Çaldıran Savaşı, 23 Ağustos 1514 de bugünün İran coğrafyasında bulunan Maku Şehrinin Çaldıran Ovasında, Safevi Hükümdarı Şah İsmail ile Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim arasında meydana gelmiş, savaş Osmanlı Devletinin zaferiyle sonuçlanmıştır.
Çaldıran Savaşının Nedenleri
Çaldıran Savaşının temel nedeni olan Mezhep ayrılığı ve bu ayrılığın körüklediği siyasi mücadeleler neticesinde iki büyük Türk Devleti karşı karşıya gelmiş, 16. Yüzyıl Türk Tarihinin en önemli vakalarından biri olarak Çaldıran Savaşı yaşanmıştır. Selçuklu Döneminde topyekûn bir göç ile Anadolu’ya yerleşen İlk Türk Toplumları, hem kültürel hem de mezhepsel olarak ortak bir sosyal doku oluşturmaktaydılar. Anadolu Selçuklu Devleti döneminde Anadolu’yu Türkleştiren bu ilk kol Sünni iken Büyük Selçuklu Devletinin yıkılması ve Orta Doğu’da yükselen Bâtınilik hareketinin etkisiyle Şia Mezhebinin etkisi altında kalarak farklı bir inanış benimseyen toplumların Büyük Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra Anadolu’ya göç etmeleri önemli bir sosyal sorunun ortaya çıkmasına neden olmuştu.
Anadolu Selçuklu Devleti döneminde kalabalık kitleler halinde Anadolu’ya yerleşen Türk Toplumları ile Büyük Selçuklu Devletinin son dönemlerinde ortaya çıkan Bâtınilik hareketinin ve Şia mezhebinin tesiri altına girmiş olan Türk Toplumları arasında benimsedikleri mezhepsel inanç farkları sebebiyle toplumsal çatışmalar meydana gelmişti. Anadolu’ya ilk gelen Türk Toplulukları Anadolu içlerine yerleştikten ve buraları yurt edindikten 50 ila 100 yıl kadar sonra gelen Türk Toplumlarını kabul etmeyerek hem mezhep ayrılığı hem de arsa, arazi ve mera sorunları nedeniyle çatışır duruma gelmişlerdi.
Anadolu Selçuklu Devleti döneminde başlayan bu mezhep ayrılığı ilerleyen dönemlerde de büyük bir sorun haline gelerek pek çok isyana ve mücadeleye sahne olmuştu. Söz konusu sorunlar Osmanlı Devleti döneminde de devam etti. 16. Yüzyıla gelindiğinde hâkimiyet alanını genişleten Osmanlı Devleti, Bâtınilik akımından etkilenen bu kitleleri bünyesinde barındırmaya devam ediyor ve ortaya çıkarttıkları ayaklanma ve huzursuzluklarla mücadele ediyordu. Bu sorunlar devletin idare ve otoritesini etkileyerek bir iç mesele olduğu gibi Bâtıni İnancı benimseyen komşu devletlere karşı da önemli bir zafiyet teşkil ediyordu. Safevi Hükümdarı Şah İsmail’de bu durumdan istifade ediyor ve Osmanlı Devletine karşı Osmanlı Bünyesinde bulunan mezhepdaşlarını kullanarak taciz ve taarruz hareketlerine girişiyordu.
Şah İsmail, tıpkı Anadolu Batınileri (Alevileri) gibi Şia Mezhebi ve Batınilik hareketlerinden etkilenmiş olan bir Türk Hükümdarıydı. Azeri kökenli bir Türk olan Şah İsmail, İran’da hüküm sürmekte olan Akkoyunlular devletini yıkarak hâkimiyet alanını genişletip güçlenmiş, Osmanlı Devleti için bir tehdit unsuru haline gelmişti. Zira Şah İsmail’in kurduğu Safevi Devleti, mezhep ayrılığı hasebiyle Osmanlı Devletine karşı düşmanca hareket etmekte, Osmanlı’ya tabi olan Türk Boyları üzerinde baskı kurarak önemli bir tehdit oluşturmaktaydı. Bu çekişme, Çaldıran Savaşı’nın gerçekleşmesine sebep olan tüm etkenlerin kaynağı olmuştur.
