Timur Devleti, Timur Han tarafından 1370 yılında kurulmuş, kısa süre içerisinde Delhi’den Bursa’ya kadar uzanan geniş coğrafyayı hâkimiyeti altına almış, Timur Han’ın vefatı üzerine parçalanıp yıkılmış büyük Türk Devletidir.
Timur Han (Aksak Timur)
Tarihe Aksak Timur olarak geçen Timur Han, aslen bir Moğol Kabilesi olan ve özellikle Moğollar üzerindeki yoğun Türk Kültürünün etkisiyle Türkleşmiş olan Barlas Boyuna mensup Moğol Kökenli bir Türk Hükümdarıdır. Barlas boyu her ne kadar Moğol kökenli bir kabile olsa da bu boy Türk Kültürü ve Türk Toplumu ile yoğun münasebetleri ile hem kültürel hem de etnik olarak Türkleşmiştir ve Türk Olarak kabul edilmesi gerekir. Zira Timur Han da kendisini her zaman Türk addetmiş, Türklüğü ile iftihar etmiş ve kendisini Türk Dünyasının en büyük hükümdarı ilan etmiştir.
Aksak Timur, unvanından da anlaşılacağı üzere aksayarak yürümekteydi. Ancak bu rahatsızlığına rağmen at sırtında kazandığı büyük savaşlarla bu kusurunu bir iftihara ve unvana çevirmiştir. Timur Han’ın mezarını açan ve kemiklerini inceleyen Sovyet Antropolog Mikhail Garasimov’un yaptığı tetkiklerde Timur Han’ın kalça incinmesi sebebiyle Aksak yürüdüğü tespit edilmiş, Aksak unvanının edebi bir anlam taşımadığı anlaşılmıştır. Mikhail Garasimov’un yaptığı diğer tetkiklerde de Timur Han’ın boyunun 1.73 mt. olduğu, Elmacık kemiklerinin çıkık ve göğüs kafesinin geniş olduğu gibi bilgilere de ulaşılmıştır.
Timur Han, 1336 yılında, Semerkand yakınlarında bulunan Keş şehrinde dünyaya geldi. Bu bölge, 1300’lü yıllarda Moğol hâkimiyeti altındaydı. Tıpkı Türk Devletleri gibi Merkezi bir otorite etrafında toplanmadan bölgesel idarelerle yönetilen Maveraünnehir ve Semerkand eşrafı, yerel Türk Halkı ve Moğolların bir arada yaşadığı ve kaynaştığı bir sosyal yapı ihtiva etmekteydi. Bu yapının bir tezahürü olarak zaten Türk Kültüründen fazlasıyla etkilenmekte olan Moğollar, bölgedeki manevi atmosferin tesiriyle İslamiyet’i kabul etmeye başlamışlardı. Ortaya Türk-Moğol etnoniminde bir sosyo-kültürel yapı meydana gelmiş bulunuyordu. Timur Han, tam da bu atmosferde bağlı bulunduğu Türkleşmiş ve Müslümanlaşmış Barlas kabilesinin bir mensubu olarak Keş şehrinde dünyaya geldi.
Timur Han’ın babası Turagay, Çağataylar’a bağlı olan Barlas boyunun beyiydi. Kendiside töre gereği beyliğinin Tigin’i yani beylik veliahdıydı. Bölgede hâkim olan Moğol kökenli Çağatay Devleti, komşu devletler ile hâkimiyet mücadeleleri veriyor, bölgede idari bir düzen bulunmadığından iç karışıklıklar meydana geliyordu. Timur Han’ın doğduğu Keş şehrinin idaresi Çağatay Emiri Kazgan’ın idaresi altındaydı. Timur, oldukça genç yaşta Emir Kazgan’ın emri altına girdi. Babasının nüfusu ve kalabalık Barlas boyunun veliahdı olması hasebiyle önemli görevler üstlendi ve yetenekleriyle devlet teşkilatlanması içerisindeki mertebesi giderek yükseldi.
Timur Devletinin Kuruluşu
Timur, 20’li yaşlarına geldiğinde Semerkand Bölgesi Hanlar arasındaki mücadelelere ve iç karışıklıklar sahne oluyordu. Doğu Türkistan bölgesinde hâkimiyet kurmuş olan Moğol Hükümdarı Tuğlak Timur, bölgedeki karışıklıklara son vermek için Semerkand’a girdiğinde Timur, boyunun reisi olarak kendisine bağlılığını bildirdi. Tuğlak Timur, bölgedeki karışıklıklara son verip oğlu İlyas Hoca’yı Maveraünnehir’e Vali tayin etti ve Timur’u İlyas Hoca’nın atabeyi yaptı. İlyas Hoca Semerkand’ı zulüm ve baskıyla yönetmekteydi. Babası’nın Moğol Hükümdarı olması onu daha da pervasızca hareket etmeye sevk ediyordu. Atabey Timur, Vali İlyas Hoca’nın halk üzerinde uyguladığı zulümlere göz yummadı. Maveraünnehir emirlerinden Hüseyin ile ittifak kurdular ve bölgedeki Moğol Hâkimiyetine meydan okuyarak Horasan’a girdiler. Timur, bu hamlesi ile Moğol Hükümdarı Tuğlak Timur’a bağlılığını ortadan kaldırmış ve isyan etmiş oluyordu. Zira artık Moğol Hükümdarına bağlı bir Atabey olmakla yetinmeyecektir ve Timur Devletinin temellerini atmaya teşebbüs etmiştir.
