Mehmed Çelebi (1. Mehmed) acı ve kan dolu bir devri sona erdirmiş, Osmanlı Devleti nihayet tartışmasız bir hükümdar ile yönetilebilir hale gelmişti. Fetret Devri döneminde devletin iç ve dış idaresi zayıflamış, Balkanlarda ki zayıf despotluklar ve vasal olmadan, vergi vermeden bölgesel hakimiyetlerini güçlendirme hesapları yapan gayrimüslim derebeyleri küçük-büyük siyasi hesaplar yapmaya başlamışlardı.
Bizans önemli bir liman kenti olan ve Bayezid tarafından büyük sayılabilecek bir tersane inşa edilmiş olan Gelibolu'yu geri almaya, Venedik Musa Çelebi ile yaptığı anlaşmayı yenilemeye, Eflak Voyvodası ve Sırp Despotu tımar olarak verilen topraklarını geri kazanmaya, Sofya (Bulgaristan) ve Teselya (Yunanistan) Türk baskısından ebediyen kurtulmaya dair hesaplar yapıyor, diğer taraftan Anadolu'da ki Osmanlı toprakları Karamanoğulları, Germiyanoğulları ve Candaroğulları'nın iştahını kabartıyordu.
İlk davranan Karamanoğlu Mehmed Bey oldu. Mehmed Çelebi'nin Edirne'de olmasını bir fırsat olarak gördü ve Sivrihisar üzerinden ilerleyerek Bursa'yı kuşatma altına aldı. Vezir Hacı İvaz Paşa, az sayıda kuvveti olması hasebiyle "Ya hisarı savunun, ya da başınızın çaresine bakın" diyerek halkı savunmaya çağırdı. Şehri koruyan mukim surlar Karamanoğlu'na geçit vermedi. Ancak şehri besleyen Pınarbaşı gölü Bursa'nın can damarıydı. Karamanoğlu Mehmed, hisarın kapılarını açmak zorunda kalırlar ümidiyle göle lağım vurarak Bursa kapısı ile Zindan kapısı arasına açtığı kanal ile gölün suyunu boşaltmaya yeltendi. Ancak Musa Çelebi'nin naşı Edirne'den yola çıkmış, Bursa'ya doğru ilerlemekteydi. Bunu haber alan Karamanoğlu, kuşatmayı kaldırıp geri çekildi. Karamanoğlu'nun bu korkak teşebbüsüne kayıtsız kalamayan Harman Danası adlı subayı, "Ölüsünden korkup geri çekildin, ya dirisi gelseydi" diyince hırsını subayından çıkartıp astırmıştır.
Mehmed Çelebi, Karamanoğlunun gösterdiği cüretkarlığa kayıtsız kalmadı. Bursa'ya gelerek sefer hazırlıklarına koyuldu. Diğer komşuları olan Germiyanoğulları ve Candaroğulları, Karamanoğulları kadar cüretkar olmasalar da olası bir iç karışıklıkta Osmanlı topraklarını işgal edecek, vaktiyle kaybettikleri toparkların ilhakına yelteneceklerdi. Mehmed Çelebi, yaptığı hamle ile bu üç mihrakın emellerini dizginledi. Önce Candaroğulları beyi İsfendiyar'a "Ya sen gel, ya oğlanlarından birini gönder" dedi . Böylece Karaman seferinde İsfendiyar Bey'in olası bir tecavüzünü engellemiş oldu. Ardından Germiyanoğulları Beyi Yakub'dan da sefer için erzak tedarik etmesini talep etti. Mehmet Çelebi, taleplerinin yerine getirilmemesi durumunda onları da düşman addedeceğini ve ordusunun muhatabı olacağını açıkça ifade etmişti. İsfendiyar Bey, oğlu Kasım'ı emrine verdiği kuvvetlerle birlikte Bursa'ya gönderdi. Yakub Bey ise "Erzaksa bunu söylemeye gerek yok, ben hizmet etmek için candan ve gönülden geliyorum" diyerek belki de zaten zayıflamış olan beyliğinin zan altında kalmasının önüne geçmek adına bizzat sefere katıldı.
