Tarihe Celali İsyanları olarak geçen vakalar silsilesi, 16-17. yüzyıllarda ortaya çıktı ve meydana getirdiği sorunlar takip eden yüzyıl boyunca devam etti. Sosyolojik ve siyasi yönüyle oldukça girift bir mesele olan Celali İsyanları, esasında merkezi yönetime (Osmanlı Saltanat Sistemine) meydan okumak ya da devirmeye çalışmak gibi amaçlar gütmese de toplumsal sorunların şiddete dönüşmesi şeklinde cereyan etmiş, Osmanlı merkezi idaresin de, söz konusu zaman aralığında yaşanan hemen her türlü eşkıyalık faaliyetine "Celali" tanımı kullanmasıyla kaotik bir hal almıştı.
Ortaya çıktığı dönemde Bozoklu Şeyh Celal'in başlattığı bir hareket olmasının yanında aslında ideolojik bir zemini söz konusu değildir. Daha çok taşrada yaşayan köylülerin yaşam kalitesiyle ilgili sorunlar neticesinde ortaya çıkan güç gösterisi ve başkaldırılardan ibaret olsa da, Devletin tüm imkanlarına rağmen tam anlamıyla bastırılamamış olması nedeniyle bir isyan/başkaldırı zemini olarak varlığını sürdürmüştür.
Osmanlı'da İsyanların Geçmişi
Osmanlı Devleti, gerek kurulduğu ilk dönemler (14-15. yüzyıl) gerekse yükseliş döneminde (16. yüzyıl) pek çok kez isyanlarla karşı karşıya gelmişti. Osmanlı, isyanlara müsait bir sosyopolitik dokuya sahipti. Yerel milliyetçiliği teşvik eden beylik sistemi, yerleşik hayata adapte olunamaması ve göçer geleneklerin devamı, yaşam kalitesindeki her tür memnuniyetsizlikten hükümdarın sorumlu tutulması gibi nedenlerden ötürü pek çok kez isyan ve başkaldırı meydana gelebiliyordu.
2. Bayezid Döneminde başlayan Türkmen İsyanları, İslam'a intibak döneminde olunmasından kaynaklanmak üzere bir kısım mezheplerin siyasal yansımalarının ortaya çıkması (Şiilik/İsmaililik), Şahkulu ve Düzmece Mustafa isyanlarında olduğu gibi devlet ve saltanat üzerinde hak iddia edenlerin teveccüh görmesi, hatta tımarları elinden alınan sipahilerin baş kaldırması gibi pek çok isyan hareketi söz konusu olabiliyordu.
Sipahi İsyanları
Osmanlı Ordusu, kurulduğu dönemden 2. Mehmed dönemine kadar doğrudan Anadolu'da yaşayan Türklerin oluşturduğu atlı savaşçılardan (sipahiler) meydana geliyordu. Hükümdarın yakın korumalığını ise Orhan Gazi döneminden itibaren devşirilen yeni çeriler üstleniyordu. 2. Mehmed (Fatih Sultan Mehmed) döneminden itibaren sipahilerin yerini ağırlıklı olarak yeni çerilerin almasıyla sipahilerin geçimi için tahsis edilmiş olan tımarlar (araziler), hükümdar tarafından atanan sancak beylerine verilmeye başlandı. Bu süreç 15. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar devam eden süreç içerisinde yaşanmaktaydı. Ayrıca 16. yüzyılın sonlarından itibaren fetihlerin yavaşlaması, Osmanlı sınırlarının genişleyememesi, sayıları giderek artan sipahilerin tımar beklentilerini karşılayamaz durumagelmişti. Azalan tımarlar ve yeni çerilerin ordu içerisindeki itibarının artması, sipahilerin ise öneminin giderek azalması pek çok sipahinin isyanlara katılmasında önemli bir faktör olmuştur.
