1. Bayezid (Yıldırım) cenk meydanında hükümdarlığa geçirilen tek Osmanlı hükümdarı olarak tarihe geçmiştir. 1. Kosova Savaşında muzaffer olmalarına rağmen babasının suikastla öldürülmesi üzerine devlet erkanı ordunun ve sefer dönüşünde devletin zaafa uğramaması için süratle Bayezid'i hükümdar ilan ettiler. 1. Murad, siyasi kabiliyetleri ile Anadolu beyliklerini kontrol altında tutmakta, Bizans, Bulgar ve irili ufaklı Balkan kitlelerini itaat altına almaktaydı. Murad Gazi'nin vefatı üzerine isyana meyilli bu kitlelerin başkaldırmaları devlet nezdinde büyük bir felakete yol açabilirdi. Bu sebeple hükümdarlık alışılageldiği üzere değil teamül dışı bir yöntemle cülus edildi.
Bayezid, kardeşi Yakub'a nispeten çok daha kudretli ve tecrübeliydi. Henüz gençlik yıllarında siyasi bir hamle ile Germiyan Bey'i Süleyman'ın kızı Sultan Hatun ile evlendirilmiş, zevcesinin çeyizi olarak verilen Germiyan vilayetlerine sancak beyi olarak atanmıştı. Ardından Kastamonu beyi üzerine yapılan seferde vazife almış, Karamanoğulları Beyi Alaeddin Ali üzerine yapılan seferde de fevkalade başarılar göstererek Yıldırım unvanını almış ve rüştünü ispatlamıştı. Son olarak 1. Kosova Savaşında sağ cenahı komuta etmiş, bu savaşta Osmanlı ordusunun sol cenahı çökmüş, ancak kendi idaresinde bulunan kuvvetlerin muvaffak olmasını sağlamasıyla savaşın seyrini değiştirmiştir. Bu başarıları hasebiyle Murad Gazi'nin beklenmedik ölümüne müteakip devlet erkanı tarafından tereddüt edilmeksizin hükümdar ilan edilmiştir. Hatta olası bir saltanat mücadelesini göze alamayan devlet erkanı, muhtemelen diğer şehzade Yakub'u herhangi bir isyan şüphesi bulunmamasına rağmen öldürülmesini tavsiye etmişlerdir.
Şehzade Yakub'un Öldürülmesi
Bayezid, devlet erkanının tavsiye ve telkini üzerine cenk meydanında hükümdar ilan edilmişti. Bayezid'in alelacele hükümdar ilan edilmesine sebep olan gerekçeler şehzade Yakub'un ölümü için de yeterliydi. Bayezid, kardeşi Yakub'un boğdurulması emrini de yıldırım hızıyla uygulayarak bir anlamda dosta düşmana göz dağı vermiş oluyordu. Elbette bu karar Gazileri fevkalade üzdü. Bu vakanın hüznü Aşıkpaşazade'de "Ol gece askere izdırab düştü" şeklinde ifade edilmiştir.
Yakub, ağabeyi gibi Kosova savaşında vazifeliydi. Savaş nihayete erdiğinde henüz yorgunluğunu atamadan babası tarafından çağırıldığı söylenerek Murad Gazi'nin çadırına götürüldü. Kendisini burada bekleyen cellatlar tarafından kanı akıtılmadan boğularak öldürüldü. Yakub'un öldürülmesi Bayezid'e karşı duyulan korkuları beslediği gibi kendisine buğz edilmesine de sebep olmuştur.
Tahta Çıkışı ve Sonrası
Bayezid, cülus edildiği zaman 29 yaşındaydı. Her ne kadar tecrübeli ve rüştünü ispat etmiş bir şehzade olsa da hükümdarın değişmesi ile devletin zaafa düşeceğini düşünen beylikler bu durumdan istifade etmeye teşebbüs ettiler. Anadolu beyliklerinin en kuvvetlisi ve isyana en meyillisi Karamanoğulları idi. Karamanoğulları Beyi Alaeddin Ali, aynı zamanda kayınpederi olan Murad Gazi'ye baş kaldırmış, neticede mağlup olunca zevcesi sayesinde hayatı bağışlanmıştı. Murad Gazi'nin vefatı ile ilk isyan eden Alaeddin Ali oldu. Alaeddin Ali önce Beyşehir'i işgal etmiş ardından Eskişehir'e kadar ilerlemişti. Germiyanoğulları Beyi 2. Yakub ise kardeşi Sultan Hatun'un Bayezid ile evliliğinde çeyiz olarak verilen toprakları geri almak gayesiyle Kütahya, Simav, Eğrigöz ve Tavşanlı'yı işgal etti. Orhan Gazi'nin gazabından korkan Kadı Burhaneddin ise Kırşehir'i zapt etti.
Bayezid, Bursa'ya dönmeden evvel Kosova savaşına müteakiben Sırp Kralının oğlu Lazareviç ile akrabalık bağı kurarak bir anlaşma yaptı. Bayezid Lazareviç'in kardeşi Olivera ile evlendi ve kendisi de Bayezid'in vasalı oldu. Böylece Lazareviç Macar baskısına karşı Osmanlı'yı yanına almış oldu, Bayezid ise bertaraf edilmiş Sırp tehdidinin yeniden ortaya çıkmasını engellemiş oldu. Lazareviç bu anlaşmaya hep sadık kaldı. Bu anlaşma gereği Sırp kuvvetleri Bayezid'in ordusunda görev aldı. Anadolu'daki isyanların bastırılmasında bu kuvvetlerden de istifade edilmiştir. Anadolu'da isyan ateşi yükselirken Bayezid halen Balkanlardaydı. Zira Üsküp ve Priştine bölgelerinde hüküm süren Brankoviç, hakimiyeti altındaki bölgeleri işgal eden Osmanlı'lara karşı mukavemet göstermekteydi. Bayezid, Paşa Yiğit Bey'i Üsküp'e, Firiz Bey'i Feriz'e gönderdi. Gayretli kumandanları sayesinde batı hudutlarının emniyetinin alındığından emin olunca kış bastırmadan Bursa'ya döndü.
Bayezid önce Edirne'de bulunan Timurtaş Paşa'yı Bursa'ya çağırdı. Kış geçip gaza mevsimi (Bahar) gelince gaza emri verdi ve Aydınoğulları Beyliğinin merhametiyle kendi hallerinde yaşayan gayrimüslim bir şehir olan Alaşehir'e yöneldi. Alaşehir halkı önce şehri teslim etmek istemeyip hisarın kapılarını kapattı. Bunun üzerine Bayezid, gaza ve yağma emri verince Alaşehir halkı korkup şehrin kapılarını açtılar. Nihayetinde şehir sulh ile teslim alındı (1390).
Beyliklerin Fethi ve İtaat Altına Alınmaları (1390 - 1392)
Osmanlı ordusunun sınırlarına yaklaştığını gören eden Aydınoğulları Beyi, Anadolu'da ki isyanlara mütevellit kendisine bir zeval geleceği kaygısıyla Bayezid'in huzuruna gelip itaatini bildirdi ve samimiyetinin göstergesi olması gayesiyle bir kısım toprakları Osmanlı'ya bıraktı. Aydoğulları Beyi ile Bayezid bir süre birlikte vakit geçirdiler ve birlikte Tire'ye geçtiler. Bu süre zarfında daha kapsamlı bir anlaşmaya vardılar. Bu anlaşmaya ile Aydınoğulları Beyliğinin tüm toprakları Osmanlı'ya devredildi. Kendisi ise ecel gelinceye kadar bulunduğu yerden ayrılmama şartı ile beyliğine ait vakıfların idaresi ile vazifelendirildi.
Bayezid, Aydınoğulları'ndan sonra bir diğer Anadolu beyliği olan Saruhanoğulları beyliğine ulaştı. Bu beyliğin akıbeti de Aydınoğulları ile aynı oldu. Saruhanoğlu beyliği İlyas, Bayezid'e karşı koyamaz ve savaşarak topraklarını koruyamazdı. Ancak itaat altına girmeyi reddederek Timur'a sığınarak canını kurtardı. Hükümdarları kaçan beyler ise Bayezid'e itaat ettiler. Böylece Saruhanoğulları Beyliği de Osmanlı topraklarına katılmış, isyancı bir bey daha bertaraf edilmiş oldu.
Bayezid'in bir sonraki menzili Menteşoğulları Beyliği oldu. Menteşoğlu beyi hakimi olduğu toprakları ardında bırakma pahasına Bayezid'in tahakkümü altına girmeyi reddederek Timur'a sığındı. Ardında bıraktığı beyler, tereddüt etmeksizin diyarlarını Osmanlı idaresine bırakmayı kabul ettiler. Neticede Menteşoğulları toprakları da Osmanlı topraklarına katılarak devletin sınırları sulh ve suhulet ile genişlemiş oldu. Kaçan Menteşoğulları beyi'nin Timur'a sığınması, tarihe Ankara Savaşı olarak geçen vakanın öncü sarsıntısı olarak değerlendirilebilir.