Mehmet Çelebi önce Akşehir'e ulaştı ve şehri mukavemet görmeden teslim aldı. Karamanoğlu Mehmet Bey, onu Konya Ovasında karşıladı. Burada yapılan muharebe oldukça hızlı gelişti ve Osmanlı'nın galibiyetiyle neticelendi. Karamanoğlu Mehmet Bey ve oğlu Mustafa sağ olarak ele geçirildiler. Mehmet Çelebi, aynı zamanda halasının oğlu olan Karamanoğlu Mehmet Bey'e merhamet etti ve onun ve oğlunun canını bağışladı. Akşehir, Seydişehir, Okluk, Kırşehir, Beyşehir, Sivrihisar, Cemaze Hisarı ve Niğde dolaylarını da topraklarına katarak başka bir sefer için İsfendiyar Bey'in hükmettiği Canik'e sefere çıktı (1414). Canik'in fethinden bir süre sonra Karamanoğlu Mehmed Bey, "Düşmanlığım kıyamete kadar sürecek" diyerek sözünde durmadı. Mehmet Çelebi, seferde olduğu için Veziri Bayezid, giriştiği muharebe sonucunda Mehmet Bey'in oğlu Mustafa'yı esir aldı ve Mehmet Çelebi'nin huzuruna gönderdi (1415). Karamanoğlu, oğlunun esir olmasına rağmen düşmanlık etmekten vazgeçmedi. Konya Ovasında ki savaşta canının bağışlanması karşılığında verdiği toprakları geri almaya yeltendi. Nihayetinde Mehmet Çelebi, yine bizzat Konya'ya doğru yürüdü. Mehmet Çelebi, uslanmayan ama akrabalık bağı olması hasebiyle merhamet ettiği Mehmet Bey'in canını tekrar bağışladı. Ancak bu kez onu tahttan indirip yerine oğlu Mustafa'yı koyarak Bursa'ya döndü (1416). Nihayetinde Mehmet Bey, tahtından olduğu gibi bir süre sonra Memlüklerin saldırısına uğrayıp öldürüldü (1418).
Anadolu'da bunlar olurken Balkanlar'da da sular ısınmaya başlamıştı. Her ne kadar Venedik Mehmed Çelebi ile bir antlaşma imzalamak ve doğu sınırlarını güvence altına almak istese, Cenovalılar ise Osmanlı ile geliştirdikleri iyi ilişkiler sayesinde Bizans ile yaptıkları ticaretin güvenliğini tehlikeye sokmak istemiyor olsalar da Osmanlı pek çok cenah tarafından her halükarda düşman olarak addediliyordu. Özellikle Bayezid döneminde başlayan denizcilik faaliyetleri ile Osmanlı'nın denizlerde de önemli bir kuvvet haline gelmesi bu Osmanlı korkusunu körüklüyordu. Bayezid döneminde Gelibolu'da kurulan tersane ürettiği kadırgalarla başlı başına bir deniz kuvveti meydana getirmişti. Bu kuvvetlerin başında da Çalı Bey vardı.
Osmanlı'nın İlk Deniz Savaşı (29 Mayıs 1416)
Venedik konseyi her ne kadar Türklerle bir antlaşma imzalamaya gayret ediyorsa da Venedik Amirali Pietro Loredano açık şeklide bir Türk düşmanıydı. Kendisi gibi bir deniz subayı olan kardeşi George, Venedik'in barışçıl tutumuna karşın iki Osmanlı kadırgasına saldırıp esir almıştı. Bunun üzerine Mehmed Çelebi, bu saldırıya misilleme emri verdi ve Osmanlı kadırgaları Andras, Paros ve Milos kıyılarına bir saldırı düzenleyip birkaç Venedik gemisini zapt ettiler. Loredano'nun sebep olduğu bu gerilimi dizginlemeye çalışan Venedik Konseyi, kendisine karşı saldırı olmaksızın bir taarruza girişmemesi emrini verse de otorite sorunlarının yaşandığı Venedik'te her emir tam anlamıyla yerine getirilmiyordu. Loredano, ertesi yıl büyük bir deniz kuvvetiyle Çanakkale boğazı önüne demirleyip zapt edilen gemilerinin iadesini istedi. Bu beklenmedik durum karşısında Osmanlı kadırgaları da savaş nizamı alarak olası bir çatışmaya hazır duruma geldi. Ancak savaşın başlamasına başlı başına bir yanlış anlaşılma yol açtı. İçerisinde Venedik elçilerinin bulunduğu bir kadırga, tırmanan gerginliği sona erdirmek için kıyı şeridine yaklaşmayı deneyince ok yağmuruna tutuldu. Loredano beklediği fırsatı yakalamıştı. Henüz yeni kurulmuş olan Osmanlı deniz kuvvetleri, tecrübeli bir amiral olan Loredano'ya karşı koyamadı. Çalı Bey bu muharebede şehit oldu, Loredano ise talep ettiğinden çok daha fazlasını elde etti. Batırdığı kadırgalar dışında 14 kadırgayı zapt ederek muzaffer bir komutan edasıyla Venedik'e döndü. Dönüşünde Venedik Konsey'ine sunduğu mektupta özetle "Osmanı'nın uzunca bir süre Ege'de donanma kuramayacağının garantisini veriyorum" demiştir. (29 Mayıs 1416)
Loredano, sonraki yıl tekrar Osmanlı karasularına girerek Lapseki'yi almaya yeltendiyse de karadaki hakimiyetini denizde kuramamış olan Osmanlı için barış zorunluydu. Bizans'ın araya girmesiyle barış sağlandı ve Venedik ile yapılan anlaşmayla Venedikli tüccarlar diğer tüccarlardan çok daha fazla imtiyaza sahip hale geldiler.