Timur, Emir Hüseyin ile ittifak ederek Horasan’a girdiler ve bölgeyi hâkimiyetleri altına aldılar. Ancak bu ittifak uzun sürmedi. Horasan’ın idaresi ile ilgili meselelerde anlaşmazlığa düşen Emir Hüseyin ile Timur, hâkimiyeti tek başlarına ele geçirmek için Belh’de karşı karşıya geldiler. Timur, bu savaşta galip gelerek Emir Hüseyin’i Horasan’dan kovdu ve Türk Tarihinin en önemli beldelerinden biri Horasan’ın hâkimiyetini eline alarak kendisini Türk Dünyasının yegâne hükümdarı ilan etti (1369).
Timur Han, Horasan Merkezinde kurduğu hâkimiyetini kısa süre içerisinde teşkilatlandırarak tam anlamıyla bağımsız ve güçlü bir devlet haline getirdi (1370). Maveraünnehire hâkim olan Moğolların bölgeyi Valiler ve Emirler ile uzaktan yönetiyor olması hasebiyle ortaya çıkmış olan otorite boşluğu Timur Han’ın işine yaradı. Güçlü bir Merkezi bir otoriteye bağlanmak isteyen Türk ve Moğol kabileleri Timur Han’a bağlılıklarını iletmeye başlamışlardı. Bu durum Moğol Hanlığı olan Çağatay Hükümdarlığının güç kaybetmesine yol açtı. Timur Han, Birkaç yıl içerisinde Horasan ve Maveraünnehir’deki hâkimiyetini pekiştirdi ve Maveraünnehir’in yegâne hâkimi durumuna geldi.
Timur Han, Maveraünnehir bölgesinde hâkimiyetini pekiştirirken Doğu Avrupa’dan Doğu Türkistan’a kadar uzanan coğrafyaya yayılmış olan Büyük Moğol Hükümdarlığı zayıflamış, hem komşu devletlerle mücadele etmek hem de saltanat mücadeleleri ile baş etmek zorunda kalmışlardı. Moğol Hükümdarı Cengiz Han’ın torunları, Dedelerinin fethettiği coğrafyalara sahip çıkamıyorlardı. Moğolların Batı kanadını oluşturan Altın Orda devleti de Kıpçaklar, Uzlar ve Peçenekler’i yıkmış ancak bu Türk Toplumlarını bünyelerine aldıktan sonra Türkleşmeye başlamışlardı. Zaten Kültürel bakımdan Türkleşmiş olan Moğollar, yıkılan Türk Devletlerinin tebaalarını da bünyelerine katınca Devlet Teşkilatlanmasında Türklerin ön plana çıkması ile Türk-Moğol Devletlerine dönüşmüşlerdi.
Türkleşen Moğol Devletlerinden biri olan Altın Orda Devleti, Avrupa’daki krallıkların güçlenmesi ve yaşanan saltanat mücadeleleri nedeniyle zor günler geçiriyorlardı. Bu tarihlerde Moğol Hükümdarı Tuğlak Timur’un oğlu Toktamış, babasının öldürülmesi üzerine Timur Han’a sığınmıştı (1375). Timur Han, Toktamış’ı himaye edip destek verdi. Toktamış, Timur Han’ın himayesi ve desteğiyle güçlenerek Moğolların Batı kanadı olan Altın Orda Devletinin içerisinde bulunduğu iç karışıklıklardan istifade ederek Altın Orda Devletinin doğu kanadı olan Ak Orda Devletine taarruz etti (1375). Toktamış, Timur Han’dan aldığı destekle daha da güçlenerek Devletini ele geçirdi ve Türk Moğol Devleti olan Altın Orda Devletinin hükümdarı oldu (1378).
Timur Han, Maveraünnehir’deki Moğol Hâkimiyetine son vererek kendi Devletini Kurmuş, batıda ise Moğol Ardılları olan Türk Moğol Devleti Altın Orda Devletinin yeniden birleşmesini ve güçlenmesini sağlamıştı. 1380’li yıllardan sonra Maveraünnehir Moğol kimliğinden sıyrılarak Türk Yurdu haline geldi. Zira Çağatay Moğolları, bir Türk Devleti olarak ilan edilen Timur Devletinin tabiiyetini kabul etmiş, Moğollar devlet teşkilatlanması içerisinde öne çıkartılmayarak Müslüman Türk Kimliği benimsenmiştir. 1380-1390 yılları arasında süren Türkleşme, bölgeye göç eden Özbeklerin Moğol kabilelerin nüfuzlarına baskın hale gelmesiyle daha da pekişti. Kalabalık kitleleri ve güçlü ordusuyla önemli bir güç unsuru olan Özbekler, önce Azerbeycan ve Hazar bölgelerinde yaşam mücadelesi vermiş, sonrasında ise Moğolların baskılarına maruz kalarak Maveraünnehir’e göç etmek zorunda kalmışlardı. Özbeklerin Timur Han’a tabii olmaları Maveraünnehirdeki demografik yapıyı derinden etkiledi. Çağatay Moğolları, nüfus bakımından azınlık haline geldi ve Müslüman kimliklerini muhafaza eden Özbekler bölgedeki Karahanlı, Gazneli ve Selçuklu kalıntılarıyla büyük bir kitle oluşturarak zaten kültürel olarak Türkleşmiş olan Semerkand bölgesini demografik olarak da bir Türk Yurdu haline getirdi.