Osmanlı Devletinin hakimiyet alanları Aydın, Menteş ve Saruhan beyliklerinin fethi ile çok kısa bir sürede fevkalade büyüdü. Osmanlı Devleti artık Anadolu'nun neredeyse üçte birine sahip duruma gelmişti. Bayezid'in bu muvaffakiyetleri karşısında Germiyanoğulları beyi 2. Yakub'un yapabileceği pek bir şey yoktu. Bayezid Kütahya'ya doğru yürüyünce Germiyanoğlu beyi 2. Yakub, kendisini kıymetli hediyelerle ve hürmetle karşıladı. Ancak bu tavrı onu ve beyliğini kurtarmaya yetmedi. Bayezid, Yakub ve veziri Hisar'ı zapt edip İpsala kalesine hapsetti. Beyliğin topraklarını da ihtilaf ya da direnişle karşılaşmaksızın hakimiyeti altına aldı. Böylece Batı Anadolu, İzmir ve güneyindeki Akdeniz kıyıları hariç Osmanlı hakimiyeti altına girmiş oldu. 2. Yakub, ilerleyen yıllarda hapsedildiği kaleden kaçmayı başararak Timur'a sığınacak ve Ankara savaşında Bayezid'e karşı savaşacaktır. Bu savaşın akabinde de Timur'un himaye ve desteğiyle tekrar beyliğinin başına geçecektir.
Anadolu beyleri Murad Gazi'nin vefatı ile isyan ederken Hamidoğulları beyi Hüseyin, isyana tevessül etmemiş ve kendisine bırakılmış olan Eğridir ve İpsala'da ömrünün son demlerini huzur içinde yaşamayı tercih etmiştir. Bayezid, isyan eden beyleri itaat altına almakla uğraşırken Hüseyin bey vefat etti. Zaten sağlığında beyliğine ait toprakların bir çoğunu Osmanlı'ya satmıştı. Vefatından sonra varisleri beylik iddiasını yürütmedi. Bu haseple kalan topraklar sulh ile Osmanlı'ya bırakıldı ve Batı Anadolu'daki son beylik de Osmanlı topraklarına dahil oldu.
Bayezid, Batı Anadolu'daki hamlelerinden sonra Bursa'ya geçerek Karamanoğulları üzerine sefere çıkmak üzere hazırlıklara başladı. Önce Afyonkarahisar'a geçti ardından ordusu ile birlikte Karamoğulları tarafından ele geçirilmiş olan Beyşehir'i geri aldı. Buradan da Konya'ya doğru yürüdü ve şehri kuşattı. Alaeddin Ali Bey, sığındığı Konya kalesinden çıkmayarak sulh isteğinde bulundu. Bayezid'in niyeti Konya'yı kesin olarak ele geçirmekti ancak Alaeddin Ali Bey Kadı Burhaneddin ile anlaşma yapmış, Burhaneddin de Kastamonu Beyi Süleyman ile ittifak kurarak Kırşehir'e kadar ilerlemişlerdi. Bu gelişme üzerine Bayezid, Alaeddin Ali Bey'in sulh teklifini kabul etmek zorunda kaldı. Çarşamba Suyu sınır olarak kabul edildi ve Alaeddin Ali Bey, yine yaptığı hatayı siyasi manevralarla telafi ederek canını kurtarmayı başardı (1390).
Bayezid, hem Kadı Burhaneddin hem de kendisine ihanet eden Kastamonu beyi Süleyman üzerine sefer hazırlıklarına başladı. Ertesi yıl Süleyman Bey üzerine taarruz etmeyi denedi. Ancak Kadı Burhaneddin'in ile ittifak kuran Süleyman Bey, Bayezid'in ordularını mağlup etmeyi başardı (1391). Bayezid, daha kapsamlı bir sefer için bir yıl daha bekledi. Nihayet ertesi yıl hem kendi ordusunu kuvvetlendirdi hem de vasalı Bizans'dan imparatorun oğlu 2. Manuel komutasındaki bir ordu ile birlikte iki koldan saldırıya geçti. Manuel deniz yolu üzerinden Süleyman Bey'in toprakları olan Sinop hattına taarruz etti. Kendisi de Osmancık'a saldırdı. Bu saldırılar neticesinde 2. Manuel Süleyman Bey'i öldürüp Sinop dışındaki bölgeleri zapt etti, Bayezid ise Osmancık'ı ele geçirdi. Kadı Burhaneddin, başına geçtiği ordusuyla birlikte Çorumlu mevkiine geldi ve Bayezid ile tekrar karşılaştı. Bayezid bu karşılaşmada da mağlup olarak geri çekilmek zorunda kaldı. Kadı Burhaneddin, Bayezid'i ikinci kez mağlup etmenin gururu ve cesaretiyle Ankara'ya kadar ilerledi. Bölgeyi ele geçirmese de yağma ve talan ederek gözdağı verdi ve geri çekildi.
Bayezid, Karamanoğulları üzerine yaptığı saldırıda istediği sonucu alamamış üstelik Kadı Burhaneddin'e karşı ise iki kez mağlup olmuştu. Bayezid'in bu seferlerdeki kazanımları 2. Manuel'in Sinop'a kadar olan Kastamonu beyliğine ait toprakları zapt etmesi ve Amasya Emirinin Bayezid'in egemenliğini tanıyarak topraklarını Osmanlı'ya bırakması oldu. Bayezid Anadolu'dan istediği sonucu alamadan yönünü yeni gelişmelerin yaşandığı Balkanlara çevirmek zorunda kaldı.
1. İstanbul Kuşatması (1391)
Bizans, Murad Gazi döneminden beri müttefik ve vasal durumundaydı. Etrafı Osmanlı toprakları ile çevrilmiş olan Bizans hükümdarı ise daima Osmanlı hükümdarlarına karşı temkinli hareket ediyordu. Bizans tahtı pek çok kez hükümdarlık mücadelelerine sahne olmuş, bu mücadelelerde Osmanlı hükümdarları belirleyici rol oynamıştır. Tüm bunların yanında vasal olması bakımından Bizans askeri kuvveti Osmanlı için takviye bir ek kuvvet anlamına geliyordu. Bizans askerleri gerek Balkan seferlerinde gerekse asi Anadolu beyleri üzerine yapılan seferlerde Osmanlı ordusunun içerisinde yer almaktaydı. Murad Gazi'nin ölümü Bizans'da yaşanacak yeni bir taht kavgasının tetikleyicisi oldu. Bizans imparatoru 5. Yannis, Bayezid'in de desteği ile yeğeni 7. Yannis tarafından tahtından indirildi. Ancak bir süre sonra yaşanan iç savaş ile 5. Yannis tahtı yeniden ele geçirmeyi başardı. Ancak hem 5. Yannis, Bayezid'in desteği ile rakibinin tahta çıkarılma teşebbüsünü içine sindiremedi hem de Bayezid, desteklediği varisin tahta çıkamamasından rahatsız oldu.
Bu olayların akabinde Bayezid, asi beylere karşı vasalı olan Bizans'dan asker istedi. Yannis mecbur kalarak askerleri Bayezid'in emrine tahsis etti ancak kendisinin Anadolu'da ulunmasından istifade ederek şehri koruyan surları onarıma aldı. Bayezid, isyanları bastırıp Bursa'ya döndüğünde bu durumdan haberdar oldu ve tadil edilen kısımlarının yıkılmasını emretti. Yannis, bu emre uydu. Ancak halkı nezdinde yaşadığı utanç nedeniyle sinir krizleri geçirerek öldü. Yerine oğlu 2. Manuel geçti.
Bayezid, hükümdar değişiminden istifade ederek Bizans'dan yeni bir taviz almak amacıyla Bizans'da bulunan Türk tüccarlar için bir Türk mahallesi kurulmasını, bir cami yapılarak kadı atanmasını ve yıllık verginin arttırılmasını istedi. Manuel bu istekleri kabul etmeyince Bayezid ordusunu tanzim ederek Karamanoğulları ile ilgili meselenin henüz çözümlenmemiş olmasına rağmen Bizans'ı kuşatma altına almak için yola çıktı.
Bayezid, İstanbul'u 7 ay boyunca kuşattı ve ardından abluka altına aldı. Bu kuşatma neticesinde istenen tavizler alındı, Bizans'da bir müslüman mahallesi kuruldu, cami imar edildi ve buraya bir kadı atanarak Bizans'dan alınan vergiler arttırıldı (1391).