Çaldıran Savaşı Öncesi
Osmanlı Devleti 1500’lü yılların başında yaşadığı saltanat mücadeleleri nedeniyle hâkimiyeti altındaki bölgelerde otoritesini koruyamamaktaydı. Bu durumdan istifade eden Şah İsmail, Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan Türkmenler üzerinde baskı kuruyor, Bâtıni hareketine tabi olan Osmanlı tebaalarını bünyesine katmak için faaliyetler yürütüyordu. Safevilerin uzun süredir içerisinde bulundukları bu tahrikkar faaliyetler Osmanlı için büyük bir sorun haline gelmişti. Yavuz Sultan Selim, saltanat mücadelelerine girişerek muvaffak olunca 1512’de tahta çıktı ve giderek büyüyen ayrılıkçı Bâtınilik hareketine ve Şah İsmail’e karşı büyük bir taarruz hazırlığına başladı.
Yavuz Sultan Selim, hazırlıklarını tamamlayarak 1514 baharında tarihe İran Seferi olarak mal olan büyük doğu seferine başladı. Bizzat başına geçtiği ordusu 1514 yılı Mart ayında Edirne’den yola çıktı. Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı’nın yaşandığı Çaldıran Ovasına ulaşması 5 ay sürdü. Zira bu sefer yalnızca İran Seferi için başlatılmamıştı. Osmanlı Hanedanlarının saltanat mücadelesi içerisine girdiği yıllarda Şahkulu isyanı baş göstermiş, bu isyan zaten saltanat mücadeleleriyle zayıflayan Osmanlı Devletini zor durumda bırakmıştı. Yavuz Sultan Selim, saltanat makamına geçtikten sonra hem büyük bir iç mesele olan ve giderek büyüyen Şahkulu İsyanlarının sorumlularını cezalandırmak hem de İsyanların kaynağı olan Şah İsmail’in Osmanlı Toprakları üzerindeki düşmanca tavrını ortadan kaldırmak amacıyla İran Seferini başlatmıştı.
Şahkulu İsyanı
Safevi Saltanat ailesinin bir mensubu olan Hasan Baba, Anadolu’da yaşayan Alevi Türkmenler ile uzun yıllardır münasebet içerisindeydi. Vefatı üzerine yerine oğlu Şahkulu Baba geçmiş, babasının Tekkesinin liderliğini yapmaya başlamıştı. Zamanla itibar gören Şahkulu Baba, nüfuz kazanarak Abdal Baba Tekkesinin liderliğini de üstlenerek Alevi Türkmenler içerisinde öne çıkan bir dini önder (Baba) haline geldi.
Şahkulu Baba, Anadolu’da yaşayan Alevi Türkmenlerin dini ve sosyal liderliğini üstlendikten sonra Şah İsmail lehine faaliyetler yürüterek gerek kendi tekkesine bağlı olan tebaasını gerekse diğer Alevi Cemaatleri Safevi Devletine ve Şah İsmail’e biat etmeye davet etmeye başladı. Bu durum, Anadolu’daki Türk Birliğinin sağlamaya çalışan Osmanlının devlet politikalarına zarar veriyordu. Şahkulu, bu söylemlerini eyleme dökerek büyük bir isyan hazırlığı içerisine girişti. Saltanat makamının şehzadelerin hâkimiyet mücadelesine girişmesi sebebiyle zayıflamasından istifade ederek kendisine bağlı tebaaya kılıç kuşandırıp isyan hareketi içerisine girdi. Emri altına aldığı kuvvetlerle birlikte Manisa Sancağına giderek saltanat mücadelelerine karışan Şehzade Korkut’un hazinesine saldırdı ve şehzadenin hazinesini ele geçirdi. Şahkulu, ilk isyanında başarılı olunca daha da itibar görerek güçlendi ve isyan hareketine katılan Alevi Türkmenlerin sayısı arttı.