Düzmece Mustafa İsyanı
Mehmed Çelebi, Anadolu'da ki huzursuzlukları bertaraf etmiş, Batı'da yönelmeye hazırlanırken ilginç bir dedikodu yayılmaya başlamıştı. Ankara Savaşında Yıldırım Bayezid ile birlikte esir düşen Şehzade Mustafa'nın ortaya çıktığı konuşuluyordu. Zamanla ulaştığı kimseleri kendisine inandıran bu kurnaz müteşebbis, adım adım Osmanlı tahtını ele geçirmeye yaklaşacak, nihayetinde bertaraf edilecek ve bu vaka tarihe "Düzmece Mustafa İsyanı" olarak geçecektir.
Yaşadığı muğlakta olan bir şehzadenin kimliğini kullanarak saltanatı ele geçirmeye teşebbüs eden bu kurnaz müteşebbis, Trabzon limanından yola çıkarak önce Bizans'a, ardından Venedik'e ulaştı. Nihayet Venedik Senatosuna kadar çıktı ve Mehmed Çelebi'yi tahttan indirmek için Venedik Konseyinden desteğini istedi. Ne yapacağı konusunda emin olamayan Venedik Konseyi, onu Türkleri iyi tanıdığı için Eflak Voyvodası Mirça'ya (Mircea) gönderdi. Mirça, eski damadı Musa'nın hükümdarlığı döneminde sağladığı derin münasebet hasebiyle topraklarına güven içerisinde hükmediyordu. Ancak Mehmed Çelebi'nin hükümdar olması ile ilişkilerin gerilmiş olduğu çok açıktı. Bu sebeple Osmanlı'nın batıya yapacağı ilk fütuhatın kendi topraklarını hedef alacağını iyi biliyordu. Bu münasebetle Düzmece Mustafa'dan desteğini esirgemedi. Sahte Şehzade, Bizans hükümdarı Manuel'in de desteğini almayı başardı. Düzmece Mustafa, dış mihraklarla geliştirdiği münasebetler ve aldığı desteklerle zamanla nüfuzunu genişletti. Nihayet Mirça ve Manuel Mustafa'yı resmen Osmanlı hükümdarı olarak tanıdığını ve itibar ettiğini açıkça ifade ettiler.
İstanbul'a giden Mustafa, Manuel'in himayesi ve desteğiyle isyan çıkartmak üzere Selanik'e geçti. Manuel aynı yöntemi Süleyman Çelebi'nin oğlu Orhan üzerinden denemiş, yine Selanik'te bir ayaklanma çıkartmaya teşebbüs etmiş ancak başarılı olamamıştı. Selanik'e ulaşan Mustafa, daha önce Mehmed Çelebi'nin canını bağışladığı Aydınoğulları Beyi Cüneyd 'in de desteğini alarak Selanik'de küçük çaplı bir isyan başlatıp zamanla tüm balkanlara yayılmasını ve bu vesileyle tahta oturabilmeyi planlıyordu. Ancak umduğu gibi olmadı.
Mehmed Çelebi, önce Bizans'a küçük bir ders vermek için Marmara Ereğlisini ele geçirdi. Burayı geri emniyet noktası tayin ederek ticaret yolu üzerinden Selanik'e ulaştı. Mustafa'nın planladığı isyan umduğu gibi teveccüh görmemişti. Cüneyd ise onu koruyabilecek kadar kudretli değildi. Nihayetinde bizzat Mehmed Çelebi'nin başında olduğu orduya karşı koyamayıp teslim oldular. Yaşananlarda Bizans'ın ve Eflak'ın sorumluluğu büyüktü. Yaptığı hesaplar tutmayan Bizans, ilişkilerin daha fazla gerilmesinin önüne geçmek ve belki bir anlamda da özür mahiyetinde bir anlaşma imzalayarak yıllık 300 Bin Akçe ve Cüneyd'in İstanbul'da hapsedilmesi teminatı karşılığında Mustafa ve Cüneyd'in canlarını bağışladı. Bu anlaşmanın bir parçası olarak Mustafa da Limni adasında esir tutulacaktır (1416).
