Doğu Akdeniz'de neler oluyor? Doğal Gaz rezervleri var deniyor, bu rezervler ne kadar? Bölgede hangi ülkenin kaç savaş gemisi var? Neden oradalar? En önemlisi, nasıl olurda ülkelerin deniz suları net değil ve tartışılıyor.
Yoğun bir bilgi karmaşası var, her kafadan bir ses çıkıyor ve meseleyi anlamak zorlaşıyor. Şöyle derli toplu, anlaması kolay bir bilgi bütünü yok ortada. Onun için öğrenmeye çalıştıkça kafamız daha çok karışıyor. Şimdi bu karmaşayı ortadan kaldırıp meseleyi anlaşılır hale getireceğiz. Ardından Türkiye'nin Doğu Akdeniz üzerindeki haklarından bahsedeceğiz. Son olarak, Doğu Akdeniz'de bir savaş patlak verirse Türkiye ne yapabilir, donanması ne kadar güçlü onu inceleyeceğiz.
Önce şu rezerv konusunu ele alalım. Çok net ifade edelim; Doğu Akdeniz'de öyle manşetlere vurulduğu gibi devasa bir rezerv bulunmuş değil. Gaz tespit edilebilen birkaç alan var, başka alanlar var mı diye araştırılıyor. Bugüne dek ortaya konabilmiş tahmini toplam rezerv; 13 Trilyon Metreküp. TRİLYON diyince ürperiveriyoruz hemen. Ama o iş öyle değil. Yakın zamanda Trakya'da tespit edilen Gaz miktarı 20 Trilyon Metreküp. Yani Doğu Akdeniz'de, bizim Trakya'da ki kadar bile rezerv tespit edilebilmiş değil. Çıkabilir mi? İhtimal. Ya nasip! Ama hali hazırda abartılacak bir durum söz konusu değil.
Peki Mısır-Rum-İsrail üçgeni neden bu konuya bu kadar yoğun ilgi gösteriyor? Çok basit, bu rezerv onların kendi tüketimlerine yetecek miktarda. İsrail açıklarındaki rezerv 8 Milyon nüfuslu İsrail'e yetiyor. Mısır zaten gaz ihtiyacının %40'ını Nil sahasından çıkartıyor, kalan kısmını da kendi kıyı açıklarında ki doğalgaz kuyularıyla karşılayabilir. Yani ancak İsrail ve Mısır'a yetecek kadar rezerv var. Ama çıkartamıyorlar. Neden? Çünkü rezerv tek bir noktada değil, birden çok noktada. Bu nedenle sondaj maliyetleri çok yüksek. Ancak İsrail ve Mısır bir araya geldiğinde maliyetleri düşürebilir ve ekonomik açıdan zarar etmeyecekleri bir üretim sistemi inşa edebilirler. Peki Rumlar? Henüz bir şey çıkartamadılar. Kendi karasuları olarak gördükleri alanda arama ruhsatı verdiler, halen arıyorlar. Eğer Rum karasularında da yeni rezervler bulunabilirse o zaman ortak üretim yaparak maliyetlerini düşürebilirler, en azından öyle ümit ediyorlar.
Evet, gelelim Türkiye'nin durumuna. Hali hazırda rezerv bulunan alanlar İsrail-Mısır karasuları yakınlarında. Yani Güney Kıbrıs kıyılarından bile çok uzakta. Peki Türkiye'nin karasuları olamayacak kadar uzak olan bu alanda Türkiye neden meselenin tam ortasında yer alıyor? Aslında mesele gaz bulmak ya da çıkartmak değil. Yani tam olarak değil. Zaten Türk karasuları, en yakın rezerve 300 kilometre uzakta. Yani çok zayıf bir ihtimal. Evet, Türkiye 2 yeni sonarla Akdeniz'in bir bölümünde arama yapıyor. Ancak Türkiye'nin bu bölgedeki amacı gaz aramaktan ibaret değil. Mesele Mavi Vatan!
Sorun özetle şu; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi kendi karasuları olarak gördüğü bölgede ABD şirketlerine arama ruhsatları verdi. Ama ruhsat verilen bölgeler Türkiye'nin burası benim dediği bölgeler. Özetle; Rumlar Türkiye'nin hak iddia ettiği bölgede kendi karasularıymış gibi ruhsat dağıtıyor. Türkiye'de buna karşılık karasuları olarak gördüğü bölgede nöbet tutuyor ve burası benim diyor. Tabi doğrudan savaş gemilerinizi konuşlandırdığınızda teamüllere aykırı hareket etmiş, kavgacı taraf durumuna düşmüş oluyorsunuz. Bunun için bölgede gaz arıyorum diyerek araştırma gemilerini gönderiyoruz, bu gemileri koruması için de savaş gemilerini görevlendiriyoruz.
