Türklerin nerede ortaya çıktığı, hangi coğrafyada yaşayıp genişlediği ve tarih boyunca yaşadığı coğrafyalara hangi bölgeden göç ettikleri uzun süredir tartışılıyor. Tarihleri çok da eskiye gitmeyen milletler için bu tür meraklar yoktur. Zira Yunan, Mısır, Roma, Arap, Slav, v.b. eski kabul edilen kavimlerin ortaya çıktıkları, yaşadıkları ve yayıldıkları bölgeler genel hatlarıyla belirgindir. Oysa Türkler, tüm bu kavimlerden çok daha kadim dönemlerde, tarih öncesi çağlarda ortaya çıktıklarından ve çok daha geniş bir coğrafi sahada varlıklarını devam ettirdiklerinden tespit edilmesi daha zor, daha derin araştırmalar gerektiren ve halen tam anlamıyla çözümlenememiş bir meseledir.
Yalnızca Türklerin kurduğu en güçlü devletleri bile söz konusu edersek; Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Kazaklar, Kırgızlar, Bulgarlar, Oğuzlar, Peçenekler, Kuman/Kıpçaklar, Selçuklular tarafından kurulan devletlerin yaşadıkları coğrafya 30 Milyon km²'ye ulaşır. Bu denli geniş ve girift bir coğrafya söz konusu olduğunda genel kabuller ortadan kalkar. Ancak yorum yapabileceğimiz veriler mevcuttur ve konu üzerinde fikirler/tezler öne sürebiliriz.
Batılı tarihçiler, önceleri Türkleri yurtsuz, başıboş, göçebe ve barbar kavimler olarak görmekteydiler. Ancak tarihi buluntuların ortaya çıkması ile 19. yüzyıldan itibaren genel kabullerin geçersiz olduğu anlaşılmış, konu üzerinde pek çok çalışma yürütülmeye başlanmıştır. Konu üzerinde çalışan ilim insanları, Türklerin Baykal Gölü'nden Ural (Yayık) Dağlarına, Kuzey Karadeniz hattına kadar uzanan geniş coğrafyada etkili olduklarını kabul etmiştir. Elbette böyle geniş bir sahanın topyekün ana yurt olabilmesi mümkün değildir. Ancak atı evcilleştiren Türklerin diğer milletlerden çok daha önce hızlı hareket edebilme kabiliyetine sahip oldukları düşünüldüğünde bu sahanın bir etkinlik alanı olduğu anlaşılmaktadır.
Türklerin anayurdu hakkında yorum yapan milletler, genellikle kendi izlenimleri çerçevesinde bir değerlendirmede bulunmuşlardır. Örneğin Çinliler Türklerin anayurdu olarak Altay Dağlarını kabul ederler. Sanat tarihçileri, buluntuları öncelleyerek Tanrı Dağları olduğunu düşünmüşlerdir. Kültür tarihçileri ise İrtiş-Yayık, Altay-Kırgız bozkırları ile Baykal Gölü'nün güney batısı olarak kabul ederler. Dilcilere göre de Altayları Doğusu ve Kingan Dağları Türklerin atayurdu olabilir düşüncesi hakimdir. Bu genel kabullerden geniş bir coğrafi hat çizmek mümkündür ancak bu hattı daraltmak mümkün görünmemektedir.
Yakın zamanda yapılan araştırmalar ve ortaya konan veriler Türklerin anayurdunun Ural-Altay Dağları ile Hazar Denizi'nin Kuzey Doğu bozkırları olduğu yönünde güçlenmiştir. Türkistan'da yapılan ilk arkeolojik çalışmalar Ksilev ve Çernikov tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu araştırmalarda ortaya konduğu kadarıyla; Minusinsk bölgesinde yaşadığı tespit edilen Afanasevo Kültürü (M.Ö. 2500-1700) ve Andronovo Kültürü (1700-1200) Türkleri meydana getiren demografik unsurun kökenlerini teşkil ederler ve Taş Devrinden itibaren Altay-Sayan Dağlarının güneybatısında yaşamışlardır. Buradan hareketle Türklerin ortaya çıktığı saha olarak Altay-Sayan Dağlarının güneybatısıdır diyebiliriz.
Söz konusu edilen bir proto-tip olduğundan yalnızca Türkler mevzubahis edilmez. Türk-Moğol-Mançu gruplarına genel olarak Altay ismi verilmiş, Türklerin kökeni olarak Altay halkı işaret edilmiştir. Bu çalışmalar da aslında yine bir genel çerçeve ortaya koyduğundan hattı daha da daraltmak adına bazı çalışmalarla muhtelif tezler öne sürülmüştür. Örneğin; W. Tomascheck Baykal Gölü'nün doğusunda, E. Parker ve G.J. Ramstedt Kingan Dağları çevresini işaret etmiştir. En güçlü önerme ise Macar Türkolog Gy. Nemeth tarafından ortaya atılmıştır. Nemeth, dilbilim verilerine dayandırarak ortaya attığı iddiada Aral Gölü çevresini işaret etmiştir. Diğer taraftan bir diğer Macar Türkolog G. Almasy aryanların ilk vatanı hakkındaki verilere dayanarak Tanrı Dağları bölgesinin Türklerin ana yurdu olduğunu öne sürmüştür. Tüm bu veriler ışığında, Türklerin anayurdu olarak Tanrı Dağlarının kuzeybatı yamaçları ve Aral Gölü çevresi Türklerin anayurdu olarak kabul edilmiştir. Bu hat günümüzde Kazakistan-Özbekistan-Kırgızistan bölgesine tekabül eder. Türklerin göç hareketlerinin bu bölgeden yayıldığı düşünülmekte, hatta göç haritalarına dair pek çok önerme ortaya konabilmektedir.
Konar-Göçerlik, Tabiat ve Göçler
Türklerin ortaya çıktığı ve göç ettiği coğrafyayı genel hatlarıyla çizebiliyoruz. Ancak sonrasında varlıklarını devam ettirdikleri muazzam genilikteki coğrafyayı tespit edebilmemiz ve göç haritalarını çıkartabilmemiz için göç nedenlerini incelememiz, anlamamız ve yorumlamamız gerekiyor. Bir genel kabul olarak Türklerin iklim ve tabiat şartları nedeniyle zorunlu olarak göç ettiği düşüncesi söz konusudur. Bu önermeyi yorumlayabilmemiz için Türkistan dediğimiz Orta Asya'nın coğrafi ve iklimsel şartları itibariyle incelememiz gerekecektir.
Türkistan (Orta Asya), son buzul çağı sonrasında çekilen buzu hattı sonrasında yoğun bir tabiat değişikliğine maruz kaldı. M.Ö. 10 Bin'lerde buzullardan akan sulak arazilerken buzulların kuzeye çekilmesiyle kuzeyde ortaya çıkan ormanlara karşın Türkistan bölgesi, coğrafyayı besleyen akarsulardan mahrum kalarak kurak hale geldi. Hazar Denizi'nin kuzeyinden Kingan dağlarına kadar çekilecek bir hat Tundra halini alırken Orta Hazar - Tanrı Dağları hattında kurak ve sert bir iklim meydana geldi. Ortaya çıkan bu zorlu tabiat şartları su kaynaklarının azalmasına ve bölgenin dört mesvim yaşanabilir bir habitat olmaktan çıkmasına yol açtı. Yazları alçak rakım kuraklaşıp yüksek sıcaklık değerleriyle yaşanamaz hale gelirken yüksek rakımlarda çözülen buzların oluşturduğu su kaynakları ve otlaklar kendiliğinden bir konar-göçer yaşam şartını zorlamıştır diyebiliriz. Kışın ovalara inip yazın yaylalara çıkılarak tarımın mümkün olmadığı topraklarda hayvancılık yapılabilmesi Türklerin kültürel dokusunu inşa eden önemli bir faktör haline gelmesi tarihi bir gerçeklik olarak önümüzde durur.