Maveraünnehir’in Kültürel ve Politik olarak tam teşekküllü bir Türk Yurdu haline gelmesi Timur Han’ın hâkimiyetine fevkalade katkıda bulundu. Bu tarihten sonra Timur Devleti İç Asya’nın en büyük devletlerinden biri haline gelecek, bir cihan imparatorluğu olacaktır.
Timur Devletinin Yükselişi
Timur Devleti giderek güçlenmiş ve hâkimiyeti Maveraünnehir’e sığmayacak duruma gelmişti. Timur Han, 1390 yılında Maveraünnehir dışına yaptığı ilk seferle Moğolların hâkimiyeti altındaki Harezm bölgesine taarruz ederek topraklarına kattı (1390). Evvelden beri bir Türk Yurdu olan Harezm’in yeniden bir Türk Birliği altına girmesi ile Timur Han’ın namı Osmanlı Devletine kadar ulaştı.
Harezmin alınması ile Timur Devleti Altın Orda Devleti ile komşu olmuştu. Ancak Timur Han’ın himaye ettiği ve verdiği destek ile Altın Orda Devletinin idaresini eline geçirmesini sağladığı Toktamış, Timur’un Harezm’e girmesinden ve sınırlarına dayanmasından rahatsız oldu. Üstelik Altın Orda Devletini ele geçirdikten sonra giderek güçlenen Toktamış, büyük bir kibir ile hareket etmeye ve Timur’u hakir görmeye başlamıştı.
Timur Han, Harezm’i aldıktan sonra Doğu Sınırlarında bulunan Çağatay Moğolları üzerine sefere çıktı. Toktamış, Timur ile sınır komşusu olmak istemiyordu. Üstelik bir dönem himayesi altına girdiği Timur’u alelade bir Hükümdar gibi görüyor, babasının hâkimiyeti altındaki topraklarda hüküm sürmekte olan bir hükümdar olarak addediyordu. Toktamış, Timur’un Çağatay Seferini fırsat bilerek Harezm’e girdi ve şehri kuşattı. Bu haberi Semerkand dolaylarında sefer halindeyken alan Timur Han, ordularıyla birlikte geri dönerek Harezm’e girdiler ve Ural Nehrinin batısında bulunan Kondurca’da Toktamış’ın orduları ile karşı karşıya geldiler. Timur Han, kendisini hakir gören ve himayesi ile Altın Orda Devletinin başına geçen Toktamış’ı mağlup ederek hem Harezm’i geri aldı hem de Timur Devletinin cihan hâkimiyetini başlatmış oldu (1391).
Timur Han, Harezm’den sonra önce İran’da bulunan Muzafferoğulları Devleti yıkarak İran’ı, sonra ise Celayirliler Devletini yıkarak Bağdat’ı hâkimiyeti altına aldı (1393). Timur Han sınırlarını İran, Kafkasya ve Azerbeycan’a kadar genişletmiş, Timur Devleti de bir cihan devleti haline gelmişti. Timur artık hem Altın Orda Devletini, hem Osmanlı Devletini hem de Doğu Türkistan’ın hâkimi olan Moğolları tehdit ediyor, kendisini Türk Dünyasının tek hâkimi ve hükümdarı ilan ederek tüm Türk Devletlerinin kendisine tabii olmasını emrediyordu.
Toktamış, Kondurca da mağlup olmuştu ancak vazgeçmiyordu. Zira Timur’un Azerbeycan ve Güney Hazar coğrafyasında bulunmasını kendisi için bir tehdit addediyordu. Timur Han, kendisiyle mücadele etmekten vazgeçmeyen Toktamış’a karşı büyük bir sefere çıkarak doğrudan Altın Orda Devletine taarruz etti ve Terek’e kadar ilerleyerek Toktamış’ın orduları ile mücadeleye girişti (1395). Timur, bu mücadeleyi kazanarak hem Azerbeycan ve Kafkaslardaki Altın Orda Topraklarını hâkimiyeti altına aldı hem de Altın Orda Devletinin parçalanmasına yol açtı. Altın Orda Devleti Timur’un ordularına mağlup olduktan sonra saltanat mücadelelerine sahne olarak önce bölündü, sonra ise Slav Krallıkların taarruzlarına maruz kalarak yıkıldı.
Timur İran, Irak, Azarbeycan ve Kafkaslardaki büyük kazanımlardan sonra gözünü doğu sınırlarına dikti. Hint yarımadasına kadar ilerleyerek Delhi’ye ulaştı ve Delhi Sultanlığı ile yaptığı mücadeleyi kazanarak pek çok değerli eşya, savaş aracı, savaş filleri ve değerli ganimetlerle hazinesini doldurdu (1398).