Şahkulu, emrindeki asilerin sayısı artınca kendisini Şah İsmail’in halifesi ilan ederek çok daha büyük isyanlara ve katliamlara girişti. Manisa’dan sonra Antalya’ya girdi ve Antalya Kadı’sını öldürdü. Ardından Kızılcakaya, Korkuteli, Elmalı, Burdur ve Keçiborlu beldelerine girdi. Bu bölgelerin Kadı’ları öldürerek yerel halk üzerinde katliamlar gerçekleştirdi. Giriştiği isyan hareketiyle Kütahya’ya kadar ulaşan Şahkulu, isyanın bastırılması için üzerine gönderilen Osmanlı Kuvvetlerini de mağlup edince isyan daha da pervasızlaştı. Kütahya’yı kuşatarak Anadolu Beylerbeyi Karagöz Ahmet Paşa’yı öldürdü (22 Nisan 1511).
Şahkulu, Kütahya kuşatmasında muvaffak olamasa da Kütahya’dan çekilip Bursa’ya doğru yola çıktı. Osmanlı, İsyanı bastırmak için Subaşı Hasan Ağa komutasında ikinci bir kuvvet daha sevk etmişti. Şahkulu, bu kuvvetlere karşıda galip gelince isyanı bastırmak için doğrudan Vezir-i Azam Hadım Ali Paşa görevlendirildi. Şahkulu, bu esnada Hadım Ali Paşa’dan önce ulaşan Karaman Beylerbeyi Haydar Paşa’yla mücadeleye girişti ve üçüncü Osmanlı Kuvvetlerine karşı da galip gelerek yoluna devam etti. Şahkulu İsyanı ancak Vezir-i Azam Hadım Ali Paşa’nın müdahalesiyle durdurulabildi. Hadım Ali Paşa, isyanı bastırmak için görevlendirilen Şehzade Ahmet’in güçleriyle birleşerek Şahkulu güçlerini Altıntaş mevkiinde dağlık bir alanda kuşattı. Ancak Şehzade Ahmet, İsyanı bastırmak yerine kendisine verilen Yeni Çerilerden, giriştiği saltanat mücadelesinde destek vermelerini ve kendisine biat etmelerini istedi. Emrindeki Yeni Çerilerin bu teklifi kabul etmemeleri üzerine İsyanı bastırma vazifesini reddederek kendi sancağına çekildi. Şehzade Ahmet’in kuşatmada destek vermemesi üzerine Hadım Ali Paşa’nın kuşatmasından kaçmayı başaran Şahkulu ve isyancıları İran’a doğru kaçmaya başladılar.
Hadım Ali Paşa, kaçan Şahkulu isyancılarını takip ederek Sivas yakınlarındaki Çubukova mevkiinde yetişti. İsyancılar burada Osmanlı Kuvvetlerine güç yetiremeyip mağlup oldular. İsyanın başını çeken Şahkulu bu mücadelede öldürülünce de kargaşaya kapılıp dağıldılar. Ancak Hadım Ali Paşa’da savaş meydanında aldığı ok darbesiyle öldürülünce Osmanlı Kuvvetleri kaçan isyancıları takip edemediler. Osmanlı Kuvvetleri geri çekilince isyancılarda İran’a kaçtılar.
Şahkulu Baba’nın başını çektiği Bâtıni (Alevi) isyancıları Osmanlı Devletinin merkezi ve bölgesel idarelerine büyük zararlar verip halk üzerine uyguladığı zulümlerle büyük bir sorun oluşturmuş, nihayet isyan bastırılabilmişti. Ancak bu isyan Bâtıni hareketin isyanlarının başını çekti. Devam eden yıllarda Şah İsmail ve Safevi yanlısı Alevi Türkmenler Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetler yürütmeye başlamışlardı. Şahkulu İsyanı, Anadolu Alevilerini isyana teşvik etmiş olması hasebiyle bastırılmış olsa da çözülememiş bir sorun olarak uzun yıllar önemini korudu.
Yavuz Sultan Selim’in Alevi İsyancılarla Mücadelesi
Şahkulu İsyanı ile başlayan Alevi Kızılbaş Ayaklanmaları Hadım Ali Paşa tarafından bastırılmıştı. Ancak Alevi Türkmenlerin Osmanlı Devleti aleyhine ve Şah İsmail lehine yürüttükleri isyan faaliyetleri son bulmamıştı. Üstelik İsyancıların Osmanlı Devleti tarafından görevlendirilmiş Kadıların öldürülmesi ve savunmasız Sünni toplumların katledilmesi affedilemezdi. Yavuz Sultan Selim’in saltanat makamına geçtikten sonraki ilk icraatı bu sorunu bertaraf edip sorumlularının cezalandırmak oldu.
