim, şehri kısa süreliğine Osmanlı topraklarına kattı, fakat ordunun iaşe sıkıntısı ve askerlerin memnuniyetsizliği nedeniyle burada uzun süre kalınamadı. Tebriz’de önemli sanat eserleri ve zanaatkârlar İstanbul’a getirildi. Bu durum Osmanlı kültürüne büyük katkılar sağladı. Özellikle halı, kumaş ve çini sanatında Osmanlı’nın daha sonra gelişme göstermesinde Tebriz’den getirilen ustaların payı büyüktür.
Çaldıran Seferi’nin sonuçları yalnızca kısa vadeli değildi. Bu seferle birlikte Osmanlı-Safevî sınırı belirginleşmeye başladı. Doğu Anadolu’nun büyük kısmı Osmanlı hâkimiyetine geçti ve bölgede uzun süreli bir istikrar sağlandı. Ayrıca bu zafer Osmanlı ordusunun ateşli silahlarla donanmasının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Safevîler, süvari gücüne güvenerek Osmanlı karşısında başarılı olamamış, yeni savaş teknolojileri karşısında geri kalmışlardı.
Çaldıran Zaferi Osmanlı için yalnızca bir savaşın kazanılması değildi, aynı zamanda doğuda kalıcı bir hâkimiyetin başlangıcıydı. 1514’ten sonra Osmanlı, Doğu Anadolu’da güçlü bir şekilde varlık göstermeye başladı. Tebriz’in kısa süreli işgali ve ardından Osmanlı ordusunun geri çekilmesi ilk bakışta kalıcı bir fetih gibi görünmese de aslında Anadolu’nun doğusunda dengeleri Osmanlı lehine kesin biçimde değiştirdi.
Yavuz Sultan Selim’in savaştan sonra ilk işi, Osmanlı hâkimiyetini Anadolu’nun doğusuna yaymak oldu. Erzincan, Erzurum, Bayburt ve çevresindeki kaleler birbiri ardına Osmanlı’nın eline geçti. Bölgedeki birçok Türkmen beyliği, Osmanlı’nın gücünü görerek kendiliğinden Osmanlı’ya bağlandı. Bu gelişmeler, doğuda Osmanlı-Safevî sınırının yavaş yavaş şekillenmeye başlamasına yol açtı.
Çaldıran sonrasında en önemli meselelerden biri Dulkadiroğulları beyliğinin durumuydu. Dulkadiroğulları uzun süredir Osmanlı ile Memlükler arasında sıkışmış bir tampon devlet gibi varlığını sürdürüyordu. Çaldıran Zaferi’nden sonra Osmanlı’nın doğudaki etkisi artınca bu beylik de Osmanlı hâkimiyetine katıldı. 1515’te yapılan Turnadağ Savaşı, Dulkadiroğulları meselesini kesin olarak çözdü. Böylece Osmanlı, Anadolu’daki son büyük Türkmen beyliğini de ortadan kaldırmış oldu. Bu gelişme yalnızca Osmanlı topraklarının genişlemesi değil, aynı zamanda Anadolu’nun siyasi birliğinin tamamlanması anlamına geliyordu.
Doğu Anadolu’nun Osmanlı’ya katılması ekonomik açıdan da büyük önem taşıyordu. Bölge, İpek Yolu’nun Anadolu’ya giriş noktasıydı. Tebriz üzerinden gelen ticaret yolları Osmanlı kontrolüne geçince Osmanlı hem doğu ticaretinde hem de Akdeniz limanlarına ulaşımda önemli bir avantaj elde etti. Bu durum Osmanlı’nın sadece siyasi değil ekonomik gücünü de pekiştirdi.
Çaldıran Seferi’nin ardından Osmanlı-Safevî sınırında kesin bir barış sağlanmadı. Ancak Safevîler ağır bir darbe yemişti ve uzun süre Osmanlı’ya karşı doğrudan saldırıya geçemediler. Osmanlı ise doğudaki üstünlüğünü kullanarak yönünü güneye, Memlükler üzerine çevirdi. Böylece Osmanlı’nın fetih politikası yeni bir aşamaya girmiş oldu.
Osmanlı-Memlük Mücadelesi ve Mısır Seferi (1516–1517)
Çaldıran Zaferi Osmanlı’nın doğudaki hâkimiyetini sağlamlaştırmış, Dulkadiroğulları’nın Osmanlı topraklarına katılmasıyla Anadolu’nun siyasi birliği tamamlanmıştı. Bundan sonra Yavuz Sultan Selim’in gözünü diktiği hedef Memlükler oldu. Osmanlı ile Memlükler arasındaki ilişkiler uzun zamandır gergindi. İki devlet de İslam dünyasında liderlik iddiası taşıyor, özellikle de Mekke ve Medine’nin kutsal toprakları üzerinde söz sahibi olmak istiyordu. Ayrıca Memlükler, Safevîlerle yakın ilişki içindeydi; bu da Osmanlı açısından stratejik bir tehdit oluşturuyordu.