Timur Delhi seferindeyken Celayirliler kaybettikleri Bağdat’ı kuşatarak şehri tekrar geri aldılar. Timur Han, bunun üzerine ikinci Bağdat seferine çıkarak hem Bağdat’ı geri aldı hem de bölgedeki diğer bir Türk Devleti olan Karakoyunluları yıkarak Güneydoğu ve Doğu Anadolu hattını hâkimiyeti alanına aldı. Yıkılan Celayirliler Devletinin Hükümdarı Ahmet Han ve Karakoyunlu Devleti Hükümdarları Kara Yusuf Osmanlı İmparatoru Beyazıt’e sığınmışlardı. Delhi’den Anadolu’ya kadar olan coğrafyayı hâkimiyeti altına alan Timur Han’ın bundan sonraki hedefi Anadolu oldu. Selçuklu Devletinin yıkılmasından sonra küçük devletler ve beyliklerle idare edilen Anadolu Coğrafyası henüz tam anlamıyla bir Türk Birliği içerisine girmemişti. Timur, Karakoyunlu Devletini yıktıktan sonra bölgedeki Anadolu Beyliklerini kendisine bağlamış, Osmanlı Devletini de kendisine tabi kılmak için Anadolu içlerine hücum etmeye başlamıştı. Timur Han, Osmanlı Topraklarına yaptığı ilk seferde Han Sivas’a kadar ulaştı (1400). Doğu Anadolu hattında Sivas’a kadar hâkimiyeti altına alan Timur Han, Memlukların iç karışıklıklar yaşaması ve zayıflaması üzerine Suriye seferine çıkarak Halep, Hama, Humus ve Şam’ı fethetti.
Timur Han Suriye seferinden sonra Tebriz’e dönmekteyken Osmanlı İmparatoru 1. Beyazıt, kaybettiği Sivas topraklarına sefere çıkarak Sivas ve Erzurumu geri aldı. Bunun üzerine Timur, Osmanlı İmparatoru Beyazıt’a bir mektup göndererek Sivas, Erzurum ve Anadolu’daki diğer şehirlerin kendisine bağlılığını bildirmiş olan beyliklere bırakılmasını, Celayir ve Karakoyunlu hükümdarlarının iade edilmesini, Osmanlı İmparatorluğunun kendi hükümdarlığını tanımasını ve tabiiyeti altına girmesini, bu anlaşmaya bağlı kalma şartı olarak da Beyazıt’ın oğlunun kendisine rehin olarak gönderilmesini emreder bir üslup ile talep edince tarihe Ankara Savaşı olarak geçen büyük mücadelenin temelleri atılmış oldu. Timur ile 1. Beyazıt arasında gerçekleşen mektuplaşmalarda karşılıklı tehditler, ağır hakaretler ve meydan okumalar neticesinde Timur, ordusunun başına geçerek doğrudan Osmanlı üzerine sefere çıktı (28 Temmuz 1402).
Ankara Savaşı
Beyazıt’ın, söz konusu ağır taleplerini açıkça reddederek kendisini tehdit etmesi üzerine Timur, 140 Bin kişilik bir ordu hazırladı. Bu orduda Timur’a destek veren irili ufaklı 20 Sultanlıktan askerler ve Hindistan’dan temin edilen savaş filleri bulunuyordu. Beyazıt, Timur’un taarruza giriştiği haberini alınca, himayesi altındaki Türk Beyliklerinden oluşturduğu orduları hazırladı. Ancak bu ordu, Timur’un ordusunun karşısında sayıca oldukça zayıf kalıyordu. Özgün güçleri yetersiz kalınca Sırplardan asker desteği alarak ordusunun gücünü 85 Bin’e çıkartı ve Timur’un ordusunu karşılamak üzere Ankara’ya doğru harekete geçti.
Beyazıt, Ankara’ya ulaştığında Timur’un Tokat cenahına yöneldiği haberini aldı. Bunun üzerine zaten sayıca az olan ordusunun mevcut gücünü de bölmek zorunda kaldı ve yaya güçlerini dağlık bölgelerdeki stratejik noktalara yerleştirerek süvarilerden oluşan güçlerle ormanlık araziye konuşlandı. Bu hareket Timur için büyük bir avantaj sağladı. Hızlı hareket kabiliyetine sahip olan güçleri, bu mücadelede Timur’un ordusunu yenilmez kılmaya yetiyordu. Beyazıt’ın hareket düzenini ve savaş tertibatını öğrenen Timur, şaşırtmak amacıyla güçlerini güneye, Kayseri’ye doğru kaydırdı. Beyazıt, Timur’u Tokat ve Sivas istikametinden beklerken, Timur Kayseri üzerinden Ankara’ya doğru ilerleyip şehri kuşattı. Timur’un Ankara’yı kuşattığını öğrenen Beyazıt, Savunma savaşı yapacakken taarruz etmek zorunda kaldı ve büyük bir hata yaparak Temmuz ayı sıcağında ordusunu Ankara’ya yürüttü. Hem sayıca az olan hem de Temmuz sıcağında susuz ve yorgun düşen Osmanlı ordusu, Ankara’ya ulaştığında, Timur beklemediği bu manevra karşısında kuşatmayı kaldırarak daha kuzeye, Ankara Savaşının gerçekleşeceği Çubuk Ovasına çekildi.
Beyazıt, Timur’un ordusunu çok hızlı bir şekilde takip ederek kuzeye yöneldiğinde Timur ordusunu emniyetsiz ve askerlerin istirahat ettiği bir anda yakaladı. Ancak Beyazıt’ın ordusu yoğun sıcak altında sürdürdüğü sürek takip sonrasında yorgun düşmüş ve susuz kalmıştı. Durumu mahiyetiyle istişare eden Beyazıt, hemen taarruz edip sonuç alma tekliflerine karşın, bu hareketin mertçe olmayacağını düşünerek askerlerini dinlendirmeyi tercih etti. Nihayet Timur, Beyazıt’ın geldiğini haber alınca ordusunu teyakkuza geçirip savaş tertibi aldı. Osmanlı ordusu da istirahat edip su ihtiyacını giderdikten sonra savaş düzeni alarak hazırlıklarını karşılıklı olarak tamamlanmasını beklediler.
İki tarafta tüm hazırlıklarını tamamlayıp 28 Temmuz sabahı, sabah namazından sonra savaş düzeni aldılar. Beyazıt, Niğbolu savaşında kullandığı Kurt Kapanı (Hilal) taktiğini uygulamak için ordunun en önünde yer aldı. Beyazıt, kendisine bağlı Azaplarla birlikte çalılık ve otluk bir düzlük üzerinden hücum ederek ilk taarruzu başlattı. Ancak bodur ağaçlar ve çalılıklar, ileri taarruz için hızı yavaşlatan bir etkendi. Öncü kuvvetlerin taarruza kalktığını gören Timur, ilk karşılığı okçularla verdi. Timur’un ordusundan gelen yoğun oklar, çalılıklar ve otluklar sebebiyle yavaşlayan Azaplar üzerinde etkili olunca Azaplar, ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı. İlk hamlesi başarılı olmayan Beyazıt, Yeniçeriler ve Sipahilerden oluşan güçlerine taarruz emri verdi. Timur, ilerleyen yaya kuvvetlerine karşı savaşçı fillerini ve ormanlık alan içerisinde gizlenen süvarileri görevlendirince avantaj yine Timur’un güçlerinin eline geçti. Mirah Şah’ın birlikleri de Süleyman Çelebi komutasındaki birliklerin üzerine taarruz edince zor durumda kalan Süleyman Çelebi birliklerine Merkez güçte yer alan Yeniçeriler yardıma gitti. Sayıca az olan Osmanlı ordusu, Yeniçerilerin ordu merkezinden ayrılmasıyla ikiye bölündü ve Timur’un savaşçı filleri daha da ileri sürmesiyle sağdan, soldan ve ön cepheden hücum eden güçlere karşı yeterli direnişi gösteremedi. Üstelik Osmanlı ordusu, savaşçı fillerle ilk kez karşılaşıyorlardı. Fillere karşı nasıl bir taktik izleyeceğini bilmeyen Osmanlı ordusu, karşı koyulmaz fillerin taarruzları karşısında disiplin ve düzenini kaybetmeye başlamıştı.
Bunun üzerine Beyazıt, büyük bir hata yapıp kurt kapanı taktiğini tekrar uygulayarak Sipahilerle Filleri karşı karşıya getirdi. Savaşın en kanlı ve şiddetli anı o andı. Yeniçerilerin ok atışları ve Sipahilerin başarılı taarruzlarıyla Filler etkisiz hale getirilebilmişti ancak hem Sipahiler, hem Yeniçeriler çok ağır kayıplar verdiler. Fillerinin devre dışı kaldığını gören Timur, Şeyh Ömer Mirza komutasındaki birliklerini Yeniçerilerin üzerine gönderdi. Beyazıt, bu hamleye karşılık olarak Anadolu beyliklerinden toplanan Askerleri ve Kara Tatarları takviye etti. Ancak Kara Tatarlar, Timur ile savaş öncesinde anlaşmışlardı. Yeniçerilerin yanına gitmek yerine Rumeli ve Sırp askerlerinin arka cenahından ok atışlarıyla arkadan saldırdılar. Miran Şah ile Süleyman Çelebi birliklerinin arasında geçen çarpışmalarda takviye olarak gelen güçlerden Anadolu Beylikleri taarruz etmekteyken, Timur’un ordusuna bağlı Anadolu Beylikleri kendi bayraklarını açınca Beyazıt’a bağlı Anadolu beylikleri de Timur’un ordusundaki Anadolu Beyliklerinin safına geçerek Osmanlı ordusundaki dengeleri alt üst ettiler. Yeniçeriler ve Rumeli birlikleri, önce Kara Tatarlar, sonrasında Anadolu Beyliklerinin Timur’un safına geçmesiyle savaş alanındaki inisiyatiflerini kaybederek ağır kayıplar vermeye başladılar. Rumeli ve Sırp birlikleriyle Yeniçeriler dışındaki güçlerin kendilerine sırt çevirip Timur’un tarafına geçmesiyle Beyazıt tam anlamıyla sükûtu hayale uğradı. Osmanlı ordusunda, yalnızca Yeniçeriler ev Rumeli-Sırp birlikler Beyazıt’a sırt çevirmemiş ve savaşın sonuna kadar mücadele etmişlerdi.