Mustafa, Mehmed Çelebi ölene dek burada hapis tutulmuş, ölümünün ardından Bizans tarafından serbest bırakılarak Edirne'ye gitmiş ve kendisine önemli bir taraftar kitlesi edinerek Bursa'ya yürümüştür. Ancak 2. Murad (Mehmed Çelebi'nin oğlu) ile karşı karşıya geldiği mücadelede yenilince Eflak'a kaçarken yakalanarak idam edildi (1422).
Mehmed Çelebi, Düzmece Mustafa vakasının hallinden sonra vakanın müsebbiplerinden olan Mirça'nın haddini bildirmek üzere Eflak'a doğru sefere çıktı. Tuna Boylarına kadar sakince ilerleyip Babadağ, Yeniköy (Enisala) ve Dobluca'yı ele geçirdi. Nihayet Eflak Kalesinin kapısına dayandı. Mirça, ihanetinin bedelini canıyla ödeyeceğini biliyordu. Zira vereceği hiçbir söz ya da ganimetin bir itibarı kalmamıştı. Mirça, çok daha fazlasını verdi ve oğlunu Osmanlı kapısına kul olması (Yeni Çeri) için elçileriyle Mehmed Çelebi'ye gönderdi. Böylece Osmanlı'ya tam bir bağlılık göstermiş olacak, ihanet etmesi durumunda bu hatası oğlunun canına mâl olacaktı. Mehmed Çelebi, Mirça'yı affedip bağlılığını kabul etti ve yüklüce bir ganimetle Bursa'ya geri döndü (1417).
Mehmed Çelebi, Anadolu ve Balkanlardaki meselelerin hallinden sonra Bursa'ya döndü. Karamanoğulları seferinden bu yana yanında bulunan Kasım'a (İsfendiyar'ın oğlu) babasının yanına dönebileceğini söyledi. Ancak Kasım'ın kardeşi Hızır ile arasında bazı anlaşmazlıklar vardı. Anadolu'nun kuzey bölgesine hükmeden Candaroğulları Beyi İsfendiyar, Kasım'ın seferde olması hasebiyle Tosya, Çankırı ve Kastamonu'yu diğer oğlu Hızır'ın yönetimine vermişti. Kasım, bir anlamda kardeşi Hızır'ın nüfuzunun genişlemesine uzunca bir süre seferlere katılmış olmasının yol açtığını ima etmiş oldu. Kendisine sadakatle hizmet eden Kasım'ı kazanmak ve aynı zamanda Candaroğulları toprakları üzerinde inisiyatif elde etmek için akıllıca bir hamle yaptı. İsfendiyar'a "Oğlun benden tımar istedi verdim, sende Tosya, Çankırı ve Kastamonu'yu ver" diyerek haber gönderdi.
İsfendiyar Bey'in Osmanlı kuvvetlerine karşı koyamayacağı açıktı. Ancak bu bölgeleri Kasım'a vermesi durumunda iki kardeş arasında husumet ortaya çıkacağını da biliyordu. Bu münasebetle istenilen toprakları Osmanlı Devletine hediye ettiği, kendisine yalnızca Kastamonu'nun bahşedilmesini istirham ettiği yanıtını gönderdi. Mehmed Çelebi, bu teklifi kabul edip Kasım'ı da verilen bölgeye vazifeli olarak atadı. Böylece hem Kasım gibi güvenilir birini kazanmış, hem hudutlarını Kastamonu'ya kadar genişletmiş hem de İsfendiyar ya da oğulları tarafından gelebilecek olası bir tehdidi ortadan kaldırmış oldu. Bu anlaşma sonrasında İsfendiyar Kastamonu'da son günlerini huzur içerisinde yaşayacak, Tosya ve Çankırı Osmanlı topraklarına katılacak, Samsun'da hüküm süren Hızır'a müsamaha gösterilecek, Kasım da Osmanlı'ya hizmet etmeye devam edecekti.