Medreselilerin İsyana Katılması
Kentlerde sayıları artan imaretler ve bünyesinde bulunan medreseler, köylü çocukları için bir istikbal ve geçim kapısı durumundaydı. Bu medreseler ilmiye teşkilatına mensuplar yetiştiriyor, eğitim gören talebelerin (softalar / suhteler) geçimleri de devlet tarafından sağlanıyordu. Ancak zaman içerisinde çokça artan talebelerin sayısı ihtiyacın üzerine çıkmış, sayıları arttığı gibi kontrol altında tutulmaları da güçleşmişti. Diğer taraftan, medreselerde okuyan ulema çocuklarının kayırılması gibi meselelerde ortaya çıkıyordu.
Suhteler, Kanuni Sultan Süleyman döneminin sonlarına doğru teşkilatlanarak örgütlü hareket etmeye başladılar. Sayıları zamanla arttı ve önemli bir güç unsuru haline geldiler. Bu süre zarfında devletin duraklama dönemine geçmiş olması, ilmiye sınıfında vazife bulamamaları ve alışageldikleri yaşam şartlarının ellerinden alınacağı düşüncesiyle 17. yüzyılın başlarından itibaren Celali hareketlerine katıldılar. Kaynaklar, suhte bölüklerinin köylüden kurban, zer, nezir gibi adlar altında zorla para topladıklarını, köy ve kasabaları yağmaladıklarını da nakleder.
Köylülerin İsyana Katılması
Osmanlı'da yerel siyasi yapı ve vergi toplama usulleri toprak kiralama ve köylüden alınan vergilerden ibaretti. "Vergi Toplayıcısı" vasfıyla hareket eden ve kendilerine "ehl-i örf" denen bu zümre hazineye bir bedel ödüyor ve karşılığında bir bölgenin vergi toplama işini alıyordu. Daha sonra geçici toprak sahibi sıfatıyla köylülerden vergi topluyordu. Cumhuriyet Tarihinin ilk dönemlerinde gördüğümüz Toprak Ağalığı sisteminin tarihsel kökenini teşkil eden bu uygulama doğrudan reaya (köylü) üzerinde yoğun bir baskı oluşturuyordu.
16. Yüzyılda, özellikle Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren artan ordu harcamaları hazineyi zora sokmaya başlamıştı. Bu nedenle mukataa (topraktan vergi toplama hakkı) sahibi olmak isteyenlerden talep edilen ücret artıyor, haliyle bu mali yük doğrudan reayanın (köylü) yükünü ağırlaştırıyordu. Osmanlı kanunnamelerine göre köylülerin tımarlarını terk etmeleri yasaktı. Ancak artan baskılara dayanamayan halk bu yasağa rağmen köylerini terk ediyor, hatta ziraatı bırakıyordu.
Ehl-i örf, daha çok para toplamak, daha çok kar etmek için reaya üzerinde baskıcı bir tutum izliyor hatta zulme varan uygulamalar yürütüyorlardı. 1. Süleyman, 3. Mehmed, 1. Ahmed dönemlerinde yayınlanan adaletnamelerle reayanın üzerindeki baskı hafifletilmeye çalışılsa da köylülerin Celali İsyanlarına katılmaları engellemeye yeterli olmamıştır.
Paralı Askerlerin ve Eşkıyalığın Ortaya Çıkışı
Osmanlı Ordusunda tüfek kullanımının yaygınlaşmasıyla yaya ve atlı kuvvetlerin önemi azalmıştı. Diğer taraftan askerlik eğitimi de oldukça kısalmıştı. 1. Süleyman döneminde yaşanan şehzadeler savaşında Sultan Süleyman, 1. Selim'i desteklemesi için ordu görevlendirmişti. Şehzade Bayezid de ücret karşılığı başıboş gençleri toplayıp tüfekli birlikler meydana getirmişti. Osmanlı Tarihinde ilk paralı askerlik uygulaması bu döneme kadar gider. Bu tarihte ortaya çıkan eğitimsiz paralı askerler zamanla sekban, sarıca, levent, yiğit, garip gibi isimlerle nam salan lejyonlara dönüştüler. İlerleyen dönemlerde tımarsız kalan sipahilerde tüfek kullanmaya başlamışlar, bu başıboş askerler eşkıyalık faaliyetlerine girişmişlerdir.
