Irkçılık, Milliyetçilik, Faşizm, Şövenizm, ve sair diğer pek çok mefhum. Sosyopolitik derinlikleri anlaşılmadan idrak idelemeyecek ama ucuz cümlelerin pelesenki haline getirilmiş bu kavramları ve kişiliğimize tesir eden noktalarını irdeleyeceğiz. Hazır olun; kendinizle yüzleşeceksiniz.
Sırasıyla önce Irk'ın ne olduğunu, nasıl ortaya çıktığını, Irkçılığın ne zaman ortaya çıktığını, milliyetçilik ve ırkçılık arasındaki nüansları ve Türklerin bu kavram karmaşası içerisindeki Sosyopolitik algısını anlatacak ve anlamlandıracağız.
Irk Nedir, Millet Nedir?
En temel anlamıyla insanların etnik kökenlerine göre kategorize edilmesidir. Etnik-Etnisite nedir? Bir insan topluluğunun birbirleri ile Kan-Kültür-Din-Dil bağı ile bağlı olmasını tanımlayan kavramdır. Sis bulutları hemen dağılverdi değil mi. Kavramlar bu kadar açık ve net. Türkçeleştirelim; Irk Millet, Etnik Milli demektir (Çok da Türkçe olmadı aslında).
Şimdi işler karışacak ama...
Peki millet ne demek? Aslen Süryanice (Aramice) olan bu kavram, Arapça'da aynı din ve mezhepten olan topluluk anlamına gelir. Kan-Kültür-Dil gibi bir bağ mevzu bahis edilmez. Yani Millet kavramı bizim anladığımız anlamda Millet anlamına gelmiyor. Hatt alakası bile yok, biz bu kavramı manüpile etmişiz.
Özetleyelim; Irk, sanıldığı gibi sadece kan bağını ifade etmez. Yani bizim Millet olarak kullandığımız kavramın karşılığı aslında Irk, Milliyetçilik olarak tasavvur ettiğimiz kavramı karşılayacak anlam bütünlüğü ise Irkçılıktır. Milliyetçilik ise aslında dincilik-mezhepçilik anlamına gelir. Kısaca Irkçıyım demek bugünkü algımızla milliyetçiyim demektir. Milliyetçiyim demek ise aslında dinci-mezhepçiyim demektir.
İlk gerçeği yüzünüze çarpalım; Kendinize bu güne kadar Milliyetçi dediyseniz artık Irkçıyım demek zorundasınız. Doğru kavram bu. Kedinizi Dinci-Mezhepçi olarak addediyorsanız Milliyetçiyim diyebilirsiniz tabi.
Bir de şu Faşizm kavramına el atalım. Mevzubahis sosyopolitik kavramların Faşizm ile kuramsal bir ilgisi yoktur. Faşizm, roma döneminde kullanılan "birlikten kuvvet doğar" anlamına gelen edebi bir ifade olan fasces'den gelir. Vaktiyle İtalya Başbakanı olan Mussolini'nin kurduğu partisinin, bizdeki beyaz güvercin, kır at gibi alelade bir sembolüdür. Birine faşist derseniz, aslında ona filanca partili demiş olursunuz. Yani doğru kavram faşizm de değil.
Ne olamdığını söyledik. Peki bugüne kadar Irk, Irkçılık gibi kavramlarla tasavvur ettiğimiz kan-gen ayrımcılığını ifade edecek kelime nedir? Uluslararası literatürde Racist (Resist) kavramı kullanılır. Türkçeleştirmeye çalışırsak Tipçi gibi bir kelime çıkar ama bizde zaten bu kavramı karşılayacak bir kelime mevcut; Ayrımcı.
Yanlışları dolaştık, şimdi doğruya ulaşıyoruz. Meselenin karekökü şu iki nüans; Kendi kavmini üstün, diğer kavimleri aşağılık görmek.
Kişi kendi kavmini üstün görebilir. Bu doğaldır. Örnek olarak, bir toplumun mensubu olmaktan gurur duyabilirsiniz. Hangi Türk, Türk olmaktan gurur duymaz mesela? Pekala bir alman, tarihiyle iftihar edebilir. Yahut bir ingiliz geçmişte atalarının başardıklarıyla kendi toplumunu daha alî addedebilir. Bu gayet insani, gayet fırti bir hissiyattır. Burada esas mesele diğer kavimleri aşağılık görmekle ilgilidir. Aşağılık olan kavimlere karşı kin beslemek, onları zararlı ve aşağılık birer mahluk kabul ederek yoketmeyi haklı görmek/göstermek işin kirli yüzüdür. Ki; bu kirli hissiyatın Irkçılık ya da Milliyetçilik ile herhangi bir ilgisi, münasabeti yoktur. Bu kirli ruh halini aşkta, ticarette, siyasette ve daha pek çok beşeri sahada örneklendirebiliriz. Bu kirli bir his, hastalıklı bir ruh halidir. Ama Irkçılık yahut Milliyetçilik değildir!