Samsun'un sahil kısmında gayrimüslim kitleler yaşıyorlardı. Bu kitlenin bulunduğu bölge Gavur Samsun, diğer bölgeler Müslüman Samsun olarak anılıyordu. Tam olarak bilemediğimiz bir sebepten ötürü gayrimüslim kitleler isyan başlatarak şehri ateşe verdiler. Mehmed Çelebi, oğlu Murad'ı Amasya'ya Sancak beyi tayin etmişti. İsyan haberi önce Sancak Beyi Murad'a ulaştı. Mehmed Çelebi, bunun üzerine aslında kendi toprağı olmayan Samsun'da ki isyanı bastırmak ve sonrasında tüm Samsun'u ele geçirmek üzere üzere harekete geçti. Önce isyanı bastırdı, ardından Hızır'ın kontrolünde olan bölgeye ulaştı. Hızır, herhangi bir mukavemet göstermeden kaleyi teslim etti ve karşılığında hiç bir şey talep etmedi. Mehmed Çelebi, bu duruma şaşırmış olacak ki neden hükmettiği toprakları bilabedel teslim ettiğini sordu. Hızır'ın yanıtı oldukça ilginçtir; "Şehrimizin revakı bu kafir şehriyle idi. Kafir şehri harap oldu sizin elinize geçti, artık bize rahatlık yoktur". Anlaşılan o ki Hızır, bu ifadesiyle şehrin güzelliğinin ve canlılığının Gayrimüslim kitlelerin sayesinde var olduğunu, onların bertaraf edilmesi, şehrin sahil kısmının Osmanlı toprağı olmasından sonra geriye kalan toprakların kıymetsiz hale geldiğini ifade etmiştir. Mehmed Çelebi, ağabeyi Kasım'a gösterdiği alicenaplığı Hızır'a da teklif etmiş, himayesine girerse kendisine tımar vermek istediğini söylemişti. Ancak Hızır, bizim dostluğumuz Ördekle Kaz gibidir diyerek reddetti. Buna rağmen Mehmed Çelebi, Hızır'ın vakur ve açık sözlü tavrını takdir etmiş olacak ki kendisine beğendiği herhangi bir yere gitmekte özgür olduğunu söyleyerek hediyeler verdi. Hızır, tüm bu alicenaplığa rağmen tercihini babasının yanına gitmekten yana kullandı.
Samsun'un fethine mukabil şehirde bir süre bulunan Mehmed Çelebi, burada bir kısım tatarların yaşadığını öğrendi. Bu tatarlar Timur ile birlikte Anadolu'ya gelmiş, Timur'un vefatından sonra muhacir olarak Samsun'a yerleşmişlerdi. Samsun'da gayrimüslimlerle birlikte yaşayan bu tatarların, tıpkı gayrimüslimler gibi seferlere katılmadığını, Anadolu'nu savaş alanıyken bu kitlelerin düğün dernek kurup keyif yaptığını öğrenince onları da isyancı gayrimüslimlerle birlikte Filibe'ye muhacir olarak gönderdi (1420).
Şeyh Bedrettin İsyanı
İsyanın baş müsebbibi olan Bedrettin, Yunanistan'da küçük bir kasaba olan Simavna'da (Kiprinos) kadılık yapan bir zatın oğlu olarak dünyaya geldi (1359). İlginçtir ki; kadı olan babasının adı İsrail'dir. Franz Babinger'in tespitine göre 2. İzzeddin Keykavus'un kardeşi Abdülaziz'in Musevi asıllı hanımından olan İsrail, Dimekota kalesinin Rum beyinin kızıyla evlenmiş, bu evlilikten Bedrettin dünyaya gelmiştir.
Bedrettin, çocuk yaşta başladığı din eğitimi ile önce Bursa'ya gelmiş, ardından eğitim hayatı kademe kademe yükselerek önce Konya, ardından Suriye ve Kahire'de yüksek eğitim görmüştür. Kahire'de ki hocası Hüseyin Ahlati'nin tavsiyesi üzerine Tebriz ve Kazvin'e giderek burada Batıniliği öğrenir. Batınilik, Kur-an'ın derin anlamlarının olduğunu, bu anlamların ise yalnızca "masûm" zatlarca anlaşılabileceğini, harflerin rakamlara dönüştürülerek yapılan bir takım hesaplamalar ile (Ebced) gizemli bilgiler edinilebileceğini, bunun yanında antik İsrailiyat'ta da geçen kabalistik bir takım görüş ve fikirleri benimseyen ve henüz ortaya çıkmış sıradışı bir inanıştı. Bu inanışın kökenleri Alamut Kalesine ve Hasan Sabbah'a kadar kadar dayanıyordu. Bu akım zamanla Ahmet Yesevi'nin öğretisi olan Bektaşiliğe nüfuz edecek, önce Bektaşiliği Batınilikle harmanlayacak, ardından Şii'lik ve Alevilik gibi farklı akımların ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır.