2. Selim Döneminde eşkıyalık faaliyetlerinin önüne geçmek için bir önlem olarak kadılara bulundukları bölgelerdeki gençlerden asayiş müfrezeleri kurulması istendi. "İl Eri" adını alan bu grupların giderleri hazine tarafından karşılanıyordu. Diğer taraftan toprak ağası haline gelen sancak beyleri (ehl-i örf) de başıboş askerlerden kendilerine birlikler topluyordu. Bu arz-talep dengesi başıboş askerler için bir geçim kapısı haline gelmişti. Ancak kapılarında muhafızlık yaptıkları sancak beylerinin görev yerinin değişmesi durumunda işsiz kalıyorlar, hizmet edecek yeni bir kapı bulamadıklarında Celali hareketlerine katılıyorlardı.
Coğrafi ve İklimsel Nedenler
6. Yüzyıl gerek dünya, gerekse Osmanlı için yoğun nüfus artışının söz konusu olduğu bir dönemdir. Bu dönemde artan nüfusa karşılık yeni topraklar elde edilememiş olması halkın huzurunun bozulmasına, yaşam şartlarının zorlaşmasına yol açmış, bu sosyolojik gerçek isyanlar içinde müsait bir zemin oluşturmuştur. Zira benzer sorunlar aynı dönemde İspanya ve İtalya gibi ülkelerde de ortaya çıkmakta, artan nüfus ve yetersiz kaynaklar nedeniyle eşkıyalık ve anarşi yüzyılın bir gerçeği olarak dikkat çekmektedir.
Başlıca Celali İsyanları
Karayazıcı Abdülhalim: Celali isyancılarının önemli bir kısmının liderliğini üstlenen, hatta kendisini padişah ilan edip ferman yayınlayan Abdülhalim, Celali isyanlarının en önemli isimlerinden biri olarak öne çıkar. 17. Yüzyılın başlarında Osmanlı Ordusunda yazıcılık yapan Abdülhalim, aynı zamanda Safed Sancak Beyi Derviş'in emrinde bir sekban reisiydi. Hükümet, Derviş Bey'in yerine başkasını atayınca işsiz kalacak olan Abdülhalim, emrindeki 300 kişilik kuvvetle Derviş Bey'i isyana teşvik etti. İsyan başarılı olamayınca asi damgası yedi ve kendisine müttefikler aradı. Önce Canbuladoğlu Hüseyin Paşa ile ardından Karaman valisi Hüseyin Paşa ile ittifak kurdu. Bu ittifaklar neticesinde 8 Bin kadar bir askeri kuvvete sahip hale geldi. Etrafına topladığı asker kaçaklarıyla bu sayı 20 Bin'e kadar ulaştı. Osmanlı, Abdülhalim paşa tehdidini ortadan kaldırmak için bir kuvvet gönderse de (1599), Abdülhalim, Urfa'yı ele geçirip kaledeki toplara da sahip olunca büyük bir başarı elde etmiş oldu. Hz. Muhammed'i rüyasında gördüğünü söyleyerek devletin kendisine bahşedildiğini iddia etti ve kardeşi Hüseyin Paşa'yı veziri yapıp fermanlar yayınlamaya başladı. Ancak Osmanlı'nın gönderdiği ikinci ordu karşısında mukavemet gösteremeyince Sivas'a kaçtı. Abdülhalim, daha sonra Kayseri'de üzerine gönderilen Osmanlı ordusunu bertaraf etse de Bağdat'tan dönen Hasan Paşa komutasındaki Osmanlı kuvvetlerine karşı koyamadı (23 Eylül 1600). Yaralı olarak kaçsa da yaklaşık bir yıl sonra öldüğü haberi duyuldu (12 Ağustos 1601).