Yavuz Sultan Selim, iki yıl süren hazırlık neticesinde başlattığı İran Seferi ile önce İsyanda rol oynayan Kızılbaş Tekkeleri ve isyana destek veren Alevi Aşiretler üzerine yürüdü. Sefer öncesinde yaptığı hazırlıklar ile isyanın sorumluları tespit ettirmiş, isyana karışan tekkeler ve aşiretler kendisine bildirilmişti. Yavuz Sultan Selim’de sefer güzergâhını isyancıların bulunduğu bölgeler üzerinden ilerleterek isyanda payı olan tekke ve aşiretlere taarruz etti ve bastırılmış olan Şahkulu İsyanının kalıntılarını temizleyerek Alevi Kızılbaş Türkmenlerin ayrılıkçı ve asi hareketlerine büyük bir darbe vurdu. Bu mücadelelerde öldürülen İsyancıların sayısı binlerle hatta onbinlerle ifade edilmektedir.
Çaldıran Savaşı’nın Tezahürü
Yavuz Sultan Selim, Şahkulu isyanının sorumlularını cezalandırmak ve Osmanlı Devleti için büyük bir tehdit unsuru haline gelen Şah İsmail’e bertaraf etmek için çıktığı İran Seferini beş ay gibi uzun bir sürede tamamlayarak Çaldıran Savaşı’nın yaşandığı Çaldıran Ovasına ulaştı (23 Ağustos 1514).
Yavuz Sultan Selim, uzun süren seferi sırasında Şah İsmail ile mektuplaşmış, bu yazışmalar hem meydan okuma, hem tehdit hem tenkit içermekteydi. Bu yazışmaların en dikkat çeken detayı ise Yavuz Sultan Selim’in İran/Fars topraklarında hüküm süren Şah İsmail’e yazdığı mektuplarda Farsça, İran/Fars Hükümdarı Şah İsmail’in ise Türkçe kullanmış olmasıydı. Zira Fars edebiyatının hâkim olduğu Osmanlı Sarayına kıyasla Fars Topraklarına hükmeden Şah İsmail ve Safevi Devletinde Türklük ve Türk Kültürü ön plandaydı.
Yavuz Sultan Selim, sefere başlarken gönderdiği ilk mektupta Şah İsmail’in “İslamiyet’e aykırı hareketlerini tenkit etmiş, yaptığı mezalimlerden bahsederek katlinin vacip olduğunu ifade ederek kılıcından evvel İslamiyet’i kabul etmesi lazım geldiğini” yazmıştı. Şah ismail ise harbe hazır olduğunu ifade ederek “Er isen meydana gelesin, bizde intizardan kurtuluruz” diyerek cevap vermiştir.
Sefer süresince elçiler aracılığıyla yapılan karşılıklı yazışmalar bir süre kesilip Şah İsmail’in cevabı gecikince Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail’e bir mektup daha göndererek “Davete icabet edip uzun yollar geçerek memleketine geldik. Fakat sen meydanda yoksun. Padişahların hâkimiyetindeki memleket onların nikâhlı karısı gibidir. Yiğit olan ona başkasının elini dokundurmaz. Hâlbuki bunca gündür memleketinde yürüyorum hala senden haber yok. Bundan sonra görünmezsen erkeklik sana haramdır. Miğfer yerine yaşmak, zırh yerine çarşaf giyip serdarlık ve şahlıktan vazgeçesin” diyerek mektupla beraber hırka, şal ve çarşaf göndermiştir.
Bu mektuptan da anlaşılacağı üzere Yavuz Sultan Selim’in ordusu Safevi Topraklarına girmiş ancak Şah İsmail karşılarına çıkmamıştı. Yavuz Sultan Selim seferini devam ettirmekteydi ancak engebeli arazilerde uzun yollar kat eden yorgun ordusu huzursuzlanmaktaydı. Şah İsmail’in karşılarına çıkmayacağını düşünen ordu geri dönülmesi gerektiğini düşünüyordu ancak bunu Padişaha söyleyemiyorlardı. Padişahın itimat ettiği ve sevdiği Karaman Valisi Hemdem Paşa’yı elçi tayin ederek Padişaha meramlarını ilettiler. Ancak Yavuz Sultan Selim, bu duruma hiddetlenerek Hemdem Paşa’yı cezalandırıp görevinden azledildi.