Kazvin'den dönen Bedrettin, hocası Ahlati'nin tavsiyesiyle kendisine büyük saygı besleyen Memlük Sultanı Berkuk'un oğlu Ferenç'in hocalığını yaptı. Ahlati'nin ölümü üzerine vazifesini bırakarak şeyhinin yerine geçti (1397). Bir süre sonra da Anadolu'ya geçerek Bektaşiliğin tasavvuf (Felsefe) akımını öğretilerini yayabileceği bir zemin olarak suiistimal etmeye başladı. Bedrettin, fevkalade hitabet kabiliyeti ve tasavvuf sohbetlerinde mevzubahis yaptığı mistik görüşlerle epeyce teveccüh kazandı. Bedrettin, mistik ve ezoterik fikirleriyle insanları fazlasıyla etkiliyor ve kendisine bağlayabiliyordu. Zamanla hem büyük hürmet görmeye başladı hem de kendisini şeyh olarak görenlerin sayısı arttı.
Bedrettin, ileride başlatacağı isyanda en yakınında olacak isimlerle tanışacağı bir yolculuğa çıktı. Bu yolculuğun ilk durağı olan Karamanoğlu topraklarında fikirlerini benimseyen insanlar bulmayı başardı. Buradan Germiyanoğlu topraklarına gitti ve ileride isyanın baş aktörlerinden biri olacak "Börklüce Mustafa" ile tanıştı. Ardından Bursa'ya geldi. Burada da yine en yakın dostlarından biri olacak "Torlak Kemal" ile tanıştı. Bedrettin'in sonraki durağı Edirne hayatının dönüm noktası olacaktır.
Bedrettin'in Edirne'ye yerleşmesi ve burada da sevenlerinin artması Fetret Devrine tekabül eder. Hükümdarlık makamını ele geçirmiş olan Musa Çelebi, Bedrettin'e büyük hürmet göstererek kendisini kazasker (Kadı Asker) olarak vazifelendirir (1411). Bedrettin, öğretileriyle Musa Çelebi'yi de etkilemeyi başarmıştır. Ancak Mehmed Çelebi'nin hükümdarlığa geçmesi üzerine vazifesinden alınarak kendisine hatırı sayılır bir maaş bağlanır ve İznik'e yerleştirilir. Kimi tarih kaynakları bunun bir sürgün olduğunu nakletse de bu pek mantıklı bir değerlendirme olarak kabul edilmez. Zira Bedrettin'in hem seyahat özgürlüğü kısıtlanmamıştır hem de itibarı zedelenmemiş hatta hatırı sayılır bir maaşla istikbali garanti altına alınmıştır.
Bedrettin, İznik'te geçirdiği yıllar içerisinde yakın dostları ve müritleri Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa öğretilerini geniş kitlelere yaymaktaydı. Sevenlerinin her geçen gün arttığını, kendisine derin bağlılık gösteren muazzam bir kitlenin meydana geldiğini gören Bedrettin, elde ettiği bu kudreti hükümdarlığı ele geçirmek için kullanmaya tevessül etti. Önce Karadeniz'e, oradan da Eflak'a geçti. Eflak voyvodası Mirça'dan aldığı destek ile birlikte Silistire, Dobluca ve Deliorman bölgesine yerleşerek bu bölgeyi isyanın merkezi olarak tayin etti. Börklüce Mustafa, devlete küskün olan bir takım köylüleri bir araya getirerek yaklaşık 5 Bin kişilik bir kuvvet meydana getirir. İsyanın ilk ateşini Karaburun Yarımadasında (Aydın) yakar. Börklüce Mustafa önderliğindeki isyancılar, isyanı bastırmak için görevlendirilen Saruhan Bey komutasındaki küçük bir birliği mağlup etmeyi başarır ancak ardından Mehmed Çelebi'nin oğlu Murad Bey komutasındaki birliğin ulaşması üzerine mukavemet gösteremezler. Nihayetinde isyan bastırılır ve Murad, Börklüce'yi çarmıha gererek cezalandırır. Anlaşılan o ki; Bedrettin isyanı gayri İslâmi olarak görünmüş, cezası da ibret olması amacıyla gayrimüslimlerin adetlerine göre tertip edilmiştir. Diğer taraftan nispeten daha zayıf bir teşebbüste bulunan Torlak Kemal'in isyanı süratle bastırılır. O da isyancılarıyla birlikte öldürülür.