Yeniden Balkan Seferleri
Bayezid, istediği başarıyı elde edemediği Anadolu seferleri sonrasında yeni gelişmelerin yaşandığı Balkanlar'a yönelmek zorunda kaldı. Vasal durumunda olan Bulgarlar isyan etmiş ve Macarlar ile ittifak etmişti. Eflak Prensi ise Silistireyi geri almış, Osmanlı kuvvetlerini bertaraf ederek Karinabad'a doğru ilerleyişe geçmişti. Bunun yanında Vodena fethedilmiş, Tselya'ya doğru ilerleyişe geçilmişti.
Silistire, Niğbolu ve Vidin Macar - Bulgar işgali altındaydı. Bayezid önce Bulgar başkenti Tırnova'ya taarruz etti ve şehri zaptetti. Bunun üzerine Bulgar Kralı İvan Şişman Niğbolu kalesine sığındı. Bayezid, bölgedeki vasallarını yeniden kontrol altına almak için tüm Bulgar Prensleri ve Bizans İmparatoru'nu Serez'e çağırdı. Balkan prenslerinden sadakatlerini tazelemelerini istedi. Bizans İmparatorundan ise Venedik tehdidinin bertaraf edilmesine karşılık bazı şehirlerin kendisine verilmesini istedi. Bizans, bu teklifi kabul etmeyerek Venediklilerle ittifak arayışı içine girdiler. Böylelikle hem ticaret amacıyla iyi henüz düşman haline gelmemiş Venedikliler hem de vasal durumundaki Bizans düşman haline gelmiş oldu. Bayezid, önce babasının vefatına müteakip kaybedilen toprakları geri almak üzere harekete geçti ve Selanik'i ardından Teselya bölgesini ele geçirdi (1394). Lala Şahin'i Arnavutluk sahillerinde faaliyet gösteren Venedikliler üzerine gönderdi. Kendisi ise İstanbul'u kuşatmak üzere Edirne'ye döndü.
2. İstanbul Kuşatması (1394)
Bayezid, Balkan seferleri dönüşünde Bayezid'in isteklerini reddedip Venedikliler ile işbirliği yaparak isyan etmesi üzerine Bizans'ı kuşatma altına almak için yola çıktı. Timurtaş Paşa'yı Şile'ye göndererek önce Şile'yi teslim aldı ardından Timurtaş Paşa'nın kuvvetleriyle birlikte Bizans surları önüne ulaştı. İmparator'dan şehri teslim etmesini istedi. İmparator açıkça bir savaşa girişmek yerine hediyeler ve elçiler göndererek sulh yapmayı teklif etti. Bayezid açıkça şehri almak istediğini ve teslim olmaları durumunda esir edilmeyeceklerini söylemişti. Bu görüşmeler bir neticeye varamadığı gibi Bayezid de kuşatmayı daha fazla sürdüremedi. Zira Balkanlarda ki Macar tehdidi giderek yükseliyordu. Bayezid, kuşatmayı kaldırarak ordusuyla birlikte Balkanlara geçerek Macarların üzerine yürüdü.
Bayezid, önce fetih güzergahındaki stratejik noktalarda bulunan Slankamen, Titel, Beçkerek, Tımışvar, Kraşova ve Mehadiye hisarlarını ele geçirdi. Macarları kesin bir yenilgiye uğratamasa da ilerleyişlerini engelleyerek göz dağı verdi. Ardından Eflak üzerine yürüdü ve Prens Mirçea'yı mağlup ederek yerine Vlad'ı tahta geçirdi. Bulgar Macar ittifakı ile ele geçirilen Silistire, Niğbolu ve Vidin kalelerini ele geçirerek Niboğlu hisarına sığınan İvan Şişman'ı yakalatıp öldürttü (1395).
Bayezid, Balkanlarda yükselen Bulgar-Macar-Eflak tehdidini bertaraf etmeyi başardı. Bulgar başkenti ele geçirilmiş, Eflak tahtına itaat altındaki biri oturtulmuş, Macarlar'ın ilerleyişi engellenerek bölge yeniden kontrol altına alınmıştı. Bayezid, İstanbul kuşatması için hazırlıklara başlamak üzere Bursa'ya geçti.
3. İstanbul Kuşatması (1396)
Bayezid, İstanbul'u 2 kez kuşatmış, ancak her iki kuşatma da tam anlamıyla amacına ulaşamamıştı. Bu sebeple çok daha kuvvetli bir ordu ile Bizans'ı yeniden kuşatma altına almak üzere hazırlıklara başladı. Bayezid 1396'da yeniden Bizans surları önüne ulaştığında Bizans için ölüm kalım savaşı başlamış, Osmanlı Tarihinin en büyük fethi kabul edilen İstanbul'un fethi için ilk ciddi teşebbüse girişilmişti.
Aslında Bizans Fatih Sultan Mehmet devrinde yaşanan savaştaki kadar güçlü ve savunması kuvvetli bir şehir durumunda değildi. Yıpranmış surların tadilatı Osmanlı tarafından engelleniyor, olası bir Osmanlı taarruzu durumunda şehrin kaybedileceği korkusu Bizanslıların uykularını kaçırıyordu. Bayezid'in 3. İstanbul kuşatması oldukça çetin olmuştur. Bu da gösteriyor ki Bayezid, kuşatmanın başarıya ulaşmasını mümkün görüyor ve bizzat kuşatmaya katılarak şehri fethetmeyi ümit ediyordu.
Bayezid İstanbul'u kuşatırken Balkanlarda yeni bir haçlı ittifakı ortaya çıktı. Macarlar ve Venedikliler ittifak kurarak Osmanlı'ya karşı yeni bir haçlı seferi teşkil edilmesine ön ayak oldular. Bu gelişme neticesinde Bayezid, İstanbul kuşatmasını kaldırmak zorunda kaldı ve Balkanlara geçerek tarihe Niğbolu Savaşı olarak geçecek zaferi kazandı.
Genel kanı o dur ki; Bayezid'in İstanbul'u kuşatması, Haçlı Seferleri ortaya çıkmasaydı muvaffakiyetle sonuçlanabilecek ve belki de İstanbul çok daha kolay bir zaferle fethedilecekti. Zira Bizans, Osman Gazi döneminden itibaren adım adım zayıflamış, Osmanlı'nın güçlenmesinden sonra ise savaş nedeni sayılmaması için şehrin surlarını ve savunmasını güçlendirememiştir. Bayezid'in yarım kalan ve bu ne nedenle sonuçlanamayan kuşatmaları Bizans'ı surlarını güçlendirmeye ve savunmasını kuvvetlendirmeye teşvik etmiştir. Bu sebepledir ki Fatih Sultan Mehmet döneminde Bizans surları fevkalade kaim ve aşılamaz duruma gelmiştir.
Niğbolu Savaşı (25 Eylül 1396)
Osmanlı'nın Balkanlardaki başarıları neticesinde önce Bulgarlar, ardından Sırplar, Arnavutlar, Eflaklar ve nihayetinde Macarların bertaraf edilmesi batı dünyasını yükselen Osmanlı tehdidine karşı yeniden bir araya getirdi. Balkanların en güçlü krallığı durumunda olan Macarlar ve Deniz kuvvetleri bakımından oldukça güçlü durumda bulunan Venedikliler Osmanlı ya karşı ittifak kurdular. Bu ittifak Papalık makamı tarafından da desteklendi ve neredeyse Avrupa'nın tüm güçlü krallıklarının katılımıyla orta çağın son büyük haçlı ordusu teşkil edildi.
Teşkil edilen haçlı ordusu Macaristan, Venedik, Kutsal Roma-Cermen İmparatorluğu, Fransa, Eflak, Ceneviz, Bulgar, İngiltere, İskoçya, Cenova gibi güçlü devletlerin yanında Bohemya, Nevarra ve İspanya gibi küçük krallıkların askerlerinden bir araya getirilmişti. Orduyu Macar Kralı Sigismund yönetiyordu. Haçlı ordusu Fransa'dan yola çıktığında 6 Bin Fransız Askeri ile yola çıkmıştı. Germenler bu orduya 3 Bin, Macaristan 5 Bin asker ile katıldılar. Nihayetinde Haçlı Ordusu Niğbolu önlerine geldiğinde 16 Bin kişilik muazzam bir ordu teşkil etmişlerdi. Osmanlı kuvvetleri ise İstanbul kuşatması devam ederken haber alındığı için hali hazırda teşkil edilmiş 11 Bin gaziden meydana geliyordu.
