Akkoyunlular, Oğuzların Bayındır boyundan bir toplumdur. Bayındır boyunun bir oymağı olarak tarih sahnesine çıkan Akkoyunlular, kendilerini Oğuz Han’ın torunu olduğuna inandıkları Bayındır Han’ın nesli olarak tanımlar. Kimi rivayetlere göre ak koyun’un bir totem olduğu öne sürülse de, konar-göçer Türkmen topluluklarının adı olarak Akkoyunlu olarak anıldıkları kabul gören görüştür.
Akkoyunlu ulusunu teşkil eden 39 oymak tespit edilmiştir; Afşar, Ağaçeri, Ağmalu, Ahmedlu, Alpagut, emirlü, Arapkirlu, Baharlu, Bayat, Bayramlu, Biçenlü, Buldukani, Bozdoğanlı, Çekirlu, Çemişkezekli, ZÇepni, Çigani, Döger, Duharlu, Dulkadir, Hacılu, Hamza Haacılu, Haydarlu, İnallu, İsfendiyari/Candaroğlu, İvaz, İzzeddin Hacılu, Harbendelu, Mamaşlu, Miranşahi, Musullu, Pazuki, Pürnek, Karamani, Koca Hcılu, Rabia, Sa’dlu, Şamlu, Tabanlu, Yurtçı.
En güçlü oymaklar Pürnek ve Musullu idi. Pürnekler, 1421’de yaşanan taht mücadelesinde Kara Yülük Osman bey’e verdikleri destek dolayısıyla nüfuz sahibi olmuşlardır. Musul oymağı, Akkoyunluların Diyarbakır ve çevresinde hakim oldukları dönemde katılmışlar, Timur’lu Ebu Said’in mağlup edilmesinde yarar sağlamalrı dolayısıyla Ömer Bey’in divan reisliği ve başkumandanlığa getirilmesiyle öne çıkmışlardır. Bu iki oymak, Akkoyunlu Devleti’nin iki önemli gücü ve dayanağı olmuştur.
Akkoyunlular, zamanla güç kazanarak Halep ve Suriye Türkmenlerinin katılımlarıyla sayıca artmışlardır. Uzun Hasan, Karakoyunluları ortadan kaldırınca Akkoyunlulardan önemli bir nüfus İran’a gitmiş, Safeviler döneminde Türkmen ve Akkoyunlu olarak anılmaya devam etmiştir.
Akkoyunlular, 11. Yüzyılda Selçuklu akınlarıyla birlikte Anadolu’ya gelmişlerdir. Zira 1109 tarihli bir mezar taşında “Min Evladı Bayındır Han” yazan bir kitabenin bulunmasıyla Anadolu’ya gelişlerinin Malazgirt’in hemen sonrası olduğu anlaşılmaktadır. Başka bir görüşe göre de İlhanlılar döneminde, Argun Han zamanında Akkoyunlu ve Karakoyunlu kitleleri önce Azerbaycan, sonra Diyarbakır yöresine yerleşmişlerdir. Osmanlı tarihçileri, ekseriyetle bu bilgi üzerine yoğunlaşırlar. Her halükarda Akkoyunlular, 14. Yüzyılın ilk yarısında, Moğolların Anadolu’da güçlerini kaybetmelerinden sonra tarih sahnesine çıkmışlardır. İlk yerleşim yerleri ise Bayburt’un Sinur ve Pulur köyleri olarak tespit edilmiştir. Zira devletin ilk kurucusu Tur Ali Bey, Sinur’da doğup Erzincan’da vefat etmiştir.
Akkoyunluların devletleşmelerinde Moğol akınları önemli rol oynar. Özellikle Timur’un batıya ilerlemesiyle Türkmen kitlelerin Anadolu’ya yığılmaları, 14. Yüzyılın ortalarından itibaren Timurluların güç kaybetmesiyle hâkimiyet kurabilmelerinin önünü açmıştır. 1300’lere doğru Diyarbakır’ı ele geçirerek burada yarı bağımsız Emirlikler olarak tarih sahnesine çıkarlar.