Adım adım mücadeleyi kaybeden Osmanlı ordusu, mağlup olunan cephelerden çekilmeye başladılar. Timur, son emrini vererek Beyazıt’ın sağ ele geçirilmesini emredince sonuç almak için son taarruz başladı. Vezirler İsa Çelebi, Süleyman Çelebi, Mustafa Çelebi ve Mehmet Çelebi, kuşatmayı yararak kaçmayı başardılar. Şehzadelerin kaçtığını fark eden Sırp Birliklerinin komutanı ve Beyazıt’ın kayınbiraderi olan Stefan Lazareviç, Beyazıt’a çekilmesi için tavsiyede bulunsa da, Beyazıt mücadele etmeye devam etti. Çatalpete’de emrinde 300 kişilik askeriyle atının sırtında çarpışarak Timur tarafından yakalandı ve esir edildi ve Ankara Savaşı, Osmanlı Devleti için büyük bir hezimet olarak tarihe maloldu.
Timur Devletinin Zayıflaması
Timur Han, esas emeli olan Tüm Türk Devletlerini bir araya getirme ülküsüne ulaşmak üzereydi. İç Asya’daki Tüm Türk toplumları hâkimiyeti altına girmiş, Tüm Türk Yurtları Timur Devletine tabi olmuş, Asya’da kendisine meydan okuyabilecek bir güç kalmamıştı. Kendisine Tabi olmayan tek Türk Toplumu ve Devleti olan Osmanlı İmparatorluğu da dize getirilmiş, hâkimiyeti altında olmayan tek Türk Yurdu olan Anadolu Toprakları Ankara Savaşı ile ayaklarının altına serilmişti. Artık tek hedefi Türklerin en eski düşmanı olan Çin’di.
Timur, Çin seferine hazırlanmak üzere Semerkand’a geçerek uzun sürecek savaş hazırlıklarına başladı. Timur’un en büyük hayali olarak ifade ettiği Çin Seferinin hazırlıkları tamamlanmak üzereyken 69 Yaşında, Otrar şehrinde vefat etti (1405). Öldüğünde Devletinin sınırları Delhi’den Bursa’ya, Arap yarımadasından İrtiş Nehrine kadar uzanan muazzam bir coğrafyayı kaplamış durumdaydı.
Timur Han’ın ölümü üzerine tüm Türk Devletlerinde meydana geldiği gibi saltanat mücadeleleri baş gösterdi. Timur Han, ölmeden önce ölen oğlu Cihangir’den olan torunu Pir Muhammed’i veliaht tayin etmişti. Ancak diğer oğulları Miranşah, Şahruh ve torunları Pir Muhammed’in hâkimiyetini tanımayarak saltanat makamına geçebilmek için büyük mücadelelere giriştiler. Bu mücadeleler neticesinde tek bir hükümdar etrafında toplanamayan saltanat makamı bölündü. Timur’un torunu Muhammed Semerkand’da, esas veliaht Pir Muhammed ve diğer torunu İskender İran’da, Miranşah Bağdat ve Azerbeycan’da, Şahruh ise Horasan’da tahta çıktılar.
Veliahtların bu mücadelesi büyük Timur Devletini tek merkezli bir otorite olmaktan çıkartarak parçalı ve birbirleri ile mücadele eden parçalardan oluşan yönetimler şeklinde bölmüştü. Timur Han’ın 34 yıl boyunca verdiği mücadele ve elde ettiği başarılar oğulları ve torunları tarafından ziyan edilmişti. Bu tarihten sonra bölünüp parçalanan Türk Toplumları varlıklarını uzun süre devam ettiremeyerek yıkıldılar ve tarih sahnesinden silindiler.
[h3] Şahrun Dönemi (1405 – 1447)
Büyük Timur Devletinin ardıllarından varlığını en uzun sürdürebilen veliaht Şahruh olmuştur. Diğer veliahtlar makam ve saltanat için giriştikleri ayrılık hareketleri neticesinde hüsrana uğrayarak tarih sahnesinden silinirken Şahruh, Horasan’daki hâkimiyetini koruyabilen tek veliaht olmuştur. Şahruh, diğer varislerin idare ettiği coğrafyaların bir bölümünü tekrar hâkimiyeti altına almayı başardı ve ülkenin dirliğini yeniden sağladı. Hatta Orta ve Güney İran topraklarına taarruz ederek hâkimiyet alanını genişletti ancak Timur Devletinin zayıflamasını yavaşlatsa da devleti yıkılma sürecinden kurtaramadı. Zira Timur Han döneminde sahip olunan geniş topraklar eski sahipleri tarafından tehdit ediliyordu. Kafkaslar Moğol Ardılları ve Slavların desteklediği Gürcüler tarafından taarruzlara maruz kalıyordu. Osmanlı’nın dostluğunu ve desteğini kazanan Celayirliler Bağdat’ı, Karakoyunlular ve Akkoyunlular Doğu Anadolu hattını geri almak için mücadele ediyorlardı. Memluklardan alınan Suriye toprakları kaybedilmişti. Çağatay Moğolları ise giderek güçleniyor ve önemli bir tehdit unsuru haline geliyorlardı.