Haçlı ordusunun esas kuvvetleri olan Macarlar ve Fransızlar Tuna'nın sol kıyısını takip ederek ilerlediler. Eflak kralı da Haçlı donanmasına katılarak Tuna ağzından bölgeye intikal ettiler. Haçlı ordusu önce Osmanlı'nın ileri hudutları olan Vidin ve çevresinde bulunan diğer kalelere taarruz ettiler. Güzergahları üzerinde bulunan Osmanlı idaresinde Rahova kalesine ulaştıklarında kaleyi idare eden Osmanlı kumandanı Kral Sigismund'a elçi göndererek, kendilerine zeval gelmeyeceği sözü karşılığında teslim olacaklarını ilettiler. Kral Sigismund bu teklifi kabul etti ve kale teslim oldu. Ancak Fransızlar buna itiraz ettiler. Neticede teslim olan Osmanlı askerleri ve bir kısım Ortodoks Hristiyan toplulukla birlikte katledildiler.
Haçlı donanması 10 Eylül'de Niğbolu kalesi önlerine demir attılar. Niğbolu kalesinin yakınlarında bir kale daha bulunuyordu. Bu kale tecrübeli komutan Doğan Bey tarafından korunuyordu. Haçlı kuvvetleri önce bu kaleyi kuşatma altına aldılar. Amaçları dışarıyla irtibatlarını kesip kaledekileri teslim olmaya zorlamaktı. Doğan Bey, Bayezid'in Haçlıların saldırısından haberdar olmadığını düşünüyordu. Oysa Bayezid, Balkanlardaki irtibat ağını çok iyi kurmuştu. Haçlıların yola çıktığını öğrenmiş ve Gazi Evrenos'u sefer güzergahının emniyetini almak için öncü kuvvet olarak göndermişti.
Bayezid, uç hatlarda bulunan yerel orduların düşman hatlarına saldırmalarını, etkin Osmanlı kuvvetlerininse Edirne ve Filibe arasında toplanmasını emretti. Balkanlardaki kuvvetler Timurtaş Paşa'nın idaresinde hızla toplandılar Meriç kıyısında konuşlandılar. Osmanlı kuvvetlerinin yanında Sırplar da orduya katılarak Sıpka geçidinin güneyinde birleştiler. Nihayetinde Bayezid, 24 Eylül'de ordusu ile birlikte Niğbolu'nun birkaç kilometre güneyinde bulunan bir tepeye geldi ve otağını kurdu.
Haçlı ordusu Bayezid'in ordusunun geldiğini fark etmemişti. Amaçları Doğan Bey'in koruduğu kaleyi kuşatmaktı. Bayezid, bizzat gece karanlığında hisarın yakınlarına gelerek Doğan Bey'e seslenerek sabaha kadar direnmesini emretti.
25 Eylül sabahı Haçlı ordusunun kaleye taarruzları başladı. Osmanlı kuvvetleri beklenmedik bir taarruzla harekete geçip Haçlı ordusunun savunma yapmalarına imkan vermeden saldırıya geçtiler. Haçlı ordusu bu beklenmedik saldırı karşısında en tehlikeli unsurları olan ve ilerde isimleri Rodos Şövalyeleri olacak Tarikat Şövalyeleri ile karşılık verdiler. Tüm uzuvları ağır zırhlarla kaplanmış olan bu şövalyeler ok ve kılıç darbelerine karşı fevkalade korunaklıydılar ve savaşın ilk evresinde Osmanlı ordusunun ağır kayıplar vermesine sebep oldular. Tarikat Şövalyelerine karşı geri çekilen Osmanlı kuvvetleri, şövalyeler tarafından takip edilince kurulan tuzağa düşmüş oldular. Yere saplanan kazıklarla dolu alana gelen şövalyeler, atlarla ilerlemenin mümkün olmadığını görünce yaya olarak devam etmek istediler. Zırhlarını taşımakta zorlanıp yorulan şövalyeler tuzağa düştüklerini anladıklarında kaçmaya fırsat bulamadılar. Nihayetinde Tarikat Şövalyelerinin tamamına yakını imha edildi ve savaşın seyri Osmanlı ordusunun inisiyatifine geçti. Haçlı ordusu kale kuşatması için teşkil edilmiş ordusunu savunma düzenine geçirmekte zorlanınca sayıca üstün olmalarına rağmen Osmanlı askerlerinin planlı ve kararlı saldırıları karşısında büyük bir bozguna uğradılar.
Nihayetinde Haçlı ordusu mağlubiyeti kabul edip teslim oldular. Ancak Bayezid, Haçlı ordusunun teslim olan Osmanlı ve Ortodoks Hristiyanların katledildiğini öğrenmişti. Bu katliamı cezalandırmak için yere çocuk boyunda bir kazık çaktırdı. Boyu bu kazıktan uzun olan tüm haçlı askerlerini öldürttü. Çocuk yaşta olanlara ise merhamet edip canını bağışlayarak yetiştirilmek üzere Müslüman ailelerin yanına gönderdi. Esir olanların içindeki bazı soylular ise fidye karşılığında serbest bırakıldılar.
Bu savaşta esir edilip fidye karşılığı serbest bırakılan ünlü Burgonyalı şövalye Korkusuz Jean, Bayezid'e hayran olmuş ve bir daha Türklere kılıç çekmeyeceğine yemin etmiştir. Babasının ödediği yüklü miktardaki fidyeyle serbest kaldıktan sonra Bayezid kendisini çağırarak şu sözleri sarf etmiştir;
"Yeminini affediyorum. İstersen yeniden silahını al ve bütün Hristiyan kuvvetlerini toplayarak karşıma çık. Böylece yeni zaferler için fırsat bulmuş olurum."
Niğbolu Savaşından sonra Macaristan'ın içlerine kadar girilerek çok değerli ganimetler alındı. Vidin Prensliği ve Bulgar Krallığı tümüyle istiklal ilan edilerek Osmanlı vilayeti haline getirildi. Bu savaştan sonra Avrupa Osmanlı'yı yenilmesi mümkün olmayan bir devlet olarak görmüştür.
Karamanoğulları Beyliğinin İlhakı (1397)
Bayezid, Niğbolu zaferinden sonra Bursa'ya geldi. Tahta henüz çıktığı dönemlerde başlayan isyan hareketlerini bastırmak için yürüttüğü faaliyetler yarım kalmış, önce İstanbul'a ardından Balkanlara geçmek zorunda kalmıştı. Karamanoğulları Beyi Alaeddin Ali, Bayezid'in Haçlılar ile giriştiği mücadeleden istifade ederek Osmanlı topraklarına katılan eski Hamidili topraklarına taarruzlarda bulunmuştu. Daha önce defakez affettiği Alaeddin Ali Bey aynı hatayı tekrar yapınca Bayezid'in gazabından kurtulamadı. Bayezid, ordusu ile Konya'ya yürüdü. Alaeddin Ali, bir kısım kuvvetlerle Bayezid'e karşı koymaya çalışsa da Akçay bölgesinde yapılan savaşta ordusunun mağlup olması üzerine Konya kalesine sığındı. Bayezid şehri kuşatıp teslim aldıktan sonra Alaeddin Ali'yi yakalatıp öldürttü. Böylece Karamanoğulları tehlikesi tümüyle bertaraf edilmiş, toprakları da ilhak edilmiş oldu.
Sivas'ın Fethi (1398)
Kadı Burhaneddin daha önce Bayezid ile iki kez karşı karşıya gelmiş, iki cenkte de Bayezid'i mağlup etmeyi başarmıştı. Bayezid, Anadolu beylikleri ile giriştiği mücadeleleri yarım bırakmak zorunda kalıp Balkanlara geçmişti. Bayezid Balkan seferlerinden dönüp Karamanoğulları ile meşgul olurken Kadı Burhaneddin, isyan eden yeğenini yakalamaya uğraşıyordu. Yeğeni Şeyh Müeyyed, Akkoyunlu Devletine sığındı. Bu husumet sebebiyle Kadı Burhaneddin ile Akkoyunlu devleti arasında savaş meydana gedi ve bu savaşta Kadı Burhaneddin savaş meydanında öldürüldü.
Kadı Burhaneddin'in ülkesi, hükümdarlarının öldüğü haberini alınca şehri alması için Bayezid'e elçi gönderdiler. Bunun üzerine Bayezid ordusu ile birlikte gelerek şehri ilhak etti. Buraya oğlu Emir Süleyman'ı bıraktı ve yeni fetihler için yola çıktı.
Bayezid'in fetih güzergahında Memlük Devletine bağlı Elbistan, Malatya, Behisni, Kahta ve Divriği vilayetleri bulunuyordu. Bu vilayetler Memlük Devletinin uç beylikleri durumundaydı. Memlüklüler bu beyliklerin savunması için bir aksiyon alamıyordu ve fetihleri sulh yolu ile yapılmıştı. Ancak Murad Gazi döneminden beri Memlüklüler ile geliştirilen iyi ilişkiler sona ermiş oldu. Osmanlılar ile Memlüklülerin aralarının açılması elbette Anadolu'yu garaz edinen Timur'un işine yaradı.