Deli Hasan & Tavil Ahmed: Abdülhalim'in kardeşi Deli Hasan, ağabeyinin vefatı sonrasında isyan hareketine devam etti. Ağabeyini mağlup eden Hasan Paşa'nın Tokat'a geldiği haberini alması üzerine emri altındaki Celali kuvvetleriyle birlikte şehri kuşattı. Bir muhbirin getirdiği bilgi üzerine Hasan Paşa'yı istirahat ettiği yerde tüfekle öldürmeyi başardı. Ardından Kütahya ve Afyonkarahisar'a kadar ilerledi. Meseleyi sulh yoluyla halletmek isteyen Sadrazam Yemişçi Paşa, Deli Hasan'a Bosna Beylerbeyliğini verdi (1603). Deli Hasan'dan sonra yerini doldurmak isteyen Celali reisi Tavil Ahmed 10 Bin kadar kuvveti emri altında birleştirdi. Deli Hasan gibi kendisine beylerbeyliği teklif edilse de isyanı devam ettirdi. Tavil Ahmed, zamanla Deli Hasan'dan daha güçlü hale gelmişse de pek çok zorluğa rağmen dağıtılarak mahiyetiyle birlikte bertaraf edildi.
Kalenderoğlu Mehmed: Abdülhalim'in yanında eşkıyalık yapmış olan Kalenderoğlu, daha sonra valilerin hizmetlerinde çalışmış, ancak 1604'de talep ettiği sancakbeyliğini alamayınca isyana girişmişti. Diğer Celali grupları da yanına alan Kalenderoğlu Manisa ve Aydın'ı yağmaladı, Ankara'ya kadar ulaştı. Kendisine Ankara sancakbeyliği verildiği haberi gönderilmişti ancak bu bir hileydi. Osmanlı kumandanı Kuyucu Murad Paşa'nın kadıya gönderdiği mektubu ele geçirince oyuna getirildiğini anladı ve şehre saldırdı. Ancak alamayınca geri çekilmek zorunda kaldı. Kısa bir süre için Bursa'yı ele geçirdi. Üzerine gönderilen Osmanlı kuvvetlerini mağlup etmeyi başardı ve Karaman'a geçti. Bu sırada Halep'ten gönderilen hazineyi yağmalamayı planlasa da Kuyucu Murat Paşa kendisini Maraş civarında yakaladı. Bu muharebede kuvvetlerinin çoğunu kaybeden Kalenderoğlu İran'a kaçtı. Kendisinden daha sonra haber alınamadı (9 Ağustos 1608).
Canbolatoğlu Ali Paşa: Amcasının Şark seferine geç katılması nedeniyle idamı üzerine Kilis'te isyan eden Canbolatoğlu, amcasına bağlı kuvvetlerin desteğiyle isyan etti. Osmanlı'nın bu bölgeye bir kuvvet gönderemeyeceğini ön gören Canbolatoğlu, Halep beylerbeyliği teklifini reddederek Trablusşam'a saldırdı ve Emir Yusuf'u mağlup ederek Halep'te bulunan Osmanlı hazinesine el koydu. 35 Bin'in üzerinde asker ve yüklü bir servete sahip hale gelen Canbolatoğlu bağımsızlığını ilan edip adına hutbeler okuttu. Kuyucu Murad Paşa, Anadolu'daki Celali hareketlerini bastırdıktan sonra Halep'e yürüdü. Canbolatoğlu Osmanlı kuvvetlerine karşı koyamayacağını anlayınca 1. Ahmed'den özül diledi. Özrü kabul edildikten sonra Tımaşvar beylerbeyliğine tayin edilse de burada yeniçeriler ve halk ile geçinemedi. Nihayetinde Veziriazam olan Kuyucu Murad Paşa'nın emriyle öldürüldü (1611).