Ordu Eleşkirt civarına ulaştığında Yeni Çeriler yine huzursuzlandılar. Başkaldırarak “Düşman meydanda yok, bu harap yerlerde ilerlemek askeri beyhude yere telef etmektir.“ yazan bir mektubu Padişahın çadırına bıraktılar. Hatta Padişahın çadırına ok atarak da tehdit ettiler. Yavuz Sultan Selim, bu hadise üzerine atına atlayarak Yeni Çerilerin içine dalarak ;
“Biz henüz kastettiğimiz yere varmadık, düşmanla karşılaşmadık, dönmek ihtimali yoktur, hatta bunu düşünmek bile hayaldir. Teessüf olunur ki Şah’ın maiyeti kendi efendileri yoluna can verdikleri halde, biz şeriat-ı Ahmediyye’ye muhalif hareket eden bunları yola getirmek için bu serhatlara kadar gelmişken, bir takım gayretsizler, bizi yolumuzdan geri çevirmek isterler. Biz, katiyen yolumuzdan dönmeyeceğiz. Ûlülemre itaat edenlerle, kastettiğimiz yere kadar gideriz. Kalpleri zayıf olanlar, ehlü ıyâllerini düşünenler ve yol zahmetini bahane edenler, kendileri bilirler. Dönerlerse dîn-i mübîn yolundan dönerler. Eğer bahane, 'düşman gelmedi' ise, düşman daha ileridedir. Er iseniz benimle beraber gelin ve illâ ben tek başıma da giderim”
Diyerek Yeni Çerilerin başkaldırılarına boyun eğmediğini ve vazgeçmeyeceğini açık bir üslupla ifade edip sefere devam edileceğini ilan etti. Yavuz Sultan Selim’in bu fevkalade tavrı üzerine Yeni Çeriler hicap duyarak giriştikleri başkaldırıdan vazgeçtiler ve Yavuz Sultan Selim Han’ın peşinden sefere devam ettiler.
Ordu yeniden sefer yoluna çıkmıştı ancak sıkıntılar bitmiyordu. Şah İsmail’in meydana çıkmaması nedeniyle çok uzun süren sefer nedeniyle mevcut erzakları yetersiz kalıyor, takviye gelen erzaklarda çabucak tükeniyordu. Beklenen haber 22 Ağustos günü ulaştı. Şah İsmail’in meydana düştüğü haberi alındı. Ertesi gün iki ordu da Çaldıran Ovasında karşı karşıya geldiler.
Çaldıran Savaşı ve Meydan Muharebesi
Osmanlı Ordusu, Çaldıran Ovasına ova sırtından indi. Osmanlı Ordusunun merkezinde Yavuz Sultan Selim ve Kapıkulu Askerleri bulunuyordu. Sağ cenahta Anadolu Beylerbeyi Hadım Sinan Paşa, sol cenahta ise Rumeli Beylerbeyi Hasan Paşa bulunuyordu. Ordunun en önünde ise Azap askerleri konuşlanmıştı. Şah İsmail’in ordusu ise sağ cenahta en büyük kumandanları olan Durmuş Han Şamlu ve Nur Ali, sol cenahta Diyarbakır Beylerbeyi Ustacluoğlu Mehmet Han bulunuyor, Şah İsmail ve muhafızları ordunun en gerisinde ihtiyatta duruyorlardı. İki tarafın kuvvetleri de sayıca eşit durumdaydılar. Osmanlı ve Safevi ordularının takribi güçleri 80-100 Bin kişiydi. Bu denk güçlerin galibiyeti ancak savaş stratejileri ve askerlerin yetenekleri ile belirlenebilirdi.
Osmanlı ordusunun en muntazam birliği Yeni Çerilerdi. Buna karşın Safevi Ordusunun yarısından fazlası mükemmel niteliklerdeki süvarilerden oluşuyordu. Üstelik 2500 km’lik yolu kat eden yorgun Osmanlı Ordusuna karşın hızlı süvarilerden oluşan Safevi Ordusu stratejik olarak daha avantajlı durumdaydı. Şah İsmail’in savaş stratejisi Osmanlı Ordusunun yorgun düşmesi ve Süvarilerin taarruzlarına karşı koyamayacak duruma gelmesi üzerine planlanmıştı. Osmanlı Ordusu ise gönüllü genç Azap askerlerinin hızlı hareket ederek düşmanın savaş düzenini bozarak Yeni Çerilerin üstün savaş yetenekleriyle düşmanı bertaraf etmesi üzerine kurgulanmıştı.