Tur Ali Dönemi (1300 – 1360)
Hakkında yeterli bilgi olmasa da babası Pehlivan Bey’den sonra Akkoyunluların başına geçtiği, 30 Bin hane ile İlhanlılara tabi olmak üzere Diyarbakır, Irak ve Şam sınırlarında komutanlık yaptığı bilinmektedir. Özellikle Gazan Han’ın Suriye seferinde büyük başarılar göstererek rütbe kazanması Akkoyunluların siyasi tarihinde yükselişin başlangıcı olarak nitelenebilir. Tarihi kayıtlardaki ilk bilgi 1340 yılında, Rum tarihçi Panaretos tarafından nakledilir. Aynı yıl Trabzon-Rum devletine karşı düzenlenen akınlarda da geçer. Nakledildiği üzere; Rum askerler tarafından saldırıya uğrayan Türkmenlerin karşı saldırıya geçerek 1341’de bir ordu ile Trabzon önlerine gelerek çok sayıda Rum askerini öldürerek şehri ateşe vermişlerdir. Panaretos, bu Türkmenleri Amidliler ya da Amid Türkleri olarak adlandırır. Müteakip yıllarda Moğolların zayıflaması sayesinde Türkmenler daha bağımsız hareket etmeye başlamışlar, Tur Ali Bey de Bayburd hakimi Rikabdar ve Erzincan Hakimi Gıyaseddin Ahi Ayna Bey ile ittifak kurarak Trabzon-Rum Devletine saldırılar düzenlemişler, şehri muhasara altına alsalar da netice alamamışlardır. 3. Alexios bu ittifaktan korkmuş, ülsiyet bağı kurarak kız kardeşi Maria’yı Tur Ali Bey’in oğlu Kutlu Bey’le evlendirerek Türkmenlerle siyasi münasebetler geliştirmiştir. Bu sayede Türkmen akınları Tur Ali Bey döneminde tekrar etmemiştir.
Fahreddin Hacı Kutlu Dönemi (1360-1389)
Tur Ali Bey’in oğlu Kutlu Bey döneminde en büyük sorun baş gösteren veba salgını oldu. Diğer taraftan Rum imparatoru Alexios, yeni bey ile iyi geçinmek için diğer kız kardeşini Kutlu Bey’in oğlu Kara Yülük Osman Bey’e vererek sulh siyasetini tazelemiştir. Kutlu Bey döneminin siyaseti daha çok yarı bağımsız, mümkün olduğunda yeni ittifaklar geliştirerek ve yağma akınlarıyla ordusunu dinç tutmak suretiyle devam etmiştir. Bu siyasetin bir tezahürü olarak Doğu Anadolu’da meydana gelen mücadelelerde Akkoyunluların adı sıkça geçmektedir. Bu beylik döneminde siyasi atmosferi Mutahharten ve Kadı Burhanettin ile yapılan ittifaklar şekillendirmiştir. Bu dönemde Eretnalılar, Sivas merkez olmak üzere Tokat, Kayseri, Malatya ve Erzurum bölgelerine hakimdiler. Eretna hükümdarı Alaaddin Ali’nin 1380’de ki ölümü üzerine yerine 8 yaşındaki oğlu geçmiş, yönetim Kadı Burhaneddin’in uhdesine kalmıştır. Ayrıca Karakoyunlu Türkmenleri de Bayram Hoca önderliğinde Musul-Erzurum arasında devlet kurmuş, bağımsızlığını ilan etmişti. Kutlu Bey, bu siyasi atmosferi kurduğu ittifaklar ve güttüğü siyaset ile beyliğinin varlığını muhafaza etmekte muvaffak olmuştur.
Ahmed Bey Dönemi (1389 – 1402)
Kutlu Bey’in vefatı sonrası oğulları Ahmed, Hüseyin, Pir Ali ve Kara Yülük Osman arasında taht mücadelesi yaşandı. Bu mücadeleyi Ahmed kazanmış, devlet olmasa da Kadı Burhaneddin ve Mutahharten ile güttü siyaset sayesinde beyliğini ayakta tutmayı başarmıştır.
Mutaharten, Pir Hüeyin bey’in ölümü üzerine Erzincan ve Bayburt havalisi üzerinde hakimiyet tesis etmişti. Eretna hakimi Alaaddin Bey de bu gelişmeyi kendisi için tehlikeli görerek Erzincan üzerine yürümüştü. Kutlu Bey, henüz hayattayken bu mücadelede Mutaharten’e destek vererek oğlu Ahmed Bey’i ordusuyla desteğe göndermişti. Bu mücadelede Eretna Hakimi Alaaddin Bey’in tarafında yer alan Kayaseri Valisi Cüneyd Bey’i esir alınca Alaaddin Bey Erzincan kuşatmasını kaldırmak zorunda kaldı. Bu ittifakın akabinde Kadı Burhaneddin, Sivas’a girerek Eretna Beyliğine son verince bu kez Mutaharten için yeni tehdit haline gelen Kadı Burhaneddin üzerine saldırmak için görev alan Ahmed Bey, yine galip gelerek bu kez Kadı Burhaneddin’i Kayseri kuşatmasından alı koydu. Bu kez Sivas’ı kuşatan Kadı Burhaneddin, karşısında yine Ahmed Bey’i buldu. Sivas kuşatması da başarısız olunca büyük bir orduyla Akkoyunlular üzerine sefer hazırlıkları başladı. Ancak Timur’un Anadolu’ya yaklaşması siyasi ilişkileri ve ittifakları da yeniden şekillendirdi. Mutaharten’in, sağladığı faydalara rağmen Kutlu Bey’in ölümü sonrasında Akkoyunlular üzerine saldırması ve mağlup olması, süre gelen çatışmalara yol açtı ve Mutaharten – Akkoyunlu ittifakı sona erdi.