4. İstanbul Kuşatması (1399)
Bayezid, Anadolu'da ki fetihlerini tamamladıktan sonra yarım kalan İstanbul kuşatmasını tamamlamak üzere yeniden Bursa'ya geçti ve hazırlıklarını tamamlayarak tekrar Bizans surlarına dayandı. 1. İstanbul kuşatmasından beri devam eden abluka neticesinde Bizans karadan yardım alamıyor, ikmal ve ulaşımını deniz yoluyla sağlayabiliyordu. Osmanlı'nın donanma kuvvetleri denizden abluka yapabilecek kadar kuvvetli değildi. Buna rağmen Gelibolu'da az sayıda da olsa ticaret gemilerini engellemeye yetecek bir kuvvet konuşlandırılmıştı. Fransız Mareşal Boucicaut Bizans'ın isteği üzerine gönderdiği donanma kuvveti ile Gelibolu'da az sayıdaki Osmanlı donanmasını vurarak Bizans'a yardım ulaştırdı. Bizans bir süre daha ikmal edilmişti ancak bu durumun devam etmesi durumunda düşmesi kaçınılmazdı. Artık İstanbul'un fethi an meselesi olmuştu.
Bizans'ın beklediği mucize Doğu'dan geldi. Timur, Anadolu'ya girmişti (1399). Bayezid'den kaçan Saruhanoğlu ve Menteşoğlu beyleri Timur'a sığınmışlardı. Bayezid'de buna misilleme olarak Timur'un gazabından kaçan Ahmed Celayir ve Kara Yusuf'u hizmetine kabul etti. Bu durum Timur'u çok kızdırdı. Timur ile Bayezid bu durumla ilgili mektuplaşmışlar, mektuplarda birbirlerine meydan okuyup hakaretler etmişlerdir. Yaşanan olayların neticesinde Timur Anadolu'ya ilk seferini gerçekleştirerek Erzincan'a ulaştı. Erzincan Emiri Timur'u hediyelerle karşılayarak itaatini bildirdi (1399). Timur kendisinin itaatini kabul ederek fethetmek üzere Sivas'a geçti (1400).
Timur ve Sivas Kalesi Vakası (1400)
Timur'un Sivas kalesini almak üzere yaptığı kuşatma ve kalenin teslim oluşu sonrası yaşananlar bir takım yanılgılar ve söylenceler üzerinden mülahaza edile gelmiştir. Bu meseleyi rasyonel bir bakış açısıyla değerlendirmek ve tarihe doğru kanaatler ile not düşmek gerekmektedir.
Bilindiği üzere Timur, Bayezid ile giriştiği mücadeleler neticesinde Anadolu'nun hakimiyeti garazı ile karşı karşıya gelmiş, Ankara Savaşında iki Türk Devletinin çarpışması ile Osmanlı 51 yıl boyunca bağımsızlığını kaybederek İlhanlı hükümdarlığının tahakkümü altına girmiştir. Bu vakanın ilk merhalesi olan Erzincan ve Sivas meseleleri anlayabilmemiz için Türk Tarihine bakış açımızı tazelememiz elzemdir.
Osmanlı tarihi, Timur vakasını Osmanlı lehine yorumlamış, bu bakış açısı ile vakanın gerçekçiliğinden uzaklaşılmıştır. Bunun bir sebebi de bu vakanın Osmanlı kroniklerinde ve literatüründe kesin ifadelerle belirtilmemiş olmasıdır. Kesin ifadeler ve tartışmasız bulgular mevzu bahis olmadığı için bu muğlaklık halk söylenceleri ile doldurulmuş ve vahim bir yanılgı tarihi bir vakaymışçasına bir takım çevrelerce benimsenmiştir.
İddia şudur ki; Timur, Sivas Kalesini kuşattığında kale kuvvetli bir direniş göstermiş, nihayetinde kale kumandanı Malkoçoğlu Mustafa Bey daha fazla direnemeyerek kan akıtılmaması şartıyla kaleyi teslim etmeyi kabul etmiştir. Ancak Timur, kaleyi teslim aldıktan sonra tüm Malkoçoğlu Mustafa Bey'i, Osmanlı askerlerini ve boyunlarında Kuran asılı olan çocukları fillerin ayaklarının altında ezerek katleder.
Bu afaki iddianın kaynağı, Osmanlı Seyyahı Evliya Çelebi'nin Sivas seyahatinde halktan dinlediği, söylenceleri kaleme aldığı Seyahatname adlı eserinin 155. sayfasındaki ifadelerdir. Söz konusu iddiayı hakikat addedenler, Seyahatname'de belirtilmeyen bir söylenceyi de iddialarına ekleyerek 70 Bin gibi bir rakam telaffuz ederler.
Açıkça anlaşılacağı üzere söz konusu kaynaklar bir zabıt, kayıt ya da hatırat değil doğrudan halk nezdinde dilden dile anlatılan söylencelerden ibarettir ve vakanın yaşandığı tarihten 3 asır sonra sonra kaleme alınmıştır. İfadelerin gerçekçiliğine itibar etmek, halk arasında dilden dile gezen söylencelerin gerçeği ne denli yansıtacağı ile doğru orantılıdır.
Meselenin hakikatine gelecek olursak; Timur, Bayezid ile giriştiği mücadele neticesinde önce Erzincan'a gitmiş, kaleyi sulh ile teslim aldıktan sonra Sivas'a yönelmiştir. Sivas kalesi gerçekten fevkalade bir direniş göstererek mukim surları ile Timur'a geçit vermemiştir. Malkoçoğlu Mustafa Bey'in kan dökülmemesi karşılığında teslim olmaya razı olması da yine kroniklerde açıkça belirtilmektedir. Ancak hakikat şudur ki; Timur kaleyi teslim aldıktan sonra kalenin savunmasında vazifeli askerlerin içerisinde Ermeni kuvvetlerinin bulunduğunu müşahede etmiştir. Bu kuvvetler daha önce zapt ettiği Erzincan kalesi çevresinde yağma hareketleri yürütmüştü. Timur, hem aleyhinde yapılan bu eylemlerin müsebbibi olmaları hasebiyle Ermeni kuvvetlere, hem de gayrimüslimlerle iş tutmuş olmaları hasebiyle Mustafa Bey'e hiddetlenmiştir. Belli ki kale alınmadan evvel bu durumdan haberdar değildi ve anlaşmayı bu sebeple kabul etmekte beis görmedi. Kaleye girdikten sonra ise durumu fark etti ancak kan dökmemeye söz vermiş bulunduğu için kendince sözünü çiğnemeden hükmünü vererek canlı vaziyette gömülmelerini emretti.
Buradan anlaşılacağı üzere Timur, sivilleri değil doğrudan kale kumandanı Mustafa Bey ve emrindeki askerler hakkında hüküm vermiştir. Bu hükme katliam arzusu ile yapılmış bir hareket olarak bakamayız. Zira öldürülmeleri emrini vermesinin iki temel sebebi vardır bu ve sebepler Timur'un kalede vazifeli Ermeni askerlerini fark etmesinden sonra ortaya çıkmıştır. Birinci sebep Osmanlı'nın Ermeni kuvvetlerle birlikte hareket ediyor olmasıdır. İtikadı konularda kendisini haklı addetmesi durumunda kendi sınırlarını kendi belirleyen Timur, Mustafa Bey'in gayrimüslimlerden medet ummalarına hiddetlenmiştir. İkinci sebep ise Ermenilerin daha evvel Erzincan dolaylarına giriştikleri yağma ve vur-kaç eylemleridir. Zira bu vaka kalenin fethinden ayrı bir vakadır.
Timur'un eylemlerini yorumlarken kendisinin kültürel ve siyasi arka planını da doğru yorumlamak gerekir. Timur, kendisini İlhanlı Devletinin devamı addetmekte ve Cengiz Han'ın Devletini yüceltme misyonunu üstlenmekteydi. Bu misyonunu İslam'ın gaza ideolojisi ile birleştirmiş, her ne kadar itikadı olarak kuvvetli bir inanca sahip olsa da giriştiği savaşlarda Moğol ruhu ve acımasızlığı kendini hissettirmiştir.
Sivas Kalesi vakasında Timur'un eylemlerini canice ve gaddarca addetmek yanlış olacaktır. Zira söylencelerde mübalağa edildiği gibi siviller katledilmemiş, doğrudan kale kumandanı ve Ermeni askerler Timur'un gazabına uğramışlardır. Timur'un gerek Anadolu'ya girmeden önceki gerekse Sivas Kalesi vakasından sonraki eylemlerinde siviller üzerinde herhangi bir eyleme tevessül etmediğini de göz önüne alacak olursak Sivas Vakasının tarihsel gerçekler ışığındaki çıkarımı özetle şudur; Bu eylem, çağın askeri teamüllere göre şiddetli ve acımasızca bir cezalandırmadır.