Abaza Paşa: Canbolatoğlu'nun hazinedarı olan Abaza Paşa, 1622'de İsyan hareketine girişti. Önce kendisine tevcih edilen Maraş ve Erzurum beylerbeyliği görevini kabul etti. Ancak 2. Osman'ın öldürülmesi üzerine isyana kalkıştı. Trablusşam ve Maraş valilerin de kendisine destek vermesiyle 30 Bin kadar bir kuvveti bir araya topladı. Yeniçerilerden intikam alma garazıyla hareket eden Abaza Paşa, 4. Murad'ın tahta geçmesi sonrasında Kayseri'de mağlup edildi. Affedilip tekrar Erzurum beylerbeyliğine atansa da Ahıska Seferine çıkan Osmanlı Ordusu'nun kendisine saldırmak için yola çıktığını düşünerek üzerine yürüdü. Sadrazam olan Halil Paşa, Erzurum kalesini kuşatsa da teslim olmadı. Daha sonra 4. Murad tarafından affedilip Bosna valiliğine tayin edildi (1628).
Abaza Hasan Paşa: Celali isyanlarının en şiddetlisi Abaza Hasan Paşa'nın başlattığı isyan olmuştur. Yeniçeri sipahilerinden olan Abaza Hasan, sahip olduğu tımar imtiyazı elinden alınınca ayaklandı ve Kastamonu'yu yağmaladı. 4. Mehmed döneminde kendisine Türkmen ağalığı tevcih edildi. İç karışıklıklarla zayıflayan Osmanlı'nın şu veya bu şekilde yönetimden şikayeti olan pek çok zümrenin desteğini alarak tüm Anadolu'da geniş katılımlı bir ayaklanma gerçekleştirdi. Kış mevsiminde Halep'e çekildiği sırada bir komplo ile öldürüldü (1659).
Celali Ayaklanmalarıyla Mücadele Yöntemleri
Yüzyıldan uzun süren, 16 ve 17. yüzyıllara yayılan ayaklanmalar, 18. yüzyıla kadar Osmanlı siyasetinin en önemli meseleleri arasında yer aldı. Tımarlı sipahilerin tımarsız kalması, yeniçerilerin güçlenmesi, başıboş askerlerin çoğalması, eşkıyalık ile geçimini sağlayan bir zümre meydana getirmişti. Osmanlı, bu isyancıların varlığını engelleyemiyor, bunun yanında isyancı reislere vazife vererek emrindeki asileri asker olarak kullanmaya çalışıyordu. Bu yöntemlerin işe yaramaması durumunda ise doğrudan orduyu görevlendiriliyor ya da köylülerden oluşan kitlelerde bölgesel seferberlik ilan ederek isyancılara karşı koymaya çalışıyordu.
Bir diğer önemli mesele de; 16. yüzyıldan itibaren kullanımı yaygınlaşan tüfeklerdi. Tüfekli askerler çok kısa sürede eğitiliyor, ucuza mâlediliyor ve kendisini güvende hissetmeyen reaya (köylü) silahlanarak kendisini savunuyor ya da isyancılar arasına katılıyorlardı. Bu durumun önünü almak için sancakbeyleri köylülerin silahlarına el koyuyordu. Öyle ki; Abaza Hasan Paşa isyanının ardından teftişe çıkan İsmail Paşa'nın toplattığı tüfeklerin sayısı 80 Bin'i bulmuştur.
Genel Bakış
Celalilik 1519'da kendisini mehdi ilan eden Bozoklu Şeyh Celal ayaklanmasıyla ortaya çıktı. Ancak sonrasında taşra siyasetinde yaşanan olumsuzluklar nedeniyle çıkan ayaklanmalara katılanlara Celali yakıştırması yapıldı. İsyanların Şeyh Celal ile bir ilgisi olmadığı gibi isyancıların ideolojik bir garazları da yoktu. Geçim derdi, fırsatçılık ve siyaset hırsı ile eşkıyalık ve yağmaya tevessül edenler bir kısım reislerin etrafında toplanıyor, devlet ise bu ayaklanmaları bastırmak için isyancı reislere devlet görevi tevcih ediyor veya mümkün olduğunda zor kullanarak bastırılmaya çalışıyordu. Bu isyan dalgası 18. yüzyıla kadar devam etmiş, uzunca bir süre Osmanlı'nın en önemli sorunlarından biri olarak gündemde yer etmiştir.