Gelelim en önemli soruya; nasıl olurda ülkelerin karasuları bu kadar tartışma konusu olabilir? Her ülkenin sınırı bellidir, karasuları neden böyle belirsiz? Bunun iki sebebi var; birincisi denize kazık çakıp çit öremeyeceğiniz için benim sınırım burası diyemiyorsunuz. İkincisi, Karasu ve Münhasır Ekonomik Bölge kavramları. Bu sorunu Ege'de de yaşıyoruz aslında. Bu meseleyi açıklığa kavuşturunca Ege'de ki tartışmaları da anlayabiliriz. Denizlere sahilleri olan ülkelerin deniz sınırlarını tespit etmek tarih boyunca zor olduğundan bu konuda yüzyıllara dayanan bir genel kabul yok. Bu konuda ilk çalışma 1950'lerde yapıldı. BM bir araya geldi ve 1. Deniz Hukuku Sözleşmesini ortaya koydu. Temel tartışmaları sona erdirse de yeterli değildi ve birkaç yıl sonra 2. Deniz Sözleşmesi ortaya koyuldu. Türkiye'de dahil olmak üzere BM ülkeleri bu sözleşmeye imza attılar. Buraya kadar her şey normal; tartışma yok. Ama 1982'de 3. Deniz Sözleşmesi ortaya konulunca işler karıştı. Hep duyduğumuz 12 Mil maddesi kondu. Sözleşme özetle şöyle der; Her Kıta ve Ada kendi kıta sahanlığını araştırıp 12 Mil'i geçmeyecek şekilde belirleyebilir. Bu ne demek? Şimdi bunu anlaşılır hale getirelim.
Kıta Sahanlığı, toprakların denizin altında uzanan bölümleridir, dağın etekleri gibi. Dağın etekleri sahilden ne kadar uzağa gidiyorsa bu ülkenizin kıta sahanıdır. Ülkeler kendi kıta sahanını araştırıp 12 Mil'e kadar ilan edebilir. Bu alanın dışında kalan açık denizlerde ise aynı denize sahip ülkeler aralarında anlaşarak deniz sınırlarını belirlerler. Buna da Münhasır Ekonomik Bölge deniyor. İşte hem Doğu Akdeniz'de hem Ege'de Türkiye'nin çıkarlarını zorlayan mesele bu. Türkiye, 82'de ki 3. Deniz Sözleşmesini imzalamadı. Çünkü adaların 12 Mil'e kadar hak iddia edebilmesi Ege'yi Yunan Gölü haline getiriyor. Türkiye burada hukuksuz davranmış gibi görünüyor olabilir. Ama bu bir sözleşme; yani kabul edebilirsiniz de etmeyebilirsinizde. Türkiye böyle bir sözleşmenin altına imza atmak istemedi. Yani ortada bir hukuksuzluk yok, kimse Türkiye'yi imza atmadığı bir taahhüt altına sokamıyor.
Bu durum Doğu Akdeniz'de de bir fırsatçılık ortaya çıkartıyor. Türkiye 3. Deniz Sözleşmesine imza atmadığından Rum yönetimi, Türkiye'nin deniz açıklığı sularını işgal edip bir oldubitti ile siyasi başarı elde etmeye çalışıyor. Mevcut durumda Rumlar Türkiye sularında arama yapmıyorlar. Kağıt üzerinde kimi ABD şirketlerine izin vermişlerse de Türk donanması burası benim sularım diyerek kimseyi sınırlarından içeri sokmuyor. Bu durumda olur da Doğu Akdeniz'de gaz bulunursa bu gazı Avrupa'ya satabilmeyi planlayan İsrail-Mısır-Rum üçgenine göre Türkiye oyunbozan taraf olmuş oluyor. Türkiye ise gaz bahanesiyle deniz sınırlarını muhafaza ediyor.
Evet, durum bundan ibaret. Peki Doğu Akdeniz'de hangi ülkelerin kaç savaş gemisi var? Şuan toplamda 60 kadar savaş gemisi bulunuyor. 2 Uçak Gemisi, 50 Fırkateyn-Muhrip, 3 Denizaltı. Şuan en büyük donanma Rusya'ya ait. Suriye'de ki gelişmeler dolayısıyla 25 savaş gemisini bölgede konuşlandırmış durumda. Ardından ABD 2 Uçak Gemisi, 14 Fırkateyn-Muhrip ve 2 Denizaltıyla İsrail'in ve Arama Gemilerinin güvenliği amacıyla bölgede bulunuyor. Fransa'nın b1 uçak gemisi, 2 Fırkateyn ve bir denizaltısı var. İngiltere, Fransa, Yunanistan, Kanada, Belçika, Portekiz, Hollanda da kendi arama gemilerinin güvenliğini sağlamak için birer Fırkateyn görevlendirdiler. Yani manşetlerde vurulduğu gibi yüzlerce savaş gemisi yok. Bölgenin en güçlü donanması elbette Türkiye'de. 200'ün üzerinde savaş gemisiyle Doğu Akdeniz'in en güçlü donanması Türkiye.
Peki bölgede bir savaş olur mu? Pek olası değil. Zira bölgede bulunan kuvvetlerin amacı "ABD Dışında" savaş gemilerinin güvenliğini sağlamak ve hepsi aynı taraftalar aslında. Yalnızca Rusya burada denklem dışı, ancak Rusya da Suriye yakınlarında konuşlanmış durumda. Olası bir savaşın aktörü durumunda değiller.
Evet, anlaşılır oldu sanırım. Şimdi taşlar yerine oturmuş olmalı. Bir sürpriz olmazsa Doğu Akdeniz konusu gündemimizi işgal etmeye devam edecek ama Dünya'yı değiştirecek bir gelişme olmayacak.