Bayezid ve Timur'un Mektuplaşmaları
Timur'un Sivas Kalesini almasından sonra her iki devletinde birincil gündem maddesi aralarındaki ihtilaf olmuştur. Bu süre zarfında Timur neredeyse tüm ordusunu Anadolu'ya nakletmiş, Bayezid ise İstanbul kuşatmasını kaldırarak devlet erkanı ile birlikte meseleyi istişare etmiş ve savaş hazırlıklarına başlamıştır. Sivas Kalesi vakasına müteakip Timur ve Bayezid, meselenin halli için aralarında mektuplaşmışlar ve bu mektuplaşmalar neticesinde savaş kaçınılmaz hale gelmiştir.
Aslında Timur ve Bayezid'in arasında tırmanan düşmanlık önce sulh yolu ile halledilmeye çalışılmıştı. Timur, Bayezid'e mektup göndererek meseleyi sulh yolu ile çözmeye teşebbüs etmiş, ancak bu mektup Karahanlılar tarafından saklanarak Bayezid'e ulaşması engellenmişti. Bu mektuptan haberi olmayan Bayezid ise Timur'un açıkça topraklarına göz diktiğini düşünerek kendisine hakaretler dolu bir mektup yazmıştı. Timur'un söz konusu mektuplaşmalarda ki yaklaşımını müşahede ettiğimizde belki de söz konusu ilk mektubun Bayezid'e ulaşması durumunda sulhun mümkün olabileceğini, Ankara Savaş hiç yaşanmamış olabileceğini müşahede edebiliyoruz. Her ne kadar Bayezid, bu durumun farkına varıp sarf ettiği hakaretlerden ötürü özür dilemiş olsa da Timur'un kendisine başkaldıran ve Bayezid'e sığınan isyancı beylerin iadesinin gerçekleşmemesi ve Bayezid'in sulh istememesi nedeniyle geri adım atmamıştır. Timur ve Bayezid arasındaki yazışmaları incelediğimizde meseleyi daha iyi kavrayabiliyoruz.
1. Mektup - Timur: Rum diyarında melik olan Yıldırım Bayezid! Bil ki, biz kudret ve iktidarımızla insanlık aleminin en büyük kısmını tab'amız haline getirmiş bir hükümdarız. Bu görülmemiş işi, tek başımıza yaptık, senin gibi babamızdan ülkeler tevarüs etmiş değiliz. Aklını başına topla ve Kara Yusuf'la Ahmet Celayir'i topraklarından kov. Emirlerimize karşı gelen hükümdarların akıbetini duymuş olsan gerektir. Siz de o hükümdarların arasına girmekten sakının...
1. Mektup - Bayezid: Ey ihtiyar köpek, tekfur kafirlerinden daha şiddetli kâfirsin. Mektubunda bizi korkutmak ve hile ile kandırmak istemişsin. Osmanlı sultanlarını, Acem padişahlarına benzetme. Osmanlı askerleri de, ne Kıpçak ülkesi Tatarı gibi sıradan insanlar, ne de Hint toplulukları gibi başı boş, sere serpe avare kalabalıklar değildirler. Osmanlı askerleri, Irak ve Horasan askerleri gibi hamiyetsiz ve perişan olmayacak kadar onurlu askerlerdir. Yine sen, Osmanlı askerlerini Şam ve Haleb (Memlûk) askerlerine de benzetmeyesin... Bu mektup eline geçtikten sonra savaş meydanına her kim ki gelmeyip kaçarsa, onun eşi üç talakla kendisinden boş olsun.
2. Mektup - Timur: Sen kendini Allah yolunda cihad eden, bizi ise haksız yere kan döken bir kâfir ve beni yeni yetme bir savaşçı saymışsın. Bil ki, ben kırk yıla yakın bir süredir nefsimi cihada adamışım. Bu cihatlar sonunda kaleler ve ülkeler feth ederek, beldeleri kurtarmakla meşgulüm. Kaldı ki bu halim, dünden daha açık ve kesindir. Bu mücadeleler esnasında, çok sayıda kişi bize itaat etmiş ve yolumuzda canlarını feda etmiştir. Siz niçin bize hizmet etmekten kaçıyor, sevgi göstermiyorsunuz? Hem yaşça da senden büyük durumdayım. Bu güne kadar hangi tarafa gittiysem, kısa sürede orayı ele geçirdim. Sivas’ı da kısa zamanda elde ettim. Sen Malatya’yı muhasara ettin, dört ay elde edemedin ve geri dönmek zorunda kaldın. Sinop Kale’sini ne zamandan beridir elde edemedin. Mektubundaki gibi tehdit ve gurura kapılma, akıl yolundan uzak sözlere cesaret etme. Kaldı ki Sivas’ta ele geçirdiğim adamlarınızdan durumunu anlamış haldeyim. Dolayısıyla pek çok Müslümanı rencide etmek, han ve mallarını harab etmek uygun görülmemiştir. Bu sebeptendir ki, güzel cevap vermeyi yüksek bir iş olarak bil, ülkeni harap etmekten kurtarmış olursun. Bizimle anlaşma yoluna döner, özür dileyen bir ifade ile cevap verirsen, aramızda dostluk ve sevgi olur. Böylece Frenk kâfirine fırsat vermemiş olur, biz de, Sivas’tan çekilerek geri döneriz. Bizim niyetimiz ve meylimiz sizi zayıf düşürerek meşgul etmek, böylece kefere dinine yardım etmek değildir. Bizi ve askerimizi kâfir, dinsiz, sapık itikatlı mezhep sahibi ve çirkin âdetleri bulunmakla itham etme. Bizim askerimiz babadan ataya Müslüman ve Müslüman çocuklarıdır. Niçin hidâyete layık olmasınlar? Kaldı ki, Osmanlı’nın askerleri çoğunlukla kâfirlerden devşirme olduğu açıktır. Davamız cihangirlik olup, saltanatımız adına hutbeler okunmaktadır, sikkeler basılıdır. Müslümanların ûlü’l-emri olduğumuzda şüphe yoktur. Bizim soyumuz, İlhân-ı Âlişân’a ulaşmaktadır. Eğer samimi selâmınızla beraber iyi ifadeler içeren mektubunuz gelirse, her iki taraf arasında yumuşama ve sevgi peyda olur. Aksi halde kılıç ortaya çıkınca, kaleme yer kalmaz ve’s-selâm
2. Mektup - Bayezid: Zamanın cihan sultanı olan Timur-i Köregen (Damat), Sivas’a gelip yerleşmeyi, bizim Tebrîz’e yöneldiğimize benzeterek tuhaf kıyaslamada bulunmuşsun. Kaldı ki biz, Kefe’den Şirvan’a varıp, o ülkeye asker çıkarsak, kim mani olabilir? Kıpçak halkı sizden bıkıp usandığı için bizimle beraber olmayı tercih etmektedir. Malatya ve Sinop hususundaki iddianız da doğru değildir. Bazı sebeplerden dolayı muhasaradan vazgeçilmiştir. Yoksa bizim askerimizin azlığı veya sizin askerinizin çokluğundan dolayı olmamıştır. Kastamonu ve Karaman hakimlerinin inatları ve o sırada fırsat bulup, bazı vilâyetlerimize saldırmaları, bizim Malatya ve Sinop’taki muhasarayı kaldırmamızı zaruri kılmıştır. İyi bil ki, atam Ertuğrul Han üç yüz kadar gazisiyle beraber, Hülâgû Tatar’ından onbin Tatar’a vurup, Alâeddin Keykubât’a galip gelenleri mağlup etmiştir. Bundan sonra devlet idâre etme şerefine nâil olmuş, hil‘at kendisine verilerek, Allâh’ın lutfu ile Âl-i Selçûk’un yerine idareyi elde tutması isyân ve baş kaldırma ile olmamıştır. Osman Bey’in ilk culûsundan itibaren, dört tarafında bulunan kâfirlerle gece-gündüz iki yüzbinden fazla askeriyle cihat etmiştir. Bu saltanat yıldızımız bugün dördüncü tabakaya erişmiş ve şimdiye kadar fethettiğimiz kale ve kasabaların sayısı geçmiş sultanların hayalinden geçmesi dahi mümkün olmamıştır. Bizim nazarımızda; dünya ve içindekilerin kıymeti, Allah yolunda cihat etmenin yanında saman çöpü kadar değeri yoktur. Osmanlı askerine Abdullâh oğlu demekten fazlasıyla zevk duyarız. Çünkü bütün sahâbe-i kirâmın ataları kâfir iken, kendileri Müslüman oldular. Böyle müslüman olanlar, insafı olmayan müslüman-zâdelerden çok çok üstündürler. Siz Sivas’ı harap idüp, ehl-i İslâm’ın ırzını pâyimâl etdükten sonra ne denile bilir ki! Siz, ilk suçlamayı kendinizden gidermeye uğraşıyorsunuz. Arapça ve Farsça gelen mektuplarınızda sertlik, kabalık, kibir ve gururdan başka bir nesne yoktu. Âl-i Osman, hile ile ülkeleri kendisine mülk edinmemiştir. Mektuplarımız akıllı devlet erkânımızla yapılan istişâreler sonrası yazılmıştır.