Yavuz Sultan Selim, Memlükler üzerine yürümeye karar verdiğinde hem siyasi hem de ideolojik açıdan elini güçlendirmişti. Safevîlere karşı kazandığı zafer sayesinde Anadolu’daki Sünnî nüfusun desteğini kazanmış, doğuda güçlü bir Osmanlı varlığı oluşturmuştu. Memlükler ise kendi içinde zayıflamış, uzun süredir süren iç çekişmeler nedeniyle eski kudretini kaybetmişti.
1516 yazında Osmanlı ordusu Suriye üzerine yürüyüşe geçti. Yol boyunca Osmanlı’ya katılan yerel unsurlar sayesinde ordu daha da güçlendi. 24 Ağustos 1516’da Halep yakınlarındaki Mercidabık Ovası’nda Osmanlı ve Memlük orduları karşı karşıya geldi. Osmanlı ordusu güçlü topçusu ve disiplinli düzeniyle kısa sürede üstünlük sağladı. Memlüklerin geleneksel süvari gücü, tıpkı Çaldıran’da Safevîler gibi Osmanlı topları karşısında etkisiz kaldı. Memlük Sultanı Kansu Gavri savaş meydanında hayatını kaybetti ve bu savaş Osmanlı’ya Suriye kapılarını açtı.
Mercidabık zaferinin ardından Osmanlı ordusu Şam’a girdi. Şam halkı Osmanlı’yı büyük ölçüde memnuniyetle karşıladı, çünkü Memlük yönetiminden bıkan şehir halkı yeni bir idareyi tercih ediyordu. Selim burada hem siyasi otoritesini pekiştirdi hem de İslam dünyasında Osmanlı’nın liderlik iddiasını güçlendirdi. Şam’da kaldığı süre boyunca halkın desteğini kazanmak için dini ve sosyal politikalar yürütüldü, camiler ve medreseler üzerinden Osmanlı otoritesi yerleştirildi.
1517 yılı başlarında Osmanlı ordusu Mısır’a yöneldi. Bu sefer çok daha zorlu olacaktı çünkü Memlükler, Kahire yakınlarında Osmanlı’ya karşı son bir direniş hazırlığı yapmıştı. 22 Ocak 1517’de Kahire’nin kuzeyindeki Ridaniye’de iki ordu karşı karşıya geldi. Yine Osmanlı’nın topçusu savaşın kaderini belirledi. Memlük ordusu büyük kayıplar verdi ve Osmanlı kesin bir zafer kazandı. Bu zaferle birlikte Kahire Osmanlı’nın eline geçti.
Yavuz Sultan Selim, Kahire’ye girdiğinde Osmanlı artık yalnızca Anadolu ve Balkanların değil, aynı zamanda Arap coğrafyasının da hâkimi olmuştu. Mısır’ın fethi Osmanlı’ya çok büyük ekonomik kazanç sağladı. Nil deltası ve Kızıldeniz ticareti Osmanlı kontrolüne girdi. Ayrıca Mekke ve Medine’nin idaresi de Osmanlı’ya geçti.
Mısır Seferi’nin en önemli sonucu hilafetin Osmanlı’ya geçmesiydi. Memlükler, Abbâsî halifesini sembolik olarak koruyordu. Kahire’nin alınmasından sonra Halife III. Mütevekkil, hilafet yetkilerini Yavuz Sultan Selim’e devretti. Böylece Osmanlı padişahları yalnızca bir imparatorluk hükümdarı değil aynı zamanda bütün Müslümanların dini lideri haline geldi. Bu olay, Osmanlı’nın İslam dünyasında üstünlüğünü ilan ettiği tarihsel bir dönemeçtir.
Mısır’ın fethiyle Osmanlı, hem doğuda hem güneyde en büyük rakiplerini saf dışı bırakmış oldu. Safevîler ağır bir darbe almış, Memlükler ise tamamen ortadan kaldırılmıştı. Yavuz Sultan Selim’in kısa süren hükümdarlığı sırasında Osmanlı toprakları olağanüstü biçimde genişlemiş, devletin siyasi ve dini rolü köklü şekilde değişmişti.