Yazılarımda, riyadan uzak durmak için dini-itikadi yorumlara pek yer vermemeye çalışırım. Ama tam da bu konuda, fevkalade isabetli, üzeride makaleler yazılabilecek kadar sosyopolitik derinliğe sahip bir hadisi mevzubahis edeceğim.
Nebi Efendimiz (S.a.v.) kendisine "asabiyet nedir" diye sorulduğunda şu yanıtı verir;
"Kişi kavmini sevmekle kınanamaz. Asabiyet, kişinin kavminin yaptığı zulme yardımcı olmasıdır"
Bu açıklamayı bir dini referans olarak almayanlar sosyopolitik bir felsefi açılım olarak da düşünebilirler. Burada asabiyet olarak geçen ifade, arap kavminde kabilelerin birbirlerini hor görmesi, kendi kabilesinden olmayanları aşağılamasını ifade eden edebi bir kavramdır. Bu kirli ruh haliyle kabileler yüzlerce yıl birbirlerini hakir görmüş ve bu ruh haliyle savaşmışlardı.
Aslında Hepimiz Irkçıyız
İrkilmenize gerek yok, bu tabiatımız gereğidir. Türkler, tarihleri boyunca toplumsal mevcudiyetlerine kutsiyet atfetmiş, benliğini toplumunun bir parçası olarak addetmiş, var olabilmek için toplumuna bağlı kalmak gerektiğini, neslinin istikbalini de toplumunun istikbaliyle mümkün olacağını düşünmüştür. Bugün de böyle düşünmüyormuyuz zaten? Her Türk'ün asker doğması bu münasebetledir.
Kıyas yaparak anlatalım mesela. Bir karınca kolonisini düşünün. Karınca tek başına bir gelecek düşünemez. Onun geleceği ancak kolonisinin geleceği ile mümkündür. Kolonisinin varlığı söz konusu olduğunda kendi bedenini ne denli önemsiz hissettiğini tasavvur edin. İşte bu ırkçılıktır. Hiçbir karınca kolonisi, diğer karıncaları daha basit, daha aptal yahut daha pespaye görmezler. Savaşırlar, birbirlerinin topraklarını ele geçirmeye çalışırlar, ancak tüm bu eylemleri yeryüzünden aşağılık bir karınca ırkını temizlemek değil kolonilerinin istikbali için hakimiyet alanlarını genişletmek içindir.
Hayatımıza dokunan bir örnek daha verelim. Ölüm, en elim duygulardan biridir mesela. Yakın bir akrabamızın ölümü bizi ne denli üzer? Günlerce etkisinden kurtulamayız değil mi. Ama alt komşumuz öldüğünde üzülür, muhtemelen sonraki gün unuturuz. Aynı sokakta oturan yaşlı amca vefat ettiğinde bu üzüntümüz birkaç saate düşer. Aynı mahallede oturduğumuz birinin ölümü zihnimizi birkaç dakika meşkul eder. Haberlerde izlediğimiz bir kaza haberine birkaç saniye üzülürüz. Yurtdışıda yaşanan bir ölüm haberinin ise bizim için haber değeri bile yoktur.
Sosyokültürel dokumuz ne kadar sıkı, ne kadar yakın ise hislerimizde o denli temas halindedir. İçinde bulunduğumuz kollektif halkalar ne kadar yakınsa iyi-kötü hislerimiz de o denli yoğun ve samimi olur. Bu nedenle alışveriş yapacağımız bakkalı kendimize ne kadar yakın hissedersek ondan alışveriş yapmaya o kadar meyilli oluruz.
Yaratılış teknolojimiz ve bedenimize programlanan alt belleğimiz olan iç güdülerimiz bizi Irkçı yapıyor. Doğarken içinde bulunduğumuz kollektif bilince bağlı olmaya programlanıyoruz ve natürel birer Irkçı oluyoruz. Eğer sonradan Küreselci, Dünya Vatandaşı, Hümanist yahut sair marjinal fikirlerle empozisyona maruz kalmadıysak Irkçı olarak yaşamaya devam ediyoruz.