Çaldıran Savaşı fevkalade bir şiddetle başladı. Safevi Ordusunun Sağ cenahı Osmanlı Ordusunun sol cenahını bozguna uğrattı. Topların zamanında ateşlenememesi ve Azap askerlerinin topların vurduğu yollardan içeri girememesi nedeniyle Safevilerin sağ cenahı Osmanlı ordusunun sol kanadına üstün geldi. Beylerbeyi Hasan Paşa ölünce Osmanlı Ordusunun sol kanadına düzensizlikler baş göstermeye başlamıştı. Sol cenahın zafiyetini Hadım Sinan Paşa’nın yerinde hamleleri tamamladı. Zamanında ateşlenen hafif toplar ile Safevi Ordusunun sol cenaha büyük zayiatlar verdirdi ve Safevi Ordusunun sol cenah kumandanı Ustacoğlu Mehmet bu taarruzla öldürüldü. Her iki ordunun da sol cenahları ağır zayiatlar vermiş, kumandanları öldürülmüş, sağ cenahları ise muvaffak olarak üstün gelmişti.
Bu eşitlik Yeni Çerilerin başarılı tüfek atışlarıyla Osmanlının lehine döndü. Safevi Ordusunun muvaffak olan sağ cenahını isabetli tüfek atışlarıyla bozguna uğratan Yeni Çeriler Şah İsmail’i de kolundan yaralamışlardı. Yeni Çerilerin tüfek atışlarıyla bozguna uğrattıkları Safevi Ordusu, Şah İsmail’inde yaralanması hasebiyle geri çekilmeye başladı. Şah İsmail’in esir düşmesi söz konusu iken Şah gibi giyinen bir seyis ortaya atılarak Şah İsmail benim diyince esir alındı. Şah İsmail’de hem ordusunu hem de sefer hazinesini arkasında bırakarak Tebriz’e kaçtı. Yavuz Sultan Selim Çaldıran Savaşından hemen sonra Tebriz’e doğru ilerledi. Osmanlı Ordusunun Tebriz’e yaklaştığını haber alan Şah İsmail, Yavuz Sultan Selim’in gazabından kaçmak için İran içlerine kaçmak zorunda kaldı. Yavuz Sultan Selim, Tebriz’de 10 gün kadar kalarak burada yaşayan pek çok sanat erbabı, tüccar ve edebiyatçıyı İstanbul’a davet ederek seferini tamamladı ve İstanbul’a geri döndü.
Çaldıran Savaşının Sonuçları
23 Ağustos 1514’de yaşanan Çaldıran Savaşı Osmanlı Devletinin galibiyeti, Safevi Devletinin hezimeti ve mağlubiyetiyle sonuçlandı. Bu savaşın neticesinde Bâtıni-Şii Safevi Devletinin Anadolu üzerindeki hâkimiyet emelleri bertaraf edilerek Anadolu’nun güvenliği temin edildi. Zira Çaldıran Savaşının kaybedilmesi durumunda Osmanlı Tebaası olan Alevi Türkmenlerin Safevi Devletine biat etmesi söz konusu olacak, Osmanlı Devletinin hâkimiyetine gölge düşerek zayıflamasına beklide yıkılmasına sebep olabilecekti.
Çaldıran Savaşı’nın kazanılması ile Erzincan, Bayburt ve Kemah Kalesi Osmanlı Devletinin hâkimiyeti altına girdi. Çaldıran Savaşının tezahürü olarak ortaya çıkan Turnadağ Zaferi ile de Dulkadiroğulları Beyliğine son verildi ve Osmanlı Tebaası haline getirildi. Böylelikle Diyarbakır, Mardin ve Bitlis Osmanlı Topraklarına dâhil oldu. Çaldıran Savaşı sonrası Anadolu’daki Osmanlı hâkimiyeti kesinleşerek bölgedeki Türk-İslam Birliği sağlanmış oldu.