Nihayetinde şeyhlerinde keramet arayan müritleri, Bedrettin'de o ümitle bekledikleri kerameti görememiş olacaklar ki, doğrudan kendileri zapt edip Mehmed Çelebi'nin huzuruna getirirler. Katli vacip ilan edilmiş olan Bedrettin, Deliorman'da kurulan bir mahkemede Kadı Mevlana Haydar tarafından suçlu bulunup idama mahkum edilir.
Şeyh Bedrettin, Serez pazarında idam sehpasına çıkartıldığında Kadı Mevlana Haydar'a dönerek şöyle seslenmiştir; "Mademki bu kere mağlubuz, netsek, neylesek zahid. Gayri uzatmayın sözü, mademki fetva bize aid" (1420)
Müritleri, Bedrettinin ölü bedenini pazardaki bir dükkanın önünden alarak yakınlarda ki bir mezarlığa defnettiler. Mezarından geriye kalan kemikleri 1924 yılında Yunanistan ile yapılan mübadelede Türkiye'ye getirilmiş, bir süre muhtelif yerlerde muhafaza edildikten sonra 2. Murad'ın türbesinde bir yer ayrılarak buraya nakledilmiştir.
Şeyh Bedrettin'in müritleri, Torlak Kemal ve Börklüce Mustafa'ya baba, Bedrettin'e ise Dede demekteydiler. Bu ifadeler zamanla Şeyh Bedrettin'i benimseyen kesimler vasıtasıyla Bektaşiliğin içerisinde yer etmiş, günümüze kadar ulaşmıştır.
Son Yılları
Mehmed Çelebi, içte ve dışta siyasi istikrarı sağlamanın verdiği rehavet ile Bursa'ya geçerek bir süre burada istirahat etti ve imarını yaptırdığı Yeşil Cami, Yeşil Türbe ve Sultaniye Medreselerinin inşasıyla ilgilendi. Bu süre zarfında İstanbul'un Anadolu Yakasında bulunan Türk tebaa, Mehmed Çelebi'ye, bir kısım tekfurların sahipsiz buldukları hisarlara yerleştiklerini haber etti. Mehmed Çelebi, bu meselenin hallinden önce Bizans'a bir ziyarette bulunmak istedi. Bu ziyaretin amacı Bizans ile ilişkilerin geliştirilmesi ve adet edindiği üzere her fırsatta Osmanlı'nın ayağına dolanacak politikalar üreten Bizans'a güven telkin etmek olsa gerek. Zira her iki hükümdar da birbirlerine güvenmiyorlardı ama şu veya bu şekilde iç içe yaşamak zorundaydılar. Mehmed Çelebi'nin Bizans'ı ziyarete gitmesi önemli bir güven göstergesiydi. Zira Manuel, pekala Mehmed Çelebi'yi zapt edebilir, yerine Mustafa'yı tahta geçirmeye tevessül edebilirdi. Zira mahiyeti Manuel'e bunu teklif etmişler, ancak kendisi bu teklifi reddetmiştir. Şüphesiz koşullar farklı olsa Manuel, bu fırsatı mutlaka değerlendirecektir. Ancak Mehmed Çelebi'nin bu riski göze alarak telkin ettiği güven her iki hükümdar içinde sorunsuz bir siyasi gelecek anlamına geliyordu.
Bizans temsilcileri Mehmed Çelebi'yi şehrin dışında karşılayıp Çifte Sütun'a (Beşiktaş) kadar refakat ettiler. Mehmed Çelebi ve Manuel, tertip edilen karşılama merasimi kapsamında birlikte kadırgalara bindiler ve Haliç'den Üsküdar'a doğru keyifli bir yolculuk gerçekleştirdiler. İki kadırga, yan yana ağır ağır boğazın sularında seyrederek, aralarında hiçbir husumet yokmuşçasına dostane ve samimi bir sohbetle Üsküdar'a geldiler. İzmit bölgesinde kalelere yerleşen derebeyleri meselesi de dahil olmak üzere diğer siyasi meseleleri yoluna koyup karşılıklı teminatlar vererek sulhu sağladılar. Üsküdar sahilinde de bir süre devam eden bu sohbetten sonra Mehmed Çelebi, kendisi için hazırlanmış olan Çadıra geçti, Manuel ise geri döndü. Bu kısa ama önemli ziyaretten sonra Mehmed Çelebi İzmit'e doğru yola çıktı.