3. Mektup - Timur: Sungur Çavuş ve Hacı Bayezid ile gönderdiğimiz haberler doğrudur. Sizin küffârla savaştığınızı biliyoruz. Bu tarafta Gürcü kâfirlerle biz savaşıyoruz. Hem siz hem de bizler bu konuda mutluyuz. Bu durumun sayısız faydaları her iki tarafa olmaktadır. Yazdıklarımızda zerre kadar şaibe ve şüphe olamaz. Antlaşma kararı olursa, Mısır’la aramızda olanlardan ıslâh edici olunması isteğiniz uygun görülmemiştir. Çünkü ölen eski Mısır Vâlisi, elçilerimizden Irak ve Acem’in büyük saygı duyduğu Bahaddin Savcı’yı haksız yere öldürdü. Yine uzun süredir hapsettiği Gönültaş’ı serbest bırakması için elçi gönderdiğim halde isteğimi yerine getirmedi ve o günahsızı hiç endişe duymadan katletti. Biz Şam ve Haleb’e geldiğimizde, Mısır’da Hacı adındaki elçileri gelip haps olunan Otlamış’ı Haleb’e gönderelim dediler. Senin, şimdi Mısır Vâlisi olan kimseye oğlumuzdur demeni uygun görmedik. Onu Sultânu’l-Harameyn elkâbıyla anmanız doğru olmaz. Belki Mücâvirü’l-Harameyn demeye lâyık değillerdir. Bize dost olmayanı, kendinize yakın ve sevdiklerinize dahil etmeyiniz. Saltanat işleri nezâkete bağlıdır. Dikkat edilecek yönleri çoktur. Ahmed Celâyir şimdi Bağdat yakınlarına gelmiş, biz de oraya asker göndermişiz. Tekrar size taraf kaçar gelirse sahip çıkmayıp, bilâkis yakalayıp bize teslim etmeniz sizden isteğimizdir. Erzincan’a varıp, yerleri tahrip için şimdilik serhadda durularak elçilerinizin gelmesini beklemekteyiz.
3. Mektup - Bayezid: Mısır hakimi ile aranızda geçen olaylardan dolayı bizim niyetimizi doğru anlamamışsınız. Biz arzu etsek Mısır’ı feth etmeye her zaman kadiriz. Ahmet Celâyir tekrar geri Osmanlı topraklarına gelirse, Kara Yusuf ile birlikte ikisini size teslim etmemi istemişsiniz. Biliyorsunuz ki Hûlâgu Dârü’s-Selâm’ı alıp İran’ın çoğunu eline geçirdiği sırada, halifenin amcası çocuklarından bir iki kişi Mısır’a Kâhire Vâlisi Baybars’a sığındılar ve onun himayesine girdiler. Hülâgu’nun Bağdat Vâlisi olan Karaboğa Noyan, Baybars’la cenk ettiler. Halifenin amcasını Mısır askeri sanıp, orada şehit ettiler. Kaçanlar şimdiye kadar Kâhire’de kaldı ve Hülâgû Han onları geri istemedi ve takip de etmedi. Şimdi bu dostunuz feleğin tokadını yemiş bir iki kişiyi himaye etmekle hatırınızı kıracak bir durum olamaz. Zira Hülâgû böylesine cüz’i şeylerden vaz geçmiştir. Muradımız Sivas ve çevresinden elinizi çekmenizdir. Bunu yerine getirmeniz güzel bir işaretinizin gereği olduğu anlaşılacaktır. Ancak her hâlde Allah’ın takdirinden kaçılmaz ve bizim kimseden korkumuz yoktur...
4. Mektup - Timur: Şimdiye kadar sulh için çalıştım ve nihayet Sivas’a gelmem söz konusu oldu. Kâfire fırsat vermemek, İslam diyarlarını harap etmekten endişe edip, Şam tarafına giderek Mısır azizinden intikamımızı aldık. Sizin hasta olduğunuz hususu ağızlarda dolaşırken, biz bunu fırsat bilip dikkate almadık. Ancak siz fırsat bulunca bize bağlı olan Erzincan’a gelip valimizi rencide ettiniz. Adamımız olan Taharten(Muttaharten) sulhu sağlamak için sizin pişman olduğunuzu bize yazmıştır. Biz de güvendik ve sulh için antlaşmaya varılacağı umuduyla birkaç kez mektuplar gönderdik. Ama siz gittikçe artan bir katı tutum içerisinde oldunuz. Tâ ki biz ve askerimiz için kâfir ve kâfirden daha eşed kâfirlerdir demeniz sözü her yerde söylenir olmaya başladı. Elçileriniz olan Sungur ve Ahmed adamlarınız uzun süredir yanımızdadırlar. İslamlığımızı ve inancımızı biliyorlar. Hedefimiz Kefe ve Kırım yönüne iken, Şirvan’dan geri dönüp tekrar Erzincan’dan o tarafa varmak icap etti. Semerkand’da bulunan oğlum Muîneddin Muhammed Sultan Bahadır da askeri ile birlikte bana katılacaktır. İsteğimiz Erzincan’a varmadan ve askerimiz şehirlerinize girmeden önce Sivas, Malatya, Elbistan, Erzincan ve Kemâh’ın bize bırakıldığını sağlam bir ahit-nâme ile bildirmenizdir. Sulha muhalif değilim ve bağlıyım. Bu sulhun bir sûretini Mekke-i Mükerreme’de Bâbü’l-Harâm’da kapalı muhafaza olunsun ki, kimin bu sulha uyup uymadığı ortaya çıksın. Bu mektup Sungur, Ahmed ve Hacı Bayezid ile gönderildi.
4. Mektup - Bayezid: Timûr-i köregen hazretleri, ilgi uyandıran antlaşmaya dair mektubunuz, ben Sivas’a geldikten sonra ulaştı. Ben bu sırada antlaşma hazırlığı içerisinde bulunuyordum ki; Nâgâh(vakitsiz saatte) sulha muhalif bir başka mektup Karaman fesatları elinden orduyu humâyûnumuza erişti ve antlaşmanın gecikmesine sebep oldu. Devlet erkânımızdan akıllı kişiler bu durumu şöyle değerlendirdiler. İkinci mektup ilk karışık dönem sürecinde yazılarak elçi ile gönderildi. Karaman topluluğu ki eskiden beri ocağımızın düşmanı olmuşlardır, bunlar elçimizi öldürüp, fitne iyice ayyuka çıkıncaya kadar mektubu sakladılar. Musâlaha olacağı ihtimâlini görünce, bu kez bazı rezilleri üzerimize gönderip bizi şüpheye düşürmüşlerdir. Rezillerin eline düşen mektubun gecikmesinin sebebi dahi biz olmadığımız hususu malumunuzdur. Bu durumu yaltaklanma olarak görürseniz hayır, asla düşmandan yüz çevirmek âdetimizden değildir. Sulh ve cengin cezası ve mükâfatı buna sebep olan tarafa aittir. Eğer bir kimse fitneye sebep olursa, Allah’u Teâlâ onun cezasını versin.
Ankara Savaşı (28 Temmuz 1402)
Bayezid'in Timur'un taleplerini karşılamaması üzerine Timur, 140 Bin kişilik bir ordu hazırladı. Bu orduda Timur’a destek veren irili ufaklı 20 Sultanlıktan askerler ve Hindistan’dan temin edilen savaş filleri bulunuyordu. Bayezid, Timur’un taarruza giriştiği haberini alınca, himayesi altındaki Türk Beyliklerinden oluşturduğu orduları hazırladı. Ancak bu ordu, Timur’un ordusunun karşısında sayıca oldukça zayıf kalıyordu. Özgün güçleri yetersiz kalınca Sırplardan asker desteği alarak ordusunun gücünü 85 Bin’e çıkartı ve Timur’un ordusunu karşılamak üzere Ankara’ya doğru harekete geçti.