Kadı Burhaneddin, Memlüklere ait Malatya kalesini kuşatmaya giderken Ahmed Bey, Burhaneddin’in huzuruna çıkarak affını talep etti. Teminat olarak da kardeşi Kara Yülük Osman Bey’i rehin bırakmayı teklif etti. Tesis edilen bu yeni ittifak sonrasında Mutaharten’in pek çok kez mağlup eden Akkoyunlular, nihayet zor duruma düştükleri bir mücadele sonrasında Kadı Burhaneddin’e sığınmak zorunda kalmıştır.
Tesis edilen bu ittifaklar sayesinde önce Kadı Burhaneddin’e karşı Mutaharten’le, ardından Mutaharten’e karşı Kadı Burhaneddin ile ittifak kurarak büyük güç dengeleri arasından bir şekilde çıkmayı başarmış, bü süreç Akkoyunlu Beyliği’nin kuruluşunu temin etmiştir.
Kara Yülük Osman Dönemi (1402-1435)
1389 yılında Kadı Burhaneddin’in hizmetine giren Osman Bey, Burhaneddin’in Şeyh Müeyyed’in hakim olduğu Kayseri’yi kuşatmaya muvaffak olmayınca bu vazifeyi üstlendi. Müeyyed ile görüşerek affedileceği vaadiyle Kadı Burhaneddin’in huzuruna getirdi. Ancak Burhaneddin, sözünde durmayarak onu öldürünce Osman Bey, Burhaneddin’in yanından ayrılarak Karabel mevkiine kadar kaçtı. Kadı Burhaneddin, yanında çok az kuvveti olan Osman Bey’le olan mücadelesini kaybetti ve esir düştü. Kadı Burhaneddin’i öldüren Osman Bey, ardından Sivas’ı kuşatma altına aldı. Ancak Sivaslılar, Kadı Burhaneddin’in oğlu Alaaddin Bey’i tahta çıkarttılar. Şehri kuşatan Osman Bey, Osmanlıların yardıma gelmesi üzerine kuşatmayı kaldırıp Mutaharten’e sığındı. Ardından Mutaharten ile birlikte Timur’un huzuruna giderek tabiyetlerini bildirdiler. Müteakiben Ankara Savaşı’nda Timur’un sağ cenahında yer alan Osman Bey, savaşın kazanılmasında büyük katkı sağladı ve Timur’dan emirlik menşuru alarak Diyarbakır’da beyliğini ilan etti. Ardından Urfa, Kemah, Erzincan, Harput, Erzurum ve Mardin’i ele geçirdi.
Timur’dan sonra yerine geçen oğlu Şahruh’un Karakoyunlulara karşı giriştiği savaşta da bulunan Osman Bey, 1421 ve 1429’da Şahruh’un ordusunda görev aldı. Ancak 1435 yılında Karakoyunlular üzerine yapılan seferde Karakoyunlu İskender Bey’in yolunu kesmiş ancak mağlup olup yaralanarak döndüğü Erzurum’da hayatını kaybetmiştir (1435).
Ali Bey Dönemi (1435 – 1438)
Osman Bey’in oğlu Ali Bey, kardeşlerinin itirazına rağmen Timurluların desteğiyle tahta geçmeyi başardı. İdaresi döneminde Osmanlılar, Timurlular ve Memlükler ile iyi geçinmeye çalışsa da içerideki muhalefete karşı başarılı olamadı. Kardeşi Hamza Bey, Diyarbakır’ın güneyinde söz sahibiydi ancak halk ondan memnun değildi. Ahalinin daveti üzerine yola çıkan Ali Bey, 300 süvari ile Diyarbakır’a girerek şehrin yönetimini oğlu Cihangir Mirza’ya bıraktı. Bu durumdan memnun olmayan Memlük sultanı Baybars, sefer hazırlıklarına başlamıştı. Ali Bey, oğlu Hüseyin’i Baybars’a göndererek sulh tesis etmeye çalıştı ancak Baybars hem Hüseyin’i hapsettirdi hem de ordusuyla derhal yola çıkarak Diyarbakır’a ulaştı. Cihangir Mirza mağlup olarak esir düştü. Ali Bey’in iki oğlu da Memlüklere esir düşmüş oldu. Karakoyunlu hükümdarı İskender Bey de bu durumdan istifade ederek Akkoyunlu topraklarına saldırdı (1436). Bu durum karşısında Akkoyunlularda yeniden taht mücadelesi baş gösterdi. Ermeniyye’de Yakup, Mardin’de Hamza söz sahibi hale geldiler. İskender Bey de Erzurum ve civarındaki bölgeleri ele geçirdi. Ali Bey, bu gelişmeler karşısında geri çekilerek Amid’e (Diyarbakır) çekilmez korunda kaldı.