Mehmed Çelebi, Önce Herek'e (Hereke) gitti. Kaleye yerleşen Bizanslı efendi mukavemet göstermeden kapıları açtı ve kaleyi teslim etti. Buradan Geniboza (Gebze) da bulunan kaleye ulaştı. Ancak bu kalenin beyi kaleyi savunabilecek kuvvetlere sahipti. Çetin bir muharebenin sonunda muvaffak olamayacağını anlayınca gizlice kaleden kaçtı. Mehmed Çelebi, ardından Tarıcılar (Darıca) köyüne gitti. Bu köy yalnızca kale'den oluşmuyordu ve aynı zamanda gayrimüslim köylülerinde ikameti durumundaydı. Yapılan anlaşma ile bölgenin güvenliğini temin ederek batıya doğru yöneldi. Pendik ve Kartal beyleri, Mehmed Çelebi'nin kendilerine yöneldiğini öğrenince o gelmeden Bizans'a kaçtılar. Böylece çok seneler önce fethedilmiş ancak sahip çıkılamadığı için sessiz sedasız işgal edilmiş bölgelerin güvenliği temin edilmiş oldu.
Mehmed Çelebi, seferlerini tamamlayıp Bursa'ya geldikten bir süre sonra Edirne'ye geçti. Burada tertip ettiği bir av sırasında at üstündeyken sara nöbeti geçirdi. Bu rahatsızlığı daha önce Canik seferinde de ortaya çıkmıştı. Ancak henüz 42 yaşında olan Mehmed Çelebi, geçirdiği bu şiddetli sara nöbetini atlatamadı. Mahiyeti tarafından tedavi altına alınan Mehmed Çelebi, ayağa kalkamayacak hatta konuşamayacak duruma gelmişti. Manuel, Mehmed Çelebi'nin Edirne'ye yola çıktığını haber almış, kendisine İstanbul'u ziyaretinde refakat eden Leontarius'u Edirne'ye gitmesinin sebebini öğrenmek üzere elçi olarak görevlendirmişti. Leontarius, Mehmed Çelebi ile görüşmek istediğinde rahatsızlandığını öğrendi ve geri döndü. Ancak vezirleri, hükümdarın hastalığının vahametini ve iyileşemeyecek olduğunu gizlemeyi başardı.
Artık iyi olamayacağını anlayan Mehmed Çelebi, haber göndererek oğlu Murad'ı sancağı Amasya'dan çağırttı. Ancak haberin ulaşması ve Murad'ın Edirne'ye gelmesi haftalar hatta aylar sürebilirdi. Hastalığa daha fazla dayanamayacağını anlayan Mehmed Çelebi, mahiyetine Murad'ı hükümdar tayin ettiğini, Murad gelene dek kendisinin ölümünü gizlemelerini vasiyet ederek genç yaşta hayata gözlerini yumdu. Vezirleri Hacı İvaz, Bayezid ve İbrahim Paşa, Murad gelene dek orduyu zapt edebilmek için Cüneyd'in hapisten kaçtığını ve Mehmed Çelebi'nin yola koyulduğunu, kendilerinin de sefere hazırlanmaları talimatını verdi. Ancak komutanlar, bir süre sonra bunun gerçek olmadığının farkın vardılar. Zira huzura gelmek isteyen sancak beyleri, tımar işleriyle ilgili görüşme isteyen divan sahipleri oyalanıyor, bu süre zarfında tabiplerin gelip gittiği görülünce hükümdarın başına bir iş geldiği anlaşılıyordu. Nihayetinde komutanlar vezirlerin huzuruna çıkarak padişahımızı görmek isteriz, görmeden dönmeyeceğiz diyerek ısrar edince aynı yalanı daha fazla sürdüremediler. Hükümdarın hasta olduğunu, konuşabilecek durumda olmadığını ve bir süre daha tedavi edilmesi gerektiğini söylediler. Israrla hükümdarı görmek istemeleri üzerine ertesi gün gelmelerini söylediler. Sonraki gün hükümdarı tahtına oturtup iç oğlanlardan bir kaçını naaşın arkasına yerleştirdiler. Komutanların odaya girmeleri sıhhat açısından zararlı olur denilerek engellense de uzak sayılabilecek bir pencereden bakmalarına müsaade edildi. Bu esnada iç oğlanlar naaşın kolunu hareket ettirip sakalına dokunuyormuş gibi yaptılar. Komutanların bunu görmesi yeterli oldu.
Vezirleri bu oyunu 41 gün devam ettirdiler ve hükümdarın vefatını gizlemeyi başardılar. Bu süre zarfında da olası bir iç karışıklığa karşı Balkanlarda ki kuvvetlerin bir kısmı Bursa'ya çağırıldı. Murad'ın Bursa'ya ulaştığı ve cülus ettiği (Tahta oturduğu) haberinin gelmesi üzerine Mehmed Çelebi'nin vefat haberi ilan edildi (Haziran 1421).