Hilafetin Osmanlı’ya Geçişi
Ridaniye zaferinden sonra Kahire Osmanlı hâkimiyetine girdiğinde, yalnızca siyasi bir dönüşüm yaşanmadı; İslam dünyasının dini liderliği de el değiştirdi. Abbâsî soyundan gelen ve Memlüklerin koruması altında Kahire’de yaşayan Halife III. Mütevekkil, hilafet yetkilerini Yavuz Sultan Selim’e devretti. Bu devir, sembolik olarak gerçekleşse de sonuçları son derece büyüktü. Artık Osmanlı padişahı yalnızca bir imparatorluğun hükümdarı değil, aynı zamanda İslam dünyasının halifesiydi.
Hilafetin Osmanlı’ya geçmesiyle birlikte Mekke, Medine ve Kudüs üzerindeki hâkimiyet Osmanlı’ya geçti. Yavuz Sultan Selim, bu şehirleri yalnızca siyasi merkezler olarak değil, bütün Müslümanların kalbi sayıyordu. Mekke ve Medine’nin korunması, Osmanlı sultanlarının en büyük görevlerinden biri haline geldi. Bundan sonra Osmanlı padişahları, “Hâdimü’l-Haremeyn” yani “Mekke ve Medine’nin hizmetkârı” unvanını taşımaya başladılar. Bu unvan, Osmanlı hükümdarlarının İslam dünyasında dini meşruiyetini güçlendirdi.
Kutsal şehirlerin Osmanlı idaresine geçmesi aynı zamanda Osmanlı’nın uluslararası konumunu da değiştirdi. Arap dünyasının büyük kısmı Osmanlı’ya bağlandı ve Osmanlı, İslam dünyasında rakipsiz bir güç haline geldi. Siyasi sınırların ötesinde dini bir otorite de sağlanmış oldu.
Yavuz Sultan Selim Döneminde Osmanlı'nın Yapısal Değişimi
Mısır’ın fethi Osmanlı için muazzam ekonomik getiriler sağladı. Nil havzasının verimli toprakları, Osmanlı’nın gıda üretiminde büyük bir katkı sundu. Ayrıca Kızıldeniz ve Hint Okyanusu ticareti üzerinde Osmanlı denetimi başladı. Bu durum, özellikle baharat ticareti açısından çok önemliydi. Avrupalı devletlerin Ümit Burnu üzerinden yeni yollar aramasına rağmen, Osmanlı hâlâ Akdeniz ve Orta Doğu ticaretinde en güçlü aktör konumundaydı.
Mısır hazinesi de Osmanlı’ya geçti. Kahire’nin zenginliği İstanbul’a taşındı, bu da devletin mali yapısını kuvvetlendirdi. Ayrıca Mısır üzerinden gelen vergiler, Osmanlı hazinesinin sürekli gelir kaynaklarından biri haline geldi. Bu ekonomik güç, ilerleyen yıllarda Kanuni Sultan Süleyman döneminin ihtişamına zemin hazırladı.
Yavuz Sultan Selim yalnızca fetihlerle değil, yaptığı idari düzenlemelerle de Osmanlı’yı köklü biçimde dönüştürdü. Doğu Anadolu’da Osmanlı hâkimiyetini pekiştirmek için eyalet sistemi kuruldu. Erzurum, Diyarbakır ve Şam gibi bölgeler beylerbeylik haline getirildi. Böylece merkezden gelen emirlerin uygulanması kolaylaştı ve taşra idaresi disiplin altına alındı.
Mısır’da ise özel bir yönetim şekli geliştirildi. Memlük ileri gelenleri tamamen ortadan kaldırılmadı, bir kısmı Osmanlı idaresine entegre edildi. Böylece yerel düzen korunurken Osmanlı otoritesi de tesis edildi. Bu yaklaşım, Yavuz’un pragmatik ve esnek yönetim anlayışını gösterir. Fethedilen bölgelerde sert bir asimilasyon yerine, mevcut düzenle Osmanlı sistemi uyumlu hale getirilmeye çalışıldı.
Yavuz Sultan Selim’in dönemi mezhepsel çatışmalarla şekillenmişti. Safevîler Şiiliği yayarken Osmanlı, Sünnîliği devletin temel dayanağı haline getirdi. Hilafetin Osmanlı’ya geçmesi bu durumu daha da pekiştirdi. Artık Osmanlı, yalnızca siyasi değil dini liderlik de iddia edebiliyordu. Ulema sınıfı devlet işlerinde daha etkin hale geldi, medreseler aracılığıyla Sünnî İslam öğretisi güçlendirildi.
Tebriz’den getirilen sanatçılar ve zanaatkârlar Osmanlı kültürüne büyük katkılar sağladı. İstanbul’da dokumacılık, çinicilik ve hat sanatı önemli ölçüde gelişti. Mısır’dan gelen bilim insanları ve alimler Osmanlı ilim hayatını zenginleştirdi. Böylece Yavuz’un seferleri yalnızca toprak genişlemesine değil, kültürel bir dönüşüme de yol açtı.