Etnik Unsurların Ortaya Çıkışı ve İlk Irklar
Günümüzden 50 Bin yıl kadar öncesinde, yani Asya’ya ayak basıldıktan 20 bin yıl sonra İnsanoğlunun sayısı yüzbinlerle ifade edilebilir hale geldi. Geniş tabi imkanlar ve göçün kolaylaşmasıyla Dünya’ya yayılan insanoğlu lokalleşmeye ve farklı dilleri konuşan farklı topluluklar haline gelmeye başladılar.İşte bu ayrışma ve bölgesel kümeleşme, biyolojik etkenlerin tesir etmesine ve etkileşimlere zemin hazırlayacaktır.
Tüm insanlık aynı soydan geliyorsa neden birbirimizden farklıyız? Bu soru kuşkusuz çoğu insanın zihninde belki yersiz ama cevabı merak edilen bir soru. İnsanoğlu, kökeninde tek bir tip insan topluluğundan türemişse fiziksel ve genetik olarak nasıl bu denli farklı ve çeşitli olabiliyorlar sorusunun yanıtlarını araştıracağız.
Dünya, milyonlarca yıl önce ortaya çıkan ilk canlı hücre ile canlıların yaşam alanı olmaya başladı. Aradan geçen milyonlarca yıl canlıların çeşitliliğini arttırdı ve o kutsal kıvılcım ile insanoğlu ortaya çıktı. Zaman içerisinde sayıları arttı, yaşadıkları coğrafyaya sığamadılar ve göç ettiler. Bu göç hareketleri ile dağınık coğrafyalarda kendilerine has kültürel ve genetik özellikler kazanarak kendi etnik varlıklarını ortaya çıkarttılar.
İlk İnsanlar (100.000 – 70.000 yıl önce)
İnceleyeceğimiz tarih süreci, günümüzden 100 bin yıl öncesine kadar geriye gidecek. Günümüz imkanlarıyla yapılan araştırmalar gösteriyor ki insanoğlunun ilk ataları günümüzden 100 bin yıl kadar önce ortaya çıktılar. Her ne kadar bilim dünyası, insanlığın kökenini 200 Binli yıllara kadar götürse de Cromagnon (Kromagnum) adını verdikleri canlıları insan olarak telafuz etmekten kaçınırlar. Bu nedenle bilimsel ihtilafa girmeden insanoğlunun günümüzden 100 Bin yıl önce yaşadığına dair kanıtlara itibar ederek bu tarihi 100 Bin yıl öncesi olarak düşünebiliriz.
Sayıları birkaç bin olarak düşünülen bu küçük insan topluluklarının Afrikanın Güneyinde ortaya çıktığı kesinleşmiştir. Bu topluluk, 100 Bin yıl kadar önce Güney Afrika sahillerinde kendilerine yaşam alanı oluşturdular. Daha çok mağara ve oyuklarda küçük topluluklar halinde yaşayarak tabiatın imkanlarıyla varlıklarını uzun bir süre koruyabildiler. Bugünkü Afrika yerlilerinin ataları olan bu ilk insan topluluğu, zaman içerisinde çoğalarak göç etme ihtiyacı hissettiler. Binlerce yıl sürecek bu göç hareketleri, henüz tekerleğin bulunmadığı, hayvanların evcilleştirilmediği dönemin imkanlarıyla kısa ve küçük hamlelerle gerçekleşti. Bir bölümü Güney Afrikada kalan, diğer bölümü kuzeye doğru göç eden ilk insan topluluklarının göç yolları yine Afrika sahilleri olmuştur. Güney Afrika’nın doğusundan Kızıl Denize doğru uzanan göç yolculuğu günümüzden 70 Bin yıl öncesine kadar devam etti. Ancak bu göç yolculuğu Afrika’nın kuzeyinde sona erecektir. Zira henüz buzul çağının etkisinden kurtulamayan yerküre’nin Kuzey bölgeleri buzullarla kaplı olmasına rağmen Afrika’nın kuzeyinde çöl iklimi hakimdi. Kuzey Afrika’nın neredeyse tamamında etkili olan çöl iklimi ilk insan toplulukları için aşılması imkansız bir engel teşkil ediyordu. Daha fazla kuzeye ilerleyemeyen topluluklar için yeni bir yol alternatifi daha vardı. Arap yarımadası.