Ali Bey, Memlükler ile Harput’u vermek karşılığında barış yapsa da Karakoyunlu İsfahan Bey’in Diyarbakır’a saldırması karşısında bir şey yapamadı. Bunu haber alan Hamza Bey, derhan harekete geçerek Karakoyunlu kuvvetlerini bertaraf ederek Diyarbakır’a yöneldi. Ali Bey, oğlu Uzun Hasan’ı şehri savunması için görevlendirmişti. Şehri başarıyla savunan Uzun Hasan, Hıristiyanların ihanet ederek burçlardan birini Hamza Bey’e terk etmesiyle mağlup oldu ve şehri terk etmek zorunda kaldı. Bu kayıptan sonra Ali Bey yurtsuz kalmış, Memlükler ve Osmanlılardan yardım istese, ağabeyi Yakup’a sığınsa da bir netice alamamış, nihayet Suriye’ye giderek ölünceye dek burada alelade bir insan olarak yaşamıştır.
Hamza Bey Dönemi (1438-1444)
Hamza Bey, kardeşi Ali Bey’den yönetimi ele almış ancak Ali Bey’in oğulları Cihangir Mirza, Uzun Hasan, Üveys ve Yakup’un oğlu Cafer’in muhalefetiyle uğraşmak zorunda kalmıştır. Nihayet iktidarını sağlamlaştırmak için Erzincan ve Kemah üzerine sefere çıkmış, ancak mağlup olarak geri dönmek zorunda kalmıştır. Ardından Memlüklerin desteğini alan Cihangir Mirza, Sultan’dan Urfa’yı alarak Hamza Bey üzerine saldırdı. Hamza Bey Urfa’yı kuşatsa da netice alamadı. Boş dönmemek için Urfa’ya bağlı Birecik’e saldırdı ancak buranın savunmasını üstlenen Uzun Hasan’a mağlup oldu. Hamza Bey, Mardin’e oradan da Erzincan’a gitti ve Yakup Bey’in elinden şehri almayı başardı. Mücadeleler devam eden 5 yıl boyunca durmadı. Hamza Bey, aldığı mağlubiyetlere rağmen Kemah ile Urfa dışındaki tüm bölgelerde hakimiyet kurmayı başardı. 1444 yılında Amid’de vefat ettiğinde ardında hiç erkek evlat bırakmamıştı.
Cihangir Mirza Dönemi (1444-1453)
Cihangir Bey, başa geldiğinde hem iktidar mücadeleleriyle hem büyük devletlerle çetin siyasi mücadelelerle meşgul oldu. Evvelce Timurlu Devletinin desteğini alan Akkoyunlular, Şahruh’un ölümü üzerine iç meselelere yönelen müttefiklerinin desteğinden mahrum kalarak hem Osmanlı ve Memlük Devletleriyle, aynı zamanda komşuları olan Karakoyunlular ile yönetilmesi zor bir siyasi atmosfer içerisinde buldular kendilerini. Memlüklüler ile de sınır çatışmaları yaşanırken esas mücadele edilmesi gereken düşman Karakoyunlular oldu. Husumetin fitili ateşleyen olay ise taht mücadelesinde kaybedip Cihangir Bey’e sığınan Karakoyunlu şehzadesi Elvend Bey’in iade edilmemesi oldu. Üstelik Akkoyunlu topraklarına saldıran Cihanşah’ın amcası Mahmud’a yardıma gitmemesi nedeniyle Erzincan, Tercan ve Bayburt’un Karakoyunlular hakimiyetine girmesi, Cihangir Bey’i iç işlerde de zor durumda bırakmıştı. Nihayet zayıf düşen Cihangir Mirza, Cihanşah’ın Elvend Bey’i tekrar istemesi ve teslim etmemesi nedeniyle saldırıya geçmesi Cihangir Bey’in Memlüklere sığınmasına sebep oldu. Memlükler’den de istediği desteği bulayan Cihangir Şah’ın yardımına kardeşi Uzun Hasan koştu. Karakoyunlulara karşı harekete geçerek Urfa’ya ilerleyen Uzun Hasan Bey, Karakoyunlu ordusunu mağlup ederek Cihangir Bey’i kurtardı. Ancak Cihangir Bey, bunlar yaşanırken elçi gönderip Karaoyunlu hakimiyetini tanıdığına dair bir anlaşma imzaladı. Yaşananlar üzerine Akkoyunlu aşiretleri, Cihangir Bey’den desteğini çekmiş, Uzun Hasan’ın iktidar yolu açılmış oldu.
Uzun Hasan Dönemi (1453-1478)
Uzun Hasan, Karakoyunluların Çağataylar ile uğraşmasından istifade ederek Eznican’ı almaya çalıştı. Amcasının oğlu Kılıç Ali Bey’in topraklarını yağmalayıp nökerlerini esir aldı. Daha da önemlisi Cihangir Bey’in şehirde olmadığını öğrenince kılık değiştirip kırk askeriyle şehre girerek Diyarbakır’ı ele geçirdi. Böylece iktidar cebren Uzun Hasan’a geçmiş oldu.