Şahruh, tüm zorluklara rağmen 42 yıllık hâkimiyeti döneminde devletini ayakta tutmayı başardı. Ancak Timur Han dönemindeki gücünü yeniden toparlaması mümkün olamadı. Şahruh, 1447 yılında vefat edince Timur Devletinin sonunu hazırlayan Saltanat mücadeleleri yeniden ortaya çıktı.
Uluğ Bey Dönemi (1447 – 1449)
Şahruh’dan sonra yerine oğlu Uluğ Bey geçmişti. Uluğ Bey, saltanatın diğer varisleriyle mücadele etmek zorunda kaldı. Bu mücadelelerde başarısız olmasa da saltanat makamını tehdit eden varisler Devletin zayıflamasına ve güç kaybetmesine neden oluyordu. İç meseleler yüzünden devletin idaresi zayıflamıştı. Bu sebeple başkaldıran ve Ülkenin Batı sınırlarında tehdit oluşturan Akkoyunnular ile Karakoyunlular’a karşı mücadeleler zayıfladı. Bunun yanında ülkenin doğuda güçlenen Çağataylar Maveraünnehir’e yeniden hâkim olabilmek için taarruzlara girişiyor ve önemli bir tehdit unsuru oluşturuyorlardı. Tüm bu dış tehditlere karşı koyamayan Uluğ Bey, yükselen iç tehditler neticesinde saltanat makamını kaybetti ve yerine kardeşi Ebu Said saltanat makamına geçti (1449).
[h3] Ebu Said Dönemi (1449 – 1469)
Ebu Said döneminde Timur Devleti tam anlamıyla çözülme sürecine girdi. Anadolu toprakları kaybedildi, Kafkaslar’daki Timur hâkimiyet ortadan kalktı ve Maveraünnehir Özbek toplumların yoğun göçlerine maruz kaldı. Kalabalık Özbek toplumları, Timur Han döneminde başlayan göç dalgalarını Ebu Said Döneminde hızlandırarak kalabalık kitleler halinde Maveraünnehir’e yerleştiler. Özbeklerin zayıflamış olan Timur Devletinin saltanat makamı üzerindeki etkileri derin oldu. Devlet idaresinde giderek daha çok söz sahibi olmayan başlayan Özbekler, Timur Ordusu içerisinde de daha geniş yetkiler aldılar ve siyasi olarak inisiyatifi ele geçirmeye başladılar.
Ebu Said, Maveraünnehir ve Horasan bölgelerinde sarsılan hâkimiyetini sağlamlaştırmak amacıyla Batı Sınırlarındaki Akkoyunlular ile Karakoyunlular üzerine sefere çıktı. Batı sınırlarındaki tehdidi bertaraf etmesi hâkimiyetini güçlendirecek, Merkezi otoritesi de sağlamlaşacaktı. Ancak bu sefer umduğu gibi sonuçlanmadı. Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan ile Herat’da yaptığı savaşı kaybeden Ebu Said’in itibarı sarsılmıştı. Saltanat varislerinin bu durumdan istifade ettiler. Timur’un torunu Mirza Baykara’nın oğlu Hüseyin Baykara, Herat’ı ele geçirerek Saltanat makamına yerleşti (1469). Ebu Said bu mağlubiyetten kısa bir süre sonra vefat etti.
Hüseyin Baykara Dönemi (1469 – 1507)
Hüseyin Baykara, hem zeki ve yetenekli bir hükümdar hem de büyük bir şairdi. Genç yaşta Herat Emiri Ebul Kasım Babür’ün hizmetine girmişti. Çok iyi bir öğrenim görerek devlet teşkilatlanması üzerine tecrübeler edindi. Emir Ebul Kasım’ın vefatı üzerine Merv’e geçmiş, burada Merv Emiri Muizüddin Sencer’in kızı ile evlenerek nüfuz kazanmıştı. Burada kazandığı nüfuz ile Maveraünnehir’de güçlenen Özbeklerden destek alarak Özboy dolaylarında küçük bir bölgenin hâkimiyetini ele geçirdi. Ebu Said, aynı tarihlerde Akkoyunlular üzerine taarruz etmiş ve Herat’da yenilince itibarını kaybetmişti. Hüseyin Baykara, bu durumdan istifade ederek Herat’ı ele geçirdi ve Timur Devletinin saltanat makamına yerleşti (1469).
Hüseyin Baykara, saltanat makamına geçtikten hemen sonra Ebu Said’in oğlu Yadigâr Mirza ile mücadeleye girişti. Yadigâr Mirza, babasının saltanatı kaybetmesine sebep olan savaşın tarafı Akkoyunlular ile ittifak kurarak Herat’a girdiler. Hüseyin Baykara, bu taarruz karşısında zor duruma düştü. Saltanat makamını bırakarak geri çekilmek zorunda kaldı ancak 350 askeriyle birlikte bir gece baskını yaparak saltanat makamını tekrar ele geçirdi (24 Temmuz 1470).
