Türk teşkilatlanma yapısında Devlet ve örgütlenme stratejileri çağdaşı olan diğer medeniyet ve toplumlardan çok farklıdır. M.Ö. 3000'lerden M.S. 400'lü yıllara kadar Dünya genelinde hakim olan devlet anlayışı tanrı krallıklar olarak düşünülür. Bu anlayışta devlet bir bölgede yaşayan insanlar topluluğu, hükümdar yarı tanrı, millet ise vergi veren ve tanrılık iddiasında bulunan hükümdara itaat edenler bütünüdür. Bu anlayış M.S. 5. yüzyıldan itibaren Roma devletinin Hristiyanlığı benimsemesiyle İmparatorluğa (Emperyalizm) dönüşmüş, Fransız ihtilaline kadar hemen her devlet benzer anlayışlarla yönetilmiştir. Ancak Türklerde Devlet anlayışı ne tanrı krallıklar ne de imparatorluklara benzememektedir. Her yönüyle kendi özgün dinamikleri ve teamülleriyle başlı başına bir yönetim sistemi olarak ele alınmalıdır.
Türk teşkilatlanma yapısının merkezinde aile yer alır. Yakın aileler akrabalık bağlarıyla Oğuşları (Sülale), Oğuşlar bir araya gelerek Urugları (Aşiret), Uruglar bir araya gelerek Boyları (Beylikler), Boylar bir araya gelerek İL'i (Devlet) meydana getirir. Birbiri içine geçmiş halkalar gibi işlenen bu teşkilatlanma yapısı Türk varlığının tarihin en derin dönemlerinden bugüne kadar ulaşabilmelerini sağlamıştır.
Her ailenin teamülden gelen önderi evin en büyük erkeği yani babadır. Ailelerin bir araya gelerek oluşturdukları Oğuşlar yine teamülle oğuşun (sülalenin) en bilge kişisidir. Uruglar, oğuşların bir araya gelerek oluşturdukları kitlelerdir ve Oba/Oymak hayatı yaşarlar. Her oğuşun bilgesi bir araya gelerek bir arada yaşadıkları uruğun liderini seçerler ve uruğun dirliğini sağlama vazifesi verirler. Bu teşkilatlanma yapısı çok güçlü bir demokrasiyi meydana getirir. Günümüzde demokrasinin kökeni Yunan dönemine dayandırılır (M.Ö. 5. yüzyıl). Ancak Yunan demokrasisinde toprak ağaları ve varlıklı insanların tercih hakkı bulunduğu gibi avam halkın bu sistem içerisinde söz hakkı yoktur. Ancak Türk teşkilatlanma yapısında her aile oğuş içerisinde söz sahibi, her oğuş urug içerisinde inisiyatif sahibidir. Bu teşkilatlanma yapısı ile Uruglar yaşadıkları Oba hayatının idamesi ve savunma durumunda erlerin komutasını üstlenen bir memur/amir olarak bey seçimi yaparlar. Beylik babadan oğula veraset sistemiyle geçmediği gibi oba halkı ya da malları beyin mülkiyetinde değildir. Beylerin seçimi toy adı verilen meclislerde, oğuşların temsilcileri tarafından gerçekleştirilir. Bu meclis yalnızca beyi seçmez, beyin verdiği kararlarda da söz sahibi olurlar. Bir bey, alacağı kararı toyda kabul ettirmek mecburiyetindedir.
Oba hayatı yaşayan Uruglar birkaç yüz çadırdan ibaret bir topluluk olarak kendi yaylak/kışlaklarına sahiptir ancak bağımsız değildir. Her Uruğun tabi olduğu, aynı atadan geldiğini kabul ettiği diğer uruglarla arasında sıkı bir münasebet vardır. Aynı Boydan geldiği kabul edilen tüm uruglar ayrı bölgelerde ayrı obalar şeklinde yaşasalar bile savunma, mülkiyet ve tabiat kaynakları hakkı gibi ihtiyaçlardan ötürü bir arada hareket ederler. Bu noktada Boy kurumu devreye girer. Uruglar, tıpkı kendisini meydana getiren oğuşlar bütünlüğü gibi bir araya gelerek bir Boy'u meydana getirirler. Her uruğun beyi, boy toyunda post sahibidir ve bu makam boy beyinin seçilmesinden savaş kararlarının verilmesine, mülkiyet haklarının paylaştırılmasından ganimet pay edilmesine dek idari yapının hemen her sürecinde söz sahibidir. Urug toylarında olduğu gibi Boy toylarında da Boy Beyi kararını toya kabul ettirmek ya da toyun verdiği kararı uygulamak mecburiyetindedir.
Boyların bir araya gelmeleri Türk teşkilatlanmasında İL olarak tanımlanır. İL'in kurulmasında amaç boyların arasındaki husumetlerin engellenmesi, hukuk ve adaletin tesisi, boylar arasında cereyan edebilecek mülkiyet yahut yağma mücadelelerinin önlenmesidir. Bu ihtiyaçlardan ötürü Boy beyleri, bir araya gelerek bir İL Toyu (Barış Meclisi) meydana getirebilirler. Bu meclislerin her halükarda bir hakana ihtiyaçları yoktur. Zira hukuku belirleyen töre ve töreye riayet edilmemesi durumunda diğer boyların inisiyatif almaları çoğu zaman fayda sağlayabilmektedir. Ancak iletişim ve coğrafi nedenlerden ötürü boyların bir araya gelmeleri mümkün olamazsa yada bir araya gelen boyların sayısı azalırsa ittifak yerini husumet ve hakimiyet garazına dönüştürebilmektedir. İL sistemini uzun vadede sağlayabilmek güçlü, karizmatik ve boyların saygısını kazanan bir ortak hükümdar tarafından gerçekleştirilebilir. İşte bu hükümdar KAĞAN/HAKAN/HANYÜ/ŞANYÜ şeklinde anılır.
Türk Devletlerinin çok kolay kurulup çok kolay dağılabilmesindeki etkenler oğuş/urug/boy/il teşkilatlanma yapısının tezahürleridir. Boylar, İL Birliğini sağlayacak bir "Kut Bulmuş" lider bulamazlarsa her boy kendi varlığını sürdürebilmek için bağımsız hareket eder. Bunun yanında İL Birliği liderlerin başarılarına bağlı olduğu için İl Beyinin ölümü halinde boylar arasındaki birlik kolayca dağılabilir. Biz, günümüz algısı ile bu İl Birliklerine Devlet diyoruz. Ancak Devletin varlığı ortadan kalksa bile bir iç halkası olan Boylar, varlığını koruyabilmeyi başardıkları için tarih sahnesinden silinmezler hatta çok kısa bir süre sonra yeniden devlet haline gelebilirler.
Devletin Teşekkülü ve Yönetim Felsefesi
Türkler Devlet olabilmek için şu dört şartın ortaya çıkmasını bekler; Bağımsızlık (Oksızlık) - Ülke (Uluş) - Halk (Kün) - Kanun (Töre). Eğer söz konusu şartlar müsaitse kut almış er kişi Hakan seçilir. Devletin iki temel amacı vardır; Boylar arasında barışı sağlamak ve cihan hakimiyetini gerçekleştirmek.
Türkler, hükümdarlarının tanrı tarafından seçildiğini kabul ederler. Ancak tanrı kimi seçtiğini açıkça söylemez, bunu kendilerinin anlamaları gerekir. Bu seçilmişlik tanrının verdiği kut'tur. Kut sahibi kişi, aslında kutlandığını bilmez. Ancak büyük bir başarı elde ettiğinde ya da halkına büyük bir fayda sağlayabildiğinde kut almış olduğu anlaşılabilir. İmkansız bir mücadeleden zaferle çıkmış, bir icatta bulunmuş, hayret edilecek bir başarı elde etmişse bu bir kut işareti kabul edilir. Bu kişi beyler tarafından kutlu kişi kabul edilerek Hakan seçilir.
Cihan hakimiyeti düşüncesi de Türk kültürünün manevi dünyasının bir yansımasıdır. Eski Türklere göre otağ kubbesi ailenin, gök kubbe devletin çatısıdır. Tanrının verdiği görev yanlızca kendileri için değil tüm diğer milletlerin de hakimiyet altına alınması için verilmiştir ve bu gayeyle güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar her yer Türkler için hükmedilmesi gereken diyarlardır.
Türkler, hükümdarlarına farklı dönemlerde farklı ünvanlar vermişlerdir. Asya Hun döneminde Mete'nin ünvanını Çin kaynaklarında Tan-hu olarak görüyoruz. 7 asır sonra Çin topraklarında kurulan Hsia Hun Devletinin hükümdarının ünvanı da aynı şekilde Tan-hu olarak kaydedilmiştir. Elbette bu ifade Türkçe telafuz edilen bir kelimenin Çin fonetiğine göre yazılmış halidir. Kelimenin Türkçe telafuzu Tangu (Tanju) dur. TaNğ (Geniz N'si ile) çevreleyen, kapyasan, kucaklayan anlamlarında kullanılan soyut bir ifade olarak Hun idarecisine verilmiş Türkçe bir ünvan olarak karşımıza çıkar. Türkler bu ünvanı Göktürk Devleti dönemine kadar kullanmışlardır. Göktürklerden itibaren KAGAN ünvanı ile karşılaşırız. Bu ifadenin kelime kökeni olan KA akrabalık bağını ifade ederken KAN bu günde kullandığımız anlamıyla Kan Bağını ifade eder. KAN ifadesi hükümdar için kullanıldığında en yüce akraba (Ata) anlamına tekabül eder. Bilindiği üzere Türk teşkilatlanma yapısındaki pederi teamül dolayısıyla akrabalık bağı önemli olduğundan KAN ifadesiyle lider soydaşlık ve manevi akrabalık bağına atıfta bulunularak tüm ulusun lideri için KAN ünvanı edebi bir ifade olarak kullanılmıştır. Aynı şekilde kullanılan KAGAN da KAN kelimesinin türemiş halidir. -GAN eki -olmuş, -olan gibi hal eki olarak kullanılır. Kagan; Kan olmuş olan anlamına tekabül eder. KAN olan kişiye KAGAN ünvanı verilirken KAGAN'ım ifadesi yerine KAN'ım ifadesi kullanılır ki KAGAN'ım "Kan olmuş olanım" gibi devrik bir anlam oluşturacağından KAN'ım hitabı Türkçe'ye uygun halidir. M.S. 7. yüzyıldan itibaren karşımıza çıkan HAKAN ifadesi de KAGAN ifadesinin lehçe farklılığından ibarettir. Türkçe'de K/KH/H/G sesleri farklı coğrafyalardaki lehçelere göre değişimlere uğrar. Örneğin KEZER/GEZER/HEZER/HAZAR/KAZAN/KAZAK ifadelirinin tümünde kelime kökü olan KEZ(mek) fiili batı/kuzey/güney Türkçelerinde farklı ses düşmelerine uğramıştır. Bu ses düşmeleri KAGAN/KHAGAN/HAGAN/HAKAN şekilnde evrilerek günümüzde HAKAN şekline dönüşmüştür. Yani Han,Hakan,Kagan,Kağan ifadeleri 2200 yıllık tarih serüveni içerisinde hiç değişmemiş, faklı Türk lehçelerinde benzer seslerle varlığını devam ettirmiştir. 2200 yıl önce Hun Devleti döneminde Mete Han tarafından kullanılmaya başlayan KAN/HAN ünvanı Osmanlı Devleti'nin son hükümdarı Vahdettin Han'a kadar varlığını devam ettirmiştir.
Demokrasi Anlayışı
Türk toplumunda ve yönetim biçimide batılı ilim insanlarının anlamakta zorlandıkları bir meşrutiyet söz konusudur. Uygulama ve pratikte mutlakiyet gibi görünen ancak teamülleriyle Antik Yunan hatta Fransız İhtilalinde ortaya çıkan Cumhuriyet anlayışından daha güçlü ancak daha az istikrarlı bir yönetim biçimi benimsenir. Her oğuş, sülalesinin önde gelen ismini bey seçtiği gibi her urug (aşiret), bünyesindeki oğuşların beyleri tarafından seçilen bir lideri toy ile seçer. Seçilen urug beyleri boy beyinin toyunda post sahibi olarak boyun vereceği kararlarda ve boy beyinin seçilmesinde söz sahibi olarak bir toplumsal mütabakat oluştururlar. Toy ile seçilen beyin başarısız olması, liderlik vasfını taşımaması durumunda beylik makamında oturmaya devam etmesi olası değildir. Zira uruglar boylara, boylar bodunlara, bodunlar illere vergi verir, asker gönderirler. Söz konusu mütabakat ve destek ortadan kalktığında beylik ihtiyacı olan güçten mahrum kalır. Bu konfederatif yapı Türk Teşkilatlanma yapısında güçlü bir halk yönetimi(meşrutiyet/demokrasi) meydana getirir. Bu nedenle Beyler, arzu ettiği gibi hareket eden ve mutlakiyet ile halkını yöneten bir imparatordan çok vazifeli bir memur ve denetlenen bir amir gibi görevini icra eden merci halini alır. Tarih sayfalarında kaydedilen pek çok devletin çok çabuk kurulup çok çabuk yıkılması da bu güçlü teşkilatlanma yapısından ve meşrutiyet anlayışından ileri gelir. Yeterli başarıyı elde edemeyen bir bey, arkasındaki halk gücünden mahrum kalır. Halk ise yeni bir bey seçene kadar varlığını oğuş/urug/boy/bodun teşkilatlanmasıyla devam ettirir. Bu teamülü anlayamayan batı literatürü, hükümdarın devrilmesini devletin yıkılışı olarak görmüş, aslında yıkılan ya da kurulan bir devlet söz konusu değilken atfettiği isimleri literatüre kaydetmiştir.