İktidarının ilk yıllarında kardeşleriyle mücadele etmiş, diğer yandan Karakoyunluların Irak’ta Çağataylarla mücadele etmelerinden istifade ederek Erzurum ve Bayburt’u yağmaladı. Bunun üzerine kardeşleri Cihangir Bey ve Üveys, Karakoyunluların desteğini alarak Uzun Hasan üzerine taarruza geçti. Uzun Hasan, sayıca az olmasına rağmen büyük bir başarı elde ederek hem Karakoyunlu ordusunun komutanını esir olarak ele geçirdi hem de Karakoyunlu askerleri Uzun Hasan’ın tarafına geçerek büyük bir ün kazandı (1457). Cihangir Bey de bu mağlubiyet üzerine kardeşinin idaresin altına girerek ölümüne kadar sadakatle hizmet etti (1469).
Uzun Hasan, nüfuzunu daha da güçlendirmek ve gaza etmek için Gürcistan seferine çıktı (1458). 1461-62 yıllarında birer sefer daha yapmış, ele geçirdiği kaleleri Memlük sultanına haber vermiştir. Osmanlı – Memlük ilişkilerinde Memlüklere daha yakın duran Akkoyunlular, bu tarihlerde Memlüklerin zayıflaması üzerine Osmanlı ile daha yakın bir politika izlemiştir. Zira 1461’de Hısn Keyfa şehrini Eyyübilerden almış, aynı yıl Cihanşah’ın tasdiki ile Bayburk şehrini fethetmiştir. Müetakip yıllarda Dulkadiroğlu topraklarına da girmiş, Harput’u zaptetmiştir. 1465’e gelindiğinde Akkoyunluların sınırları İspir’den Urfa’ya, Şebinkarahisar’dan Siirt’e kadar uzanan geniş bir bölgede hakim hale gelmiştir. Akkoyunluların bu ilerleyişi kaçınılmaz olarak Karakoyunluları tedirgin etti. Cihanşah, oğlu Pir Budak’ın Bağdat’ta baş kaldırması üzerine önce buraya hamletmiş, isyanı bastırdıktan sonra Akkoyunlu topraklarına ilerlemiştir. Uzun Hasan, Karakoyunlu ordusunun ilerleyişini yıpratma hamleleriyle zayıflatmış, nihayet bir gece eğlence yapar halde yanında yalnızca 6 Bin adamı bulunan Cihanşah’a baskın vererek öldürdü ve iki oğlu ile beylerini esir etti (1467). Ertesi yıl, Cihanşah’ın oğlu Hasan Ali, babasının intikamını almaya yeltendi ancak başarılı olamadı (1468). İlerleyişini yavaşlatmayan Uzun Hasan, süratle Kirman’ı ele geçirip Bağdat’a yürüdü. Bağdat’ın da ele geçirilmesiyle Akkoyunlu Beyliği, hem gücü hem coğrafi etkisi hem de nüfus birikimiyle imparatorluğa dönüşmüş oldu (1470).
Fatih Sultan Mehmed, İstanbul’u ele geçirerek kendisini Roma’nın varisi, Uzunu Hasan ise hükmettiği toprakların tevarüs edilmesi dolayısıyla kendisini Timurluların varisi görüyor, her iki devlet de birbirlerinin en önemli rakibi haline geliyordu. Bu siyasi atmosferin bir tezahürü olarak Trabzon Pontus Rum Devleti, Osmanlı’ya karşı Uzun Hasan ile ittifak kurmanın yollarını aradı. Nihayet taraflar anlaştı ve İmparator David, kızını Uzun Hasan ile evlendirerek ülsiyet bağı kurdu. Akabinde İmparator, Uzun Hasan’dan, Osmanlı’ya ödenen verginin kaldırılmasını sağlamasını talep etti. Öyle ki; Osmanlı Devleti, Timur zamanında aslında bağımsızlığını kaybetmiş, Timurluların vasalı haline gelmişti. Buna bağlı olarak; Timur Devletine haraç ödemek mecburiyetindeydi. Ancak Timur’un ölümü üzerine devam etmeyen bu teamül, Uzun Hasan’ın kendisini Timurluların varisi addederek Fatih Sultan Mehmed’den söz konusu haraçı ödemesini ve Trabzon Pontus Devletinden haraç alınmamasını istedi. Bu talep, açıkça Osmanlı üzerinde hakimiyet kurma ve vasal statülerini devam ettirme teşebbüsüydü. Akkoyunlu elçilerinin İstanbul’dan eli boş dönmeleri üzerine Uzun Hasan, oğlu Uğurlu Mehmed’i Koyulhisar kalesini zaptetmek üzere vazifelendirdi. Burada bulunan 2 Bin Osmanlı askerine karşı önce taarruz etmeyi denese de saldırıyı bir sonraki yıla bırakmak zorunda kaldı. Nihayet büyük bir orduyla yola çıktı ancak Fatih Sultan Mehmed’in gönderdiği elçiler aracılığıyla sulh aktedildi (1460).