Bayezid, Ankara’ya ulaştığında Timur’un Tokat cenahına yöneldiği haberini aldı. Bunun üzerine zaten sayıca az olan ordusunun mevcut gücünü de bölmek zorunda kaldı ve yaya güçlerini dağlık bölgelerdeki stratejik noktalara yerleştirerek süvarilerden oluşan güçlerle ormanlık araziye konuşlandı. Bu hareket Timur için büyük bir avantaj sağladı. Hızlı hareket kabiliyetine sahip olan güçleri, bu mücadelede Timur’un ordusunu yenilmez kılmaya yetiyordu. Bayezid'in hareket düzenini ve savaş tertibatını öğrenen Timur, şaşırtmak amacıyla güçlerini güneye, Kayseri’ye doğru kaydırdı. Bayezid, Timur’u Tokat ve Sivas istikametinden beklerken, Timur Kayseri üzerinden Ankara’ya doğru ilerleyip şehri kuşattı. Timur’un Ankara’yı kuşattığını öğrenen Bayezid, Savunma savaşı yapacakken taarruz etmek zorunda kaldı ve büyük bir hata yaparak Temmuz ayı sıcağında ordusunu Ankara’ya yürüttü. Hem sayıca az olan hem de Temmuz sıcağında susuz ve yorgun düşen Osmanlı ordusu, Ankara’ya ulaştığında, Timur beklemediği bu manevra karşısında kuşatmayı kaldırarak daha kuzeye, Ankara Savaşının gerçekleşeceği Çubuk Ovasına çekildi.
Bayezid, Timur’un ordusunu çok hızlı bir şekilde takip ederek kuzeye yöneldi ve Timur ordusunu emniyetsiz ve askerlerin istirahat ettiği bir anda yakaladı. Ancak Bayezid'in ordusu yoğun sıcak altında sürdürdüğü sürek takip sonrasında yorgun düşmüş ve susuz kalmıştı. Durumu mahiyetiyle istişare eden Bayzid, hemen taarruz edip sonuç alma tekliflerine karşın, bu hareketin mertçe olmayacağını düşünerek askerlerini dinlendirmeyi tercih etti. Nihayet Timur, Bayezid’in geldiğini haber alınca ordusunu teyakkuza geçirip savaş tertibi aldı. Osmanlı ordusu da istirahat edip su ihtiyacını giderdikten sonra savaş düzeni alarak hazırlıklarını karşılıklı olarak tamamlanmasını beklediler.
İki tarafta tüm hazırlıklarını tamamlayıp 28 Temmuz sabahı, sabah namazından sonra savaş düzeni aldılar. Bayezid, Niğbolu savaşında kullandığı Kurt Kapanı (Hilal) taktiğini uygulamak için ordunun en önünde yer aldı. Bayezid, kendisine bağlı Azaplarla birlikte çalılık ve otluk bir düzlük üzerinden hücum ederek ilk taarruzu başlattı. Ancak bodur ağaçlar ve çalılıklar, ileri taarruz için hızı yavaşlatan bir etkendi. Öncü kuvvetlerin taarruza kalktığını gören Timur, ilk karşılığı okçularla verdi. Timur’un ordusundan gelen yoğun oklar, çalılıklar ve otluklar sebebiyle yavaşlayan Azaplar üzerinde etkili olunca Azaplar, ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı. İlk hamlesi başarılı olmayan Bayezid, Yeniçeriler ve Sipahilerden oluşan güçlerine taarruz emri verdi. Timur, ilerleyen yaya kuvvetlerine karşı savaşçı fillerini ve ormanlık alan içerisinde gizlenen süvarileri görevlendirince avantaj yine Timur’un güçlerinin eline geçti. Mirah Şah’ın birlikleri de Süleyman Çelebi komutasındaki birliklerin üzerine taarruz edince zor durumda kalan Süleyman Çelebi birliklerine Merkez güçte yer alan Yeniçeriler yardıma gitti. Sayıca az olan Osmanlı ordusu, Yeniçerilerin ordu merkezinden ayrılmasıyla ikiye bölündü ve Timur’un savaşçı filleri daha da ileri sürmesiyle sağdan, soldan ve ön cepheden hücum eden güçlere karşı yeterli direnişi gösteremedi. Üstelik Osmanlı ordusu, savaşçı fillerle ilk kez karşılaşıyorlardı. Fillere karşı nasıl bir taktik izleyeceğini bilmeyen Osmanlı ordusu, karşı koyulmaz fillerin taarruzları karşısında disiplin ve düzenini kaybetmeye başlamıştı.
Bunun üzerine Bayezid, büyük bir hata yapıp kurt kapanı taktiğini tekrar uygulayarak Sipahilerle Filleri karşı karşıya getirdi. Savaşın en kanlı ve şiddetli anı o andı. Yeniçerilerin ok atışları ve Sipahilerin başarılı taarruzlarıyla Filler etkisiz hale getirilebilmişti ancak hem Sipahiler, hem Yeniçeriler çok ağır kayıplar verdiler. Fillerinin devre dışı kaldığını gören Timur, Şeyh Ömer Mirza komutasındaki birliklerini Yeniçerilerin üzerine gönderdi. Bayezid, bu hamleye karşılık olarak Anadolu beyliklerinden toplanan Askerleri ve Kara Tatarları takviye etti. Ancak Kara Tatarlar, Timur ile savaş öncesinde anlaşmışlardı. Yeniçerilerin yanına gitmek yerine Rumeli ve Sırp askerlerinin arka cenahından ok atışlarıyla arkadan saldırdılar. Miran Şah ile Süleyman Çelebi birliklerinin arasında geçen çarpışmalarda takviye olarak gelen güçlerden Anadolu Beylikleri taarruz etmekteyken, Timur’un ordusuna bağlı Anadolu Beylikleri kendi bayraklarını açınca Bayezid'e bağlı Anadolu beylikleri de Timur’un ordusundaki Anadolu Beyliklerinin safına geçerek Osmanlı ordusundaki dengeleri alt üst ettiler. Yeniçeriler ve Rumeli birlikleri, önce Kara Tatarlar, sonrasında Anadolu Beyliklerinin Timur’un safına geçmesiyle savaş alanındaki inisiyatiflerini kaybederek ağır kayıplar vermeye başladılar. Rumeli ve Sırp birlikleriyle Yeniçeriler dışındaki güçlerin kendilerine sırt çevirip Timur’un tarafına geçmesiyle Bayezid tam anlamıyla sükûtu hayale uğradı. Osmanlı ordusunda, yalnızca Yeniçeriler ve Rumeli-Sırp birlikler Bayezid'e sırt çevirmemiş ve savaşın sonuna kadar mücadele etmişlerdi.
Adım adım mücadeleyi kaybeden Osmanlı ordusu, mağlup olunan cephelerden çekilmeye başladılar. Timur, son emrini vererek Bayezid'in sağ ele geçirilmesini emredince sonuç almak için son taarruz başladı. Vezirler İsa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi ve Mehmet Çelebi, kuşatmayı yararak kaçmayı başardılar. Şehzadelerin kaçtığını fark eden Sırp Birliklerinin komutanı ve Bayezid'in kayınbiraderi olan Stefan Lazareviç, Bayezid'e çekilmesi için tavsiyede bulunsa da, Bayezid mücadele etmeye devam etti. Çatalpete’de emrinde 300 kişilik askeriyle atının sırtında çarpışarak Timur tarafından yakalandı ve esir edildi ve Ankara Savaşı, Osmanlı Devleti için büyük bir hezimet olarak
tarihe maloldu.
Ankara Savaşı Sonrası
Ankara Savaşı Osmanlı için tam bir felaket ile sonuçlanmıştı. Hükümdar savaşta esir düşmüş, saltanat makamı boş kalmış ve şehzadeler boşalan hükümdarlık makamını ele geçirmek için mücadeleye girişmişlerdi. Üstelik yenilen Osmanlı Devleti, sulh için Timur'un şartlarını kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu anlaşmaya göre Osmanlı Devleti doğrudan Timur'a bağlı olacak ve Sivas, Malatya, Erzincan ve Kemah Timur'a bırakılacaktı.
Bu anlaşma, açıkça Osmanlı Devletinin bağımsızlığını kaybetmesine yol açmış oldu. Diğer taraftan yaşanan saltanat mücadeleleri, Osmanlı'ya bağlı beyliklerin baş kaldırmalarına yol açtı. Osmanlı artık bağımsız bir devlet değildi ve Anadolu'da ki pek çok beylik baş kaldırarak Osmanlı'ya bağlılığını reddetmiş oldu. Osmanlı, bu ağır anlaşmadan sonra 50 yıl boyunca yarı bağımsız vasal bir devlet olarak varlığını sürdürmüş, bu durum ancak Fatih Sultan Mehmet döneminde sona erebilmiştir.