Baykara, saltanatını korumuştu ancak dış tehditlerin yanı sıra büyük bir iç mesele haline gelen Özbeklere karşı yeteri kadar güvence altında değildi. Özellikle Şeybaniler olarak anılan Kuzey Özbekleri Saltanat merkezi için büyük bir tehdit oluşturuyorlardı. Şeybaniler üzerine yaptığı başarılı seferlerle bu tehlikeyi bertaraf etti ve Ceyhun Nehri boyunca konuşlu bulunan önemli kaleleri güçlendirerek aktif hale getirdi.
Hüseyin Baykara, Özbek tehdidine karşı topraklarını başarıyla korudu. Ancak Timur Devleti cihan hâkimiyetini kaybederek küçülmüş, toprakları Horasan ve Doğu İran coğrafyasından ibaret hale gelmişti. Hüseyin Baykara’nın askeri ve idari yetenekleri Timur Devletini en zor zamanında yıkılmaktan kurtarmıştı. Saltanat makamı için en büyük tehdit unsuru olan Özbekler bastırılmış, Anadolu hattından vazgeçilmiş olsa da Maveraünnehir bölgesindeki hâkimiyet güçlenmişti.
Devlet idareciliğindeki başarıları, zekâsı ve güçlü kişiliğiyle 38 yıl boyunca Timur Devletinin hükümdarlığını üstlenen Hüseyin Baykara, devlet adamlığı dışındaki en önemli meziyeti olan edebi kişiliği ile ön plana çıktı. 1480’li yıllardan sonra Timur Devleti tam anlamıyla bir kültür ve medeniyet yurduna dönüştü. Bu tarihlerde Türk Edebiyatı yalnızca Osmanlı’da yükseliyordu ve Osmanlı dönemindeki edebiyat akımları Farsçanın ve Fars kültürünün etkisi altındaydı. Oysa Hüseyin Baykara, tüm şiirlerini Türkçe kaleme alıyordu ve Herat’da tam anlamıyla bir Türk Kültürü şahlanışı yaşanıyordu. Bilim adamları, şairler, sanatçılar ve din adamları için Herat bir ilim akademisi haline gelmişti.
Yıkılmak üzere olan Timur Devletini yeniden ayağa kaldıran Hüseyin Baykara, dış ve iç tehditleri bertaraf ettikten sonra edebiyata ve sanata önem vererek ülkenin idaresini, valiler olarak atadığı oğulları üzerinden gerçekleştiriyordu. 1400’lü yılların sonuna doğru gelindiğinde yaşı ilerlemiş olan Hüseyin Baykara, devletin idaresini teslim ettiği oğulları ile anlaşmazlıklar yaşamaya başladı. Kendisinin vefatı ile saltanat mücadelesi içerisine girmeye hazırlanan oğulları devletin idaresinde daha çok söz sahibi olmaya çalışıyor, kimi zaman itaatsizlik yaparak öne geçmeye çalışıyorlardı. Bu anlaşmazlıkların en önemli aktörü Hüseyin Baykara’nın büyük oğlu Bediüzzamandı.
Bediüzzaman, babasının makamına geçmek için onun ölümünü beklemeden henüz hayattayken makamına geçme niyeti taşıyordu. 1499 yılında ilk teşebbüsünü gerçekleştirdi ve Herat’ı kuşatarak babasını tahttan indirmeye teşebbüs etti. Bediüzzaman’ın bu girişimi sonuçsuz kaldı ancak saltanatın otoritesi sarsılmıştı. Uzun yıllardır Devlet için bir tehdit unsuru olan ve kontrol altında tutulan Özbekler, iç karışıklıkların çıkması üzerine yeniden ortaya çıktılar ve isyan hareketleri içerisine giriştiler. Ayrılıkçı faaliyetler yürüten Özbeklerin çıkarttıkları sorunlar iç karışıklıkların ortaya çıkması sebebiyle uzun yıllar boyunca çözülemedi. Hüseyin Baykara, uzun yıllardır devam eden huzur ortamını bozan iç karışıklıkları ve bu iç karışıklıkları fırsat olarak değerlendirip ortaya çıkan Özbekleri bastırmak ve yeniden itaat altına almak amacıyla 1506’da sefere çıktı. Ancak ilerleyen yaşı hasebiyle bu seferi tamamlayamayarak sefer yolculuğu esnasında vefat etti (1506).
Timur Devletinin Yıkılması (1507)
Hüseyin Baykara’nın ölümü üzerine yerine büyük oğlu Bediüzzaman geçti. Kardeşi Babür ile güçlerini birleştirerek yarım kalan Özbek seferini tamamlamak için uğraştılar ancak başarılı olamadılar. Bunun üzerine Özbekler Herat’a girdiler ve şehrin hâkimiyetini ele geçirdiler. Bediüzzaman ve Babür ise ordularını dağıtarak mağlubiyeti kabul ettiler (1507).
Timur Devletinin yıkılması ile hâkimiyet alanlarını sahiplenen Özbekler, devam eden yıllarda bölgenin yegâne hâkimi durumuna geldiler. Bölgedeki Türk Halklarını da tabiiyeti altına varlıklarını günümüze kadar devam ettirdiler.