Fatih, meşgul olduğu Mora Despotluğu ile mücadeleyi hal ettikten sonra Trabzon üzerine yürüdü. Uzun Hasan, önce sefere mani olmak için oğlunu Osmanlı ordusu üzerine gönderse de başarılı olamadı. Karakoyunlu ve Timurluların olası saldırı tehdidi nedeniyle Osmanlı ile daha çetin bir mücadeleye girmeye çekinen Uzun Hasan, gönderdiği elçilerle yeni bir sulh akdetti. Fatih ise seferini tamamlayarak Trabzon Pontus İmparatorluğu’na son verdi (1461).
Uzun Hasan, Osmanlı tehdidine karşı Karakoyunlular, Karamanoğulları, Memlükler, hatta batılı devletlerle bile iyi ilişkiler geliştirmeye, ittifak münasebetleri kurmaya teşebbüs ediyordu. Diğer taraftan Osmanlı’dan kaçan Karamanoğulları beyini muhafaza etmesi, Osmanlı Devleti ile çatışmayı kaçınılmaz hale getirdi. Doğrudan değilse bile Karamanoğulları ordusunda yer alan Akkoyunlu kuvvetleri şu veya bu şekilde Osmanlı ile çatışma halini başlatmıştı. Akkoyunlu kuvvetlerinin Osmanlı tarafından bozguna uğratılması, Karamanoğlu beyleri Pir Ahmed ve Kızıl Ahmed’in Uzun Hasan’a sığınması, Uzun Hasanın ise Fatih’ten Kapadokya ve Trabzon’u istemesi üzerine Fatih Sultan Mehmed’in yanıtı; Baharda Sefer İçin Geleceğim olmuştur (1472).
Akkoyunlular ile Osmanlı arasındaki en keskin mücadele, Otlukbeli’de doğrudan iki imparatorun karşı karşıya geldiği mücadele olmuştur. 300 Bin kişilik bir orduyla Osmanlı’ların karşısına çıkan Uzun Hasan, sayıca 150 Bin’i ancak bulan Osmanlı kuvvetleri karşısında ağır bir mağlubiyet yaşadı. Ateşli silahlar, toplar ve yeni gereçler sayesinde sayıca az ama etkinlik olarak daha üstün durumda olan Osmanlı Ordusu, Akkoyunluları mağlup etmiş, ancak hem mağlup olan kuvvetlerin peşinden gitmemiş hem de kazandığı zafere rağmen Akkoyunlu topraklarını ele geçirmemiştir.
Otluk Beli Savaşı; Akkoyunlular için İmparatorluğun sarsılması anlamına geliyordu. Aldığı yenilgi sonrası prestiji sarsılan, ticaret merkezleri üzerindeki tahakkümünü kaybeden hatta irili ufaklı aşiretlerin bile isyanlarını bastıramaz hale gelen Uzun Hasan, iki oğlunu da bu savaşta kaybetmiş, diğer oğullarına Osmanlı ile mücadelelerine devam etmelerini vasiyet etmiştir. Uzun Hasan’ın iktidarının son yıllarında iç meselelerle ve oğullarının taht mücadeleleriyle meşgul olmuş, 3. Gürcü seferine çıkarken hastalanarak ertesi yıl hayatını kaybedecektir (1478).
Sultan Halil Dönemi (1478)
Halil, Far valiliği görevindeyken babasının ölüm haberi üzerine tahta geçti. Sert mizaçlı biri olan Sultan Halil, vaktiyle isyan eden kardeşi Maksut’u boğdurmuş, yönetimi döneminde çokça muhalif ve düşman edinmişti. Kardeşleri arasında da sevilmeyen ve kendisine karşı oluşan muhalefet dolayısıyla iktidarını sağlamlaştırmak üzere ordusuyla harekete geçmiş, ancak Hoy Çayı yakınlarında mağlup olarak kardeşi Yakup tarafından öldürüldü. Kısa süren saltanatının ardından taht mücadelesini kazanan Yakup tahta geçti.
Yakup Dönemi (1478 – 1490)
Uzun Hasan’dan sonra en uzun süre tahtta kalacak sultan olan Yakup, aynı zamanda devletine en parlak dönemini yaşatacak hükümdar olmuştur. Birlik ve beraberliği sağlamak üzere, kendisine muhalif yöneticileri itaat altın aldıktan sonra yerlerinde bırakmış, Hoy Savaşına katılanları da affetmiştir.
Akkoyunlular idaresinde yaşanan çalkantılardan istifade etmek isteyen Karakoyunlular, Azerbaycan, Irak ve Fars topraklarında hak iddia ederek Kirman’a doğru yöneldiler. Süratle ilerleyerek Kirman’a ulaşan Karakoyunlu kuvvetleri, Yakup’un vazifelendirdiği kuvvetler tarafından bertaraf edilerek olası bir isyan hareketi bastırılmış oldu. Ardından gelen Memlük saldırılarına karşı da başarılı olan Yakup, Halep ve Şam valilerini esir ederek iktidarını sağlamlaştırdı. Ayrıca önemli bir tehdit olarak ortaya çıkan İsfahan Valisi Bayındır Bey’de yakalanıp ortadan kaldırdı (1481).