Günümüzden 70 bin yıl önce buzul çağının etkisiyle sular daha sığ ve karasal sınırlar daha yakındı. Bugün Afrika ile Arap yarımadasını birbirinden ayıran Kızıl Deniz’in en yakın noktası Aden Körfezi ile Kızıldeniz’i ayıran darboğazdır. Günümüzde 30 kilometre uzaklıkta bulunan bu boğaz, şüphesiz buzul çağının etkili olduğu tarihlerde, suların daha sığ olması sebebiyle birbirlerine çok daha yakındı. Bu sığ boğazdan yürüyerek geçebilen ilk insan toplulukları artık yeni bir adaya ayak bastılar. İnsanoğlu için dönüm noktası da işte bu göç hareketidir.
İnsanoğlunun Yeryüzüne Yayılması
Güney Afrika’dan yola çıkan ilk insan topluluklarının bir kısmı Güney Afrika’da kaldı, diğer kısmı Göç yolculuğuna başlayarak Arap yarımadasına ulaştı. Günümüzden 70 Bin yıl önce başlayan bu yolculuk şüphesiz mutlu sonla bitti ve insanlık tarihi için yeni bir başlangıç oldu. Arap yarım adasına ayak basan topluluklar, yine güney sahillerini takip ederek Asya’ya ulaştılar.
Dünya tarihi şunu açıkça kabul etmiştir ki ; Dünyanın ilk medeniyetleri ve kültürleri Asya’da ortaya çıkmıştır. Zira Afrika’dan sonraki ilk durak olan Asya, geniş bozkırları ve zengin tabiatıyla insanoğlu için muazzam bir yaşama imkanı sağlamıştır. 70 Bin li yıllarda Asya’ya ayak basan insanoğlu, 60 Binli yıllara gelindiğinde çoğalarak Asya bozkırlarında geniş insan kütleleri haline geldiler. Afrika’dan Arap yarım adasına, oradan da Asya’ya ulaşan insan kütleleri, Asya’dan Dünyanın tüm diğer kıtalarına da ulaşma şansı buldular. Böylelikle 70 Bin’li yıllarda başlayan güç hareketi 10-20 bin yıl içerisinde Dünyaya yayılarak günümüz insanlarının ilk atalarının ilk medeniyetleri kurmalarına ön ayak oldu.
Günümüz teknolojilerinin sağladığı imkanlarla onbinlerce yıl önce gerçekleşen bu göç hareketlerinin izlerine ulaşabiliyoruz. Yapılan çalışmalar ortaya koymuştur ki Dünya toplulukları bulundukları coğrafya’ya Asya’dan göç etmiş ve Buzul Çağının etkisini kaybetmesi ve suların yükselmesiyle kıtalar göç hareketlerinden sonra ayrılmıştır.
Etnik Farklılıkların Ortaya Çıkışı
Onbinlerce yıllık serüveninin neticesinde bugün 72 ayrı etnik topluluk haline gelen insanoğlu, nasıl oldu da farklı dil ve genetik yapıya sahip hale geldiler? İşte tamda bu sorunun yanıtına ulaşacağız.
Bahsettiğimiz üzere Afrika’da ortaya çıkan ilk insan toplulukları günümüz insanlarına göre hem kültürel hem de sosyolojik açıdan çok daha ilkel durumdaydılar. Sayılarının az olması ve tabi imkanların kısıtlı olması sebebiyle hayatta kalma mücadelesinden yenilikler üretmeye imkan bulamamışlardı. Birbirleriyle anlaşmak için gırtlak sesleriyle konuşarak kısıtlı ifadeler kullanabilen bu ilk insan toplulukları bu özelliklerini Asya kıtasına ulaşana dek kayda değer şekilde geliştiremediler. 70 Bin yıl önce Asya’ya ayak basan ilk insan kütleleri halen gırtlak sesleriyle çok kısıtlı ifadeler kullanarak anlaşabiliyorlardı. Yeni kıtanın sunduğu geniş imkanlar ve buzul çağının etkisini giderek kaybetmesiyle ortaya çıkan verimli yaşam alanları bu insan kütlelerinin hızla çoğalmasına imkan sağladı. Sayıları hızla artan topluluklar, zengin tabiatın imkanlarından daha fazla faydalanmak için Göç yolculuklarına devam ettiler. Bulundukları alandan dünyanın dört tarafına rastgele gerçekleşen bu göç hareketleriyle insan toplulukları birbirlerinden ayrılmaya başladılar. Mesafelerinde etkisiyle birbirlerinden kopan insan kütlelerinin, artan sayılarına paralel olarak ortaya çıkan “Anlaşma” ihtiyacı, lokal ifadelerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Gırtlak sesleriyle kısıtlı ifadelerden ibaret olan “İlk Ortak Dil”, yetersiz kaldığı için göç eden topluluklar birbirlerinden bağımsız olarak farklı ifadeler ile farklı telafuzlar ürettiler. Böylece ifadeler, bölgesel olarak lokalize oldu ve birbirlerine çok az benzeyen farklı diller ortaya çıktı. Farklı dillerin gelişimi, haliyle zaman içerisinde farklı dilleri konuşan insan topluluklarının birbirlerine yabancılaşmasına sebep oldu.
Günümüzden 50 Bin yıl kadar öncesinde, yani Asya’ya ayak basıldıktan 20 bin yıl sonra İnsanoğlunun sayısı yüzbinlerle ifade edilebilir hale geldi. Geniş tabi imkanlar ve göçün kolaylaşmasıyla Dünya’ya yayılan insanoğlu lokalleşmeye ve farklı dilleri konuşan farklı topluluklar haline gelmeye başladılar.İşte bu ayrışma ve bölgesel kümeleşme, biyolojik etkenlerin tesir etmesine ve etkileşimlere zemin hazırlayacaktır.
İnsanoğlunun etnik ve genetik olarak ayrışmasının 40 Bin’binli yıllarda başladığı düşünülmektedir. 40 Bin yıl önce başlayan bölgesel kümeleşme ve dil farklılıkları, farklı bölgelerdeki insan sayılarının artmasıyla hız kazanmış ve M.s. 500’lü yıllara kadar devam etmiştir. İşte etnik kökenlerin araştırılmasında üzerinde durulması gereken süreç bu tarih aralıkları olacaktır.
Günümüzde insanoğlu siyan, beyaz, sarışın, kumral, koyu ve renkli gözlü gibi çok çeşitli ve muhtelif genetik nitelikler taşır. Tüm insanların atası kabul edilen Afrika’lı ilk insanların siyahi (Zenci) olduğu ve uzun süre bir arada yaşayan insanların tamamen birbirine benzemiş olması gerektiği düşünülürse bu değişim nasıl mümkün olabilir? Aslında sorunun yanıtı çok kolay. Radyoaktivite.
Biyoloji, tüm canlıların biyolojik yapısının atomlardan ve hücrelerden oluştuğuna işaret eder. Aynı bilim dalı, düşünme yeteneği olmayan hücrenin fiziksel dış etkenleri hafızasında tutamayacağını ve kendini programlayamayacağını ifade eder. Hücrenin ısıya maruz kalması durumunda ısıya alışmadığını, zarar görmesi halinde programlanmış olan yapısının değişmediğini kabul ediyoruz. Yani sürekli soğuğa maruz kalan bir hücre kendisini soğuk havaya göre programlamayacaktır. Süreli güneş ışığına maruz kalan bir tendeki hücreler kendilerini güneş ışınlarından koruyabilecek şekilde programlayamayacaktır. Peki hücre nasıl programlanır? Bu sorunun cevabı da çok kolay. DNA’lar.
DNA’lar hücrenin yapı taşını oluştururlar ve canlının yapısındaki tüm algoritmik yapıyı programlarlar. Hücrelerin tecrübe ettikleri koşullar ve maruz kaldığı etkenler DNA’ların programını etkilemeyecektir ancak DNA yapısını etkileyecek çok daha büyük bir unsur vardır. Radyoaktivite, insanın genetiğini değiştirebilecek tek olgudur. Canlının bünyesine tesir edecek radyo aktif etkenler DNA yapı taşlarının programlanmasına doğrudan etki ederler. Bu gerçekliğe örnek olarak Atom bombalarını ve Nükleer faciaları gösterebiliriz. Yoğun radyoaktif etkiler, insanın DNA haritasındaki programa etki ederek canlıların genetik yapısını bozuyor ve DNA haritasına işlenen bozukluklar sonraki nesillere ulaşıyor. Şüphesiz bu bozulma menfi bir olgudur ancak hem kontrolsüz, hem suni hem de yoğun miktarda gerçekleşen bu radyoaktif tesirin, DNA’nın yapısına kontrollü ve dengeli bir etki göstermesi mümkün olması düşünülemez.
Peki günümüzden 40 Bin yıl önce radyoaktif etkiler nasıl insanın DNA ve gen yapısını değiştirmiş olabilir?
Canlıların genetik yapısını değiştirebilen tek unsurun Radyoaktivite olduğunu düşünürsek İnsanoğlunun genetik yapısının değiştiren unsurun radyoaktivite olduğunu kabul ediyoruz demektir. Bu gerçeğe ulaştıktan sonra günümüzden onbinlerce yıl önce bu etkileşimin nasıl ortaya çıktığını bulabilmemiz için radyoaktivitenin ne olduğunu incelememiz gerekiyor. Radyo aktif maddeler, esas olarak bir maden yada materyal değildirler. Bu madde “Toprak” tan çok kısıtlı miktarlarda elde edilip zenginleştirildiklerinde kullanılabilir hale getirilebilmektedir. Yani canlının genetiğine tesir edebilecek tek unsur, zaten insanın hammaddesi olan topraktır.
Buzul çağının etkisini kaybetmesi ve buzul kütlelerinin yağmurlarla yer yüzüne dağılmasıyla Dünya yoğun bir radyoaktif hareketliliğe sahne oldu. Yağan yoğun yağmurların etkisiyle toprak içerisindeki radyoaktif unsurların canlılığa uzun yıllar boyunca ve istikrarla tesir etmesi ve bu tesirin farklı coğrafyalarda muhtelif şekillerde tezahür etmesiyle, yeryüzüne dağılmış olan ve birbirlerinden farklı dillerle ayrılmış olan insanların gen haritalarını önemli ölçüde etkilemiştir. Ortaya çıkan ve onbinlerce yıl istikrarla devam eden radyoaktif tesir gen haritalarını etkilemiş ve DNA yapısı farklı miktarlarda ve unsurlarda etkilenen nesilleri ortaya çıkartmıştır. Bu etkileşimler coğrafi şartlara, yağmurların şiddetine ve topraktaki radyoaktivite miktarına bağlı olarak farlı etkiler göstererek kafatası ve kemik yapısını, ten renklerini, göz ve saç renklerini hatta karakteristik davranış şekillerini oluşturmuş ve dilleri farklı olan, farklı coğrafyalarda yaşayan toplumları genetik bakımdan da birbirlerinden farklı ve çeşitli hale getirmiştir. Onbinlerce yıl süren bu başkalaşım, Tarihin ilk temel etnik unsurlarını yani ilk ırkları ortaya çıkartmıştır.
İlk Irklar
-70.000’lerde başlayıp -40.000 lere kadar devam eden yarı medeniyet döneminde insanoğlu, ayak bastığı Asya kıtasında çatışmasız, mütevazi bir hayat yaşadı. Irk adı verilen bir kavramın olmadığı, ülke adı verilen politik sınırların bulunmadığı, yeryüzü imkanlarının insanoğlu tarafından makul şekilde paylaşıldığı bu dönem insanoğlunun hem hızla çoğalmasına hem de buzul çağının etkisini yitirdiği tabiatlara ayak basmasına imkan sağladı.
Artık Dünya, yüzbinlerce insanın yaşadığı bir mesken haline geldi. İnsanoğlu, faydalanabileceği tüm tabi kaynaklara göç yollarıyla ulaşıp buraları yurt edindiler. Birbirlerinden ayrı coğrafyada, ayrı diller geliştiren, ayrı yaşayış tarzları edinen insanlar buzul çağının etkisini yitirmesi dolayısıyla yoğun yağmurların topraktaki radyoaktif tesirleri ortaya çıkartmasıyla bu radyoaktif tesirlere maruz kalarak genetik olarak farklılaştılar. Bu başkalaşım, zaten farklı diller geliştirmiş ve anlamları farklı telafuzlarla konuşmaya başlamış olan insanları genetik olarak birbirlerinden ayırmaya başladı. Böylece tarihi ilk temel ırkları ortaya çıktı.
Temelinde siyah tenli ve ince kemik yapılı olan insanlar, Asya’ya ayak bastıktan sonra diğer coğrafyalara göç edip, buranın yerlileri olarak radyoaktif tesirler sonucu bir bölümünün boyu kısalmış ve kemik yapıları kalınlaşmış, bir bölümünün tenleri daha yağlı, vücutları daha tıknaz hale gelmiştir. Bu ilk başkalaşımla genetik olarak ilk farklılaşan unsurlar ortaya çıkmıştır. Beyaz ve Sarı Irk.
Dünya artık genetik olarak üçe bölünmüş oldu. Afrika’dan başlayan göç hareketine katılmayarak genetik olarak en kadim halleriyle varlıklarını sürdüren Siyah ırk, Asya’dan kuzey kutup bölgelerine doğru ilerleyerek soğuk iklimde yaşamayı başarabilen Sarı Irk ve Asya’nın içlerini mesken edinerek buranın yerlisi olarak kalan Beyaz Irk.
Bu üç temel ırk, tahminlere ve göç haritalarındaki etkilere bakıldığı kadarıyla -30.000 li yıllarda net bir farklılık ve ayrışmışlık ortaya çıkmış olmalıdır. Bu unsurların ortaya çıkışı -40.000’den önce, -15.000’den sonra gerçekleşmiş olması mümkün görünmüyor. Zira insanoğlu -30.000’lerde resimler çizmeye başlamış ve çizdiği resimlerde savaşmalarını sembolize etmişlerdir. İlk toplumsal kavgaların ortaya çıkışı, toplumların ayrışmaya ve dil, din, ırk gibi farklılıklar göstermeye başladıklarına işaret eder.
-40.000’li yıllara gelindiğinde artık dünyada 3 büyük ırk teşekkül etmiştir. Güneyde ilk insanlar olan koyu tenli, ince kemikli, uzun kafataslı (Dolikosefal) ve kısıtlı tabiat koşullarıyla yetinen, sayıları çok fazla artış gösteremeyen Siyah Irk, Kuzeyde soğuk iklimlerde yaşayan Kısa-Orta boylu, yarı yuvarlak kafataslı (Mezosefal), kalın kemikli, buğday tenli, ince burunlu ve göz kapakları yatık (Çekik gözlü) Sarı Irk, Beyaz tenli, orta kemikli, yuvarlak kafalı (Brakisefal), muhtelif göz renklerine sahip (Mavi, Yeşil, Kahverengi, Ela, v.b.) Beyaz Irk.
Irkların Oluşum Süreci ve 1. Derece “Esas” Irk’lar (Siyah Irk, Beyaz Irk, Sarı Irk)
Yerkürenin “radyoaktif tesirleri” sonucu mutasyona uğrayan DNA’lar, insanoğlunun genetik yapısını bölgelere göre farklılıklar arz edecek şekilde ayrıştırdı ve farklılaştırdı. Bu farklılaşımın bölgesel ve sosyolojik ayrımlarla etkilenmesi sonucu genetik karmaşanın pastorize hale gelerek belirginleşmesi ile insanoğlu Siyah – Beyaz – Sarı olarak adlandırdığımız farklı genetik niteliklere sahip hale gelmesiyle fiziki ve genetik olarak birbirlerine daha az benzemeye başladılar.
Kadim İnsanlar Siyah Irk
Siyah Irk, insanoğlunun ortaya çıktığı Güney Afrika’da kalan, göç etkinliklerine katılmamış ve buranın yerlisi olarak kalmış insan ırkıdır. Bu toplumun genetik olarak çok fazla değişmediği kabul edilir. Zira 2 Milyon Yıl önce başlayıp 100 bin yıl önce etkisini önemli ölçüde yitiren, 10 Bin yıl önce tamamen sona eren buzul çağından en az etkilenen bölge Afrika kıtasıdır. Bilindiği gibi buzul çağı Kuzey ve Güney kutbunda etkili olmuştur. Afrika ise her iki kutpada en uzak mesafede yani Kutupların arasında en uzak enlemde bulunur. Afrika’nın coğrafi olarak bu bölgelerden uzak mesafelerde olması, bunun yanında toprağındaki Radyum elementinin çok düşük miktarda olması insanoğlunun DNA yapısını doğrudan etkileyen radyoaktif tesirlerin etkisini düşük tutmuştur. Günümüze kadar çok az genetik değişimlere maruz kalan bu topluluk halen Afrika kıtasında varlıklarını devam ettirmektedir.
Kuzey İnsanı Sarı Irk
Sarı Irk günümüzde çekik gözlü olarak tabir edilir. Afrika’dan Güney Arabistan’a başlayan ilk göç hareketine katılarak Asya’ya ulaşıp buradan Kuzey Bölgelerine yerleşmiş ve soğuk iklimde yaşayabilmenin imkanlarını bulmuşlardır. -70.000’lerde Asya’ya ayak basan ilk insan toplulukları, henüz ayak bastıkları yeni tabiata alışmaya başladığında dünyanın dört bir yanına göç hareketi başlatmışlardı. Bu göç hareketiyle kuzey bölgelerine yerleşen unsurlar zaman içerisinde lokalize olarak kendi dillerini ve kültürlerini geliştirdiler. Kuzey bölgelerindeki coğrafi yapı ve güneş ışınlarının açısı, dünyanın diğer bölgelerine nispeten çok daha farklı ve tesirli olmuştur. Bu tesirden önemli oranda etkilenen Kuzey İnsanları, zamanla kısalarak güçlü kemiklere sahip hale geldiler.
Sarı Irk, ortaya çıkmasından onbinlerce yıl sonra ortaya çıkan diğer ırkların kökenini teşkil etmekle birlikte tam anlamıyla saf kalamamışlar ve yoğun insan popülasyonu yaşanan Asya’da genlerini miras bıraksalar da saf haliyle günümüze kadar ulaşamamıştır.
Alp İnsanı Beyaz Irk
İlk insanların Asya’ya ayak basmalarından sonra yayılan göç hareketleriyle birlikte daha çok Asya’nın içlerinde kalan ve bu çok geniş tabiatta hızla çoğalarak yayılan Beyaz Irk, diğer ırkların içerisinde sayıca en kalabalık ve dil bakımından en zengin olanlarıdır. Buzul çağının en yoğun olduğu dönemde Asya’daki yoğun radyoaktif etkilerine maruz kalan Beyaz Irk, makul seviyelerdeki kemik yapısı, yuvarlak kafatası yapısı (Brakisefal), muhtelif göz renkleri (Bavi, Yeşil, Ela, v.b.) ve muhtelif saç renkleriyle diğer ırklardan bariz şekilde ayrılmıştır. Asya’nın zengin ve kolay tabiatında hızla çoğalarak yeryüzünün en kalabalık ırkı haline gelmiş ve günümüzdeki pek çok toplumun temelini teşkil etmiştir.
Muhakkak ki Yeryüzünün en kalabalık ve kozmopolit bölgesi olan Asya’da saf kalmak mümkün olamamıştır. Günümüzdeki pek çok toplumun temelini teşkil etse de, genetik yapısı müstakil kalamamış ve karışımlar sonucunda günümüze orijinal DNA’larıyla ulaşamamıştır.
Irkların Melezleşme Süreci ve 2. Derece “Melez” Irklar
100 Bin yıl önce ilk insanlar ortaya çıktı, 70 Bin yıl önce Asya’ya göç etti ve 40 Bin yıl önce ilk Irklar ortaya çıktı. İnsanoğlunun genetik olarak ayrışması ve çeşitlilik kazanmasından sonra ortaya çıkan “Birinci Derecede Irklar”, bir süre pastorize olarak varlıklarını sürdürmeye devam etseler de Aynı coğrafyayı paylaşan topluluklar zaman içerisinde birbirleriyle irtibat kurarak akrabalık bağları kurmaya başladılar. Bu iletişim ve akrabalık bağları genetik çeşitliliği arttırarak yeni ırkların, yeni toplumların ve yeni dillerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
İlk insanların ortaya çıkması ve Asya’ya göç ederek birinci derecedeki Irkların ortaya çıkması (Siyah – Sarı – Beyaz) onbinlerce yıl sürdü. Tabi imkanların kısıtlı olması ve tekerlek, hayvan evcilleştirme, tarım gibi temel teknolojilerin henüz ortaya çıkmadığı tarih sürecinde toplumların yayılması, çoğalması ve çeşitlilik kazanması onbinlerce yılda ancak gerçekleşebilmişti. En iyimser tahminlere göre ilk ırkların ortaya çıktığı tarihlerde Dünya üzerinde yaşayan insanların sayısı birkaçyüzbindir (-30.000’li yıllar). Bu yıllarda etnik olarak ayrılan insanoğlu, bir süre sonra iklimsel etkiler sebebiyle zorunlu göçler yapmak zorunda kaldılar. Bu zorunlu göç hareketi ikinci derecede ırkları ortaya çıkartmıştır.
Tarihin ilk melez ırkları şu şekildedir ;
- Amerindler (-30.000)
- Mongoloidler (-17.000)
- Semitikler (-15.000)
İlk çağ başladığında (-10.000) Artık dünya 3 saf, 3 melez ırk vardır.
Toplumsal karışımların ilk ortaya çıkarttığı ırklardan biri Amerind’ler olmuştur. -25.000 lerde Yoğun olarak Sarı Irk ve az miktarda Beyaz Irk Siyah Irk’ın karışımı ile Amerind’ler olarak isimlendirdiğimiz melez bir ırk ortaya çıktı. Bu ilk melez Irk’ın yine kuzey bölgelerinde varlıklarını sürdürdüğünü biliyoruz. Bu tarihlerde Kuzey Bölgelerinde buzul etkisi oldukça artmıştı ve Kuzey Amerika ile Kuzey Asya buzullar ile birbirlerine bağlı durumdaydılar. Zira Amerika ve Asya’yı birbirine bağlayan boğaz henüz ayrılmamıştı ve insanların zorlanarak da olsa geçebileceği iklim koşullarına sahipti. Ağırlıklı olarak Sarı Irk’ın genlerini taşıyan ve ilk melez ırk olan Amerind’ler, günümüzden 25.000 yıl önce Sibirya’dan Kuzey Amerika’ya bağlanan Bering Boğazı üzerinden Amerika kıtasına ayak bastılar. Amerikalı yerlilerin ataları olan bu topluluk, bize tarihin derinliklerinden bugüne kadar bozulmadan ulaşan en saf ırk olma özelliğini taşıyor. Günümüzde halen genetik olarak karışmamış az sayıda da olsa Kızıl Derili (Amerind) bulunmaktadır.
İlk melez Irk Amerind’lerin -30.000’lerde ortaya çıkmasından ve Amerika Kıtasına ayak basmasından sonra önemli bir iklimsel değişiklik meydana geldi. Zaman zaman şiddeti artan, zaman zaman azalan buzul iklimi, -20.000 den sonra yoğun şekilde soğumaya ve etkisini arttırmaya başladı. Nihayet -18.000 yılında Zirve noktasına ulaştı ve Yerküre uzun süredir tanık olmadığı bir iklimsel soğumayla karşı karşıya kaldı. Kuzey ve Güney kutbu yoğun buz kütleleriyle kaplandı. Deniz seviyesi yaklaşık 130 Metre aşağı çekildi. Kuzey bölgelerindeki sıcaklık -70 derecelere kadar düştü. Yaşanması imkansız iklim koşullarının etkisiyle Kuzey bölgesindeki insan toplulukları Güney’e, Asya bozkırlarına doğru göç etmek mecburiyetinde kaldılar. Bu zorunlu göç hareketi, Tarihin en yoğun etnik karışımlarını ortaya çıkarttı. -25.000’deki buzul çağından önce Dünyanın farklı coğrafyalarına yerleşerek buralarda oluşan Genetik ve Kültürel farklılıklar -18.000 ‘lerdeki zorunlu göç hareketleriyle bir keşmekeşi ve genetik karışımı ortaya çıkartılar.
70 bin yıl önce Afrika’dan göçen İlk insanlar, ayak bastıkları ve çoğalarak dağıldıkları Asya kıtasında tekrar bir araya geldiler. Kuzey’deki Sarı Irk, Asya içlerindeki Beyaz Irk ve Afrika ile kısmen Arap Yarımadasında varlıklarını sürdüren Siyah Irk, birbirleriyle karşılaşarak yeni akrabalık bağları kurmaya başladılar. Bu akrabalık bağları, kuşkusuz ki düzenli ve planlı olmamıştır. Ortaya çıkan keşmekeş, var olabilme mücadelesi ve iklimsel şartlar, çok sayıda insan topluluklarının bir araya gelmesine ve bir araya getirdikleri genetik, kültürel ve inanç değerlerini de yoğurarak yeni Irkların, yeni kültürlerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
Bu keşmekeşin ilk meyvesi Mongoloidler oldu. Kuzeyden inen Sarı Irk, daha önce bir bölümü Kuzey’den, Bering boğazından Amerika’ya geçen, bir bölümü Asya’da kalan Amerindler ve az miktarda da olsa İç Asya’da yerleşik olarak yaşayan Beyaz Irk’ın oluşturduğu ilk ve yoğun akrabalık ilişkisi neticesinde Mