Mezopotamya, insanlık tarihinin en eski kalıntılarına ulaşabildiğimiz, buzul çağı öncesi yaşam imkanı bulunan nadir bölgelerden biri olarak karşımıza çıkar. Yazının ortaya çıkışı, ilk medeniyetin yeşermesi ve günümüz Anadolu'suna evrilen süreçte tarih öncesi devirlerden yazının icadına kadar devam eden süreç bir kültürel süreklilik arz eder. Bu sürekliliği anlayabilmemiz için kültür devirlerini tetkik etmek faydalı olacaktır.
Kebara Dönemi
M.Ö. 18-11 Bin aralığına tarihlendirdiğimiz dönemde kalıcı yerleşimlerin ilk örneklerine rastlarız. Filistin'in Güney'inde yer alan Teberiye Gölü'nde elde edilen buluntular dairesel planlı kulübelerden meydana gelmektedir. Ayrıca tahıl öğütme taşları ve saz biçme bıçakları da bulunmuştur. Bu kültür Mezopotamya'da görebildiğimiz ilk kalıcı yerleşim yeri olarak öne çıkar.
Natuf Kültürü
M.Ö. 11-9 Bin aralığını kapsayan bu dönem Levant - Kuzey Suriye hattını kapsar. Artan tahıl kullanımıyla birlikte muhtelif buğday türlerinin tüketiminde artış olduğu gözlemlenir. Tahılların uzun süre saklanabildiği bu dönemde ilk ticaretin ve tahıl alışverişinin ortaya çıktığı varsayılır. Bu dönemde avcı-toplayıcı kültürün yerleşik ve tahıl temelli bir tüketim alışkanlığına dönüştüğünü gözlemleyebiliyoruz. Burada bir tarım söz konusu değildir, bereketli hilalin getirdiği yabani tahılların bolluğu kitlelerin bu kaynaklara yakın yerlerde yerleşik yaşamaya başladığının işaretidir. Söz konusu yapılar yine yuvarlak ölçekli, üstü kubbe gibi örtülü formda gözlemlenir. Natuf döneminde yarı göçebe bir yaşam tarzı ortaya çıkmıştır.
Tarım Toplumunun Başlangıcı
M.Ö. 9. Bin yıldan itibaren tarım toplumlarının ortaya çıktığını gözlemleyebiliyoruz. Ürdün'de (Eriha) ilk kez kerpiç kullanılarak inşa edilen evlerle karşılaştığımız bu dönemde tahıla dayalı beslenme çevresinde evcilleştirilmiş hayvanlar bulunan çiftçi köylerinin izlerine rastlanıyor. Bu dönemde yine dairesel planlı evlerde yerleşimler söz konusudur. İlerleyen dönemlerde bu yerleşimlerin dikdörtgen forma evrildiğini ve kerpiçlerin el yordamıyla değil kalıplara dökülerek üretildiğini de gözlemleyebiliyoruz.Yine bu dönemde obsidyen kullanımı çevresinde gelişen ticaretten söz edebiliriz. M.Ö. 7. Binli yıllara gelindiğinde ateşte pişirilen kilden oluşan pişirme kaplarına rastlamamız mümkün. Dönemin son evrelerine doğru avcılık temel ihtiyaç olmaktan çıkarak besin üretme ve tarım tekniklerinin yaşamsal fonksiyona sahip hale geldiğini görürüz. Söz konusu tarım kuru yolla yapıldığından iklim şartlarının değişmesi durumuna karşılık tahılların depolanması beraberinde siyasi yapının oluşmasına da yol açacaktır.
Hassuna ve Samara Kültürleri
M.Ö. 7. Bin yıl itibariyle çanak-çömlek kullanımın arttığını ve bu konuda bir tarz ortaya çıktığını görebiliyoruz. Basit desenlerin yerini daha özenli bezenmiş çömlekler ve keramikler alır. Bu kültür çevresinde evlerin taş temel üzerine dikdörtgen yapıda kerpiçle inşa edildiğini, köşelerinse payandalandığını anlıyoruz. Bu bulgular Hassuna kültürüne mahsus unsurlar olarak kabul edilir. M.Ö. 6 Bin'li yıllara gelindiğinde evler 70 metrekareye kadar ulaşır. Bu kültür önceki kültürlerin elde ettiği tecrübenin yükseldiği ve yaygınlaştığını anlamamıza yardımcı olur.
Halaf Kültürü
M.Ö. 6. Binli yıllardan itibaren Hassuna kültürünün Halaf kültürüne dönüştüğünü görüyoruz. Bu kültür çevresi Kuzey Suriye ve Irak bölgesinde yayılım alanı bulmuştur. Akdeniz kıyılarından Zağros dağlarına kadar ulaşan alanda etkileri gözlemlenebiliyor. Bu dönemde tarım halen kuru olarak yapılmaktadır. Ayrıca keçi, sığır, domuz gibi hayvanların evcilleştirildiğini de gözlemleyebiliyoruz. Bu dönemin etkileyici bir farkı Dikdörtgen yapılı evlerden Tholos tipi yuvarlak planlı evlere geri dönüşün yaşanmasıdır. 3-7 metre çapa ulaşan bu evler içeride odalara bölünerek kullanılmaktadır. Bu dönemi sembolize eden bir diğer unsur da boyalı çanak kültürüdür. Güçlü bir kültür alanı olması yanında kısa sürmüştür.
Obeyd Kültürü
M.Ö. 6 Binden itibaren izlerine rastladığımız Obeyt kültürü güney mezopotamyada ortaya çıkmış, kuzeye doğru yayılarak Halaf kültürünü içine almıştır. Fırat-Dicle nehirlerinin güneyde oluşturduğu geniş bereketli sahalar etrafında çoğalan yerleşimler kalabalık kitleler meydana getirmiş, böylelikle güçlü bir kültür haline gelerek mezopotamyanın en etkili kültürlerinden biri olmuştur. Öyleki bu kentleşme modeli kendisinden sonraki süreçte model oluşturmuştur. Bu kültür çevresi M.Ö. 4 Binlerde İran, Kuzey Suriye, Çukurova, Elazığ, Malatya bölgelerine doğru genişlemiştir. Güneyde Arabistan'a kadar uzanan bu kültür ağı çok geniş bir coğrafyada izler bırakmıştır. İşgücündeki artış ve zengin su kanalları daha kapsamlı yapıların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Kalabalık kentlerin ortaya çıktığını gözlemlediğimiz bu dönemde kentler arası ticaret ve yerel yönetimlerin söz konusu olması kaçınılmazdır. Öyle ki yöneticiler yetkilerini tanrıdan aldıkları iddiasını gütmeye başlamıştır. Vergiler, iş yükümlülükleri ve yasalar bu dönemde şekillenmeye ve medeniyet kavramının temelleri oluşmaya başlar.
Sümer Kentleri
M.Ö. 4 Binli yılların sonunda Obeyd döneminde başlayan kentsel devrim tümüyle güney mezopotamyaya yayılmıştır. Meslek grupları ve siyasi birimler artık kent yönetiminde olağan hale gelmiştir. Çevresi surlarla çevrili, tahıl ambarlarının bulunduğu, onbinlerce insanın yaşadığı bu kentler dinsel dokuyuda şekillendirir. Yöneticiler tanrıdan yetkili kent yöneticileri statüsündedir. Bununla birlikte Sümer döneminde bölgede yoğun göç hareketleri yaşandığını görürüz. Asyadan gelen kitlelerle birlikte hint-avrupalı topluluklar, güneyden gelen samiler mezopotamyadaki sistemin demografik dokusu içerisinde yerlerini alırlar. Bu demografik karışım kültürel zenginliğin ve dinamizmin ortaya çıkmasını da sağlamıştır.
Obeyd kültürüne yoğun göçlerle katılan asyalılar Sümer medeniyetinin asli unsuru durumuna gelirler. Bu kitlelerin hint-avrupalı ya da sami olmadıkları açıktır. Genel kabul Asyalı oldukları yönündedir. Göçen asyalı kitleler önce Eridu ardından Uruk ve diğer güney mezopotamya bölgelerine yerleşirler.
Kentlerin yönetimleri genellikle babadan oğula geçen hanedanlıklarla yönetiliyorken kimi durumlarda yönetim başka hanedanlıklar tarafından da ele geçirilebilmektedir. Bu gereklilikler etrafında askeri birlikler ve savunma yapıları ön plana çıkmaya başlar. Bu siyasi yapı elitleri, din adamı, asker ve meslek sahiplerini meydana getirdiği gibi tarım yapan çiftçileri bir yönüyle köleleştirir. Elitlerin savunma ve idare amacıyla vergi toplaması düzeni de bildiğimiz anlamıyla imparatorluk düzeninin ilk örneklerini teşkil eder.
Sümerlerle özdeşleşen Zigguratların kökeni Obeyd dönemine kadar gider. Bu gelenek Sümerlerden sonra Babil ve Asurlular döneminde de varlığını koruyacaktır.