15. Yüzyılın sonlarına doğru Akkoyunlu topraklarında Şii hareketler yükselmeye başlamıştı. Güneyde Muşaşalar, kuzeyde Safeviler lehine gelişen temayül Irak’ın yarısını sarmış, daha önce tecrübe edilmemiş bir tehlike söz konusu olmuştu. Ancak Yakup, aldığı tedbirler ile hem isyanları bastırmış hem de olası isyanları kışkırtacak hamleler yapmayarak iktidarı döneminde sağladığı sükuneti devam ettirmiştir. Her ne kadar Muşaşalar meselesi hallolsa da Safeviler (Safeviyye Tarikatı), önceleri Sünni inanışa sahip oldukları halde, Hoca Ali tarafından imamet meselesi ve siyasi tezahürlerin etkisiyle Şiiliğe meylettirilmişti. Bu tarikat, Akkoyunlu topraklarında filizlenerek müteakip asırlar boyunca devam edecek derin ve çalkantılı bir sürece evrilecektir.
Zira; Hoca Ali’nin vefatından sonra yerine geçen İbrahim, o öldükten sonra ise Cüneyd tarikat postuna oturmuştu. Karakoyunlular, muhtalif münasebetlerle kendi istikballeri için kullanışlı gördükleri İbrahim’in oğlu Cafer’i posta oturttular. Şeyh Cüneyd, bu gelişmeler üzerine kaçarak önce Fatih Sultan Mehmed’den yurtluk, ardından Karamanoğulları’ndan sığınma istedi. Arzu ettiği himaye ve desteği bulamayıp, hatta Trabzon’a saldırıp ele geçirmeyi çalışsa da başarılı olamayınca, etrafında toplanan müntesipleri üzerinden Karakoyunlulara karşı kullanmak kastıyla Sultan Yakup tarafından Diyarbakır’a davet edildi. Sultan Yakup’un kızıyla evlenen Şeyh Cüneyd, Gürcistan üzerine yaptığı başarılı akınlarla da önemli bir maddi güç elde etti. Cüneyd, Şirvan üzerine yaptığı bir saldırı da öldürülse de oğlu Haydar, dayısı Uzun Hasan’ın himayesinde büyüyerek Anadolu Kızılbaşlığı’nın öncü ve en önemli isimlerinden biri haline gelecektir. Uzun Hasan himaye ve desteğiyle Safeviyye tarikatının postuna oturan Şeyh Haydar (1469), babasının katili olan Şirvahşahlar’dan intikam almak üzere geçmiş, ancak o da babası gibi mağlup olmuş, başı kesilerek öldürülmüştür. Uzun Hasan döneminde başlayan, Sultan Yakup döneminde gelişen ve Osmanlı – Akkoyunlu – Karakoyunlu ilişkileri ekseninde şekillenen bu siyasi-itikadi mesele, Akkoyunlular ile Safevi Devleti’ni siyasi olarak aynı potanın içerisine yerleştirmiştir.
Baysungur Dönemi (1490 – 1492)
Yakup’un ölümü üzerine geriye üç oğlu kalmıştı. Ancak taht için öne çıkan isimler; Uzun Hasan’ın hayatta kalan son oğlu Mesih ve Yakub’un oğlu Baysungur idi. Bu kanlı mücadeleyi Baysungur’u destekleyenler kazandı ve çocuk yaşta tahta oturtuldu. Sultanın naibi sıfatıyla Sufi Halil yönetimi ele aldı ve Yakup’un neredeyse tüm yardımcılarını öldürterek yahut uzaklaştırarak bertaraf etti. Ancak iktidarını sağlamlaştıramamış, amcası Mesih namına isyan eden Mahmud Bey, Irak-ı Arab ve Acem topraklarında kendi sultanlığını ilan etmişti. Baysungur, gönderdiği ordu ile en güçlü muhalifini de mağlup etti. Gaddarca tutumunu sürdüren Sufi Halil, Azerbaycan valilerini öldürtünce bu kez isyan hareketi Diyarbakır’da ortaya çıktı. Diyarbakır valisi Süleyman Bey, Sufi Halil’i öldürerek yerine geçti.
Sufi Halil, Uzun Hasan’ın torunlarındna Rüstem Bey’i de hapsettirmiş, ölümü üzerine özgürlüğüne kavuşmuştu. Tahta geçmek üzere harekete geçen Rüstem, tahtı ele geçirmek üzere harekete geçince bir kısım emirler Rüstem’in tarafına geçti. Tahtın naibi durumunda olan Süleyman Bey, daha fazla direnemedi ve taht Rüstem’in eline geçti.
Rüstem Bey Dönemi (1492 – 1497)
Rüstem, Tebriz’e giderek tahta oturduğunda hiçbir itirazla karşılaşmadı. Luristan, Kirman, Fars ve Diyarbakır da yeni hükümdara itaat bildirdiler. Ancak yaşı dolayısıyla tecrübesizdi ve devlet idaresinde destek aldığı İbrahim Bey iktidarda söz sahibi durumuna geldi. Şirvanşah hakimi Ferruh Yaser, damadı Baysungur’u tahta oturmak için bir hamle yaptı ve emrine 12 Bin kişilik bir ordu vererek Azerbaycan’a gönderdi. Rüstem Bey de bu gelişme üzerine tutuklu bulunan Şeyh Haydar’ın oğulları İbrahim, Ali ve İsmail’i serbest bırakarak Tebriz’e davet etti. Safevi Tarikatı müntesipleri de önderleri Ali’nin öncülüğünde Baysungur’a karşı harekete geçtiler. Kura Şehri yakınlarındaki mücadelenin bir kazananı olmadı. Ancak tekrar eden savaşlarda hem Baysungur hem de isyana destek veren diğer önemli isimler bertaraf edildi. Azerbaycan, Kirman, Fars ve Irak, bu kazanımlarda payı olan Safeviler için yeni nüfuz alanları haline geldi. Müteakip dönemde siyaset sahnesine çıkacak Safeviler Devleti’nin ideolojik ve demografik temelleri böylece atılmış olacaktır.
Yıkılış
Uğurlu Mehmed’in oğlu, aynı zamanda Fatih Sultan Mehmed’in kızından olma torunu Ahmed Bey, Sultan 2. Bayezid’in de damadı olmuştu. Göde Ahmed olarak bilinen bu Akkoyunlu saltanat mensubu, Rüstem’den sonra Akkoyunluların yeni hükümdarı olarak görülüyordu. Zayıflayan devlet otoritesine karşı Rüstem’in tahttan indirilip yerine geçirilmesi gerektiğini düşünen ümera, Sultan 2. Bayezid’e Ahmed Bey’in Akkoyunlu tahtına oturması için izin ve destek istediler. Böylece Osmanlı askerlerinin desteğiyle harekete geçen Göde Ahmed, Rüstem Bey’in mukavemet gösterememesi üzerine Akkoyunlu tahtına oturdu.
Ahmed Bey, Osmanlı sarayındaki katı usulleri benimseyerek isyanlarda başı çeken isimleri bir bir öldürtmeye başladı. Ahmed Bey’in tahta oturmasını temin eden emirler bile sıranın bir şekilde kendilerine geleceğini fark ederek yeni sultanı suikastla öldürdüler. Bu gelişme üzerine Akkoyunlu toprakları şehzadelerin bulundukları bölgelerde bağımsızlıklarını ilan etmeleri nedeniyle parçalandı. Onarılması imkansız hale gelen devlet otoritesi, yaşanan siyasi kaosu bertaraf etmeye muktedir değildi. Nihayet devam eden birkaç yıl içerisinde Akkoyunlu Devleti yıkılarak tarih sahnesinden silindi.
Ahmed Bey’in öldürülmesinde öncülük eden emirlerden Ayba Sultan, daha önce yapıldığı üzere yaşça küçük şehzadelerden birini tahta oturarak hakimiyeti eline geçirmek istedi. Ancak diğer şehzadelerle yaşanan mücadelelerde arzu ettiği neticeleri alamadı. Nihayet yaşanan iç çatışmalarda öldürülerek Akkoyunlu toprakları şehzadeler arasında pay edildi. Azerbaycan, Erran ve Diyarbakır Elvend Bey’e, Irak-ı Acem, Irak-ı Arab, Kirman ve Fars vilayetleri Murad Bey’e kaldı.
Safeviyye Tarikatının önderi, Şeyh Haydar’ın oğullarından Şah İsmail, bu keşmekeş haldeki siyasete dahil olarak Gilan’dan ayrılıp Erzurum’a geldi ve burada kendisine bağlı önemli bir kuvvet terkip etti. Önce Şirvanşah’ı, ardından Elvend Mirza’yı mağlup etmeyi başardı (Surur Savaşı) ve Azerbaycan’ı ele geçirerek Tebriz’e ilerledi. Tahta oturduktan sonra ise 12 imam adına hutbe okutup sikke kestirerek Safevi Devleti’ni resmen ilan etmiş oldu (1501).
Akkoyunlu şehzadeleri pek çok kez Akkoyunlu tahtını geri almak için çabalasa da muvaffak olamadılar. Nihayet 1508’de Bağdat’ın Şah İsmail tarafından zapt edilmesi, son Akkoyunlu Sultanı Murad’ın ne Osmanlı, ne de Memülklerden istediği desteği alamaması neticesinde Akkoyunlu Devleti fiilen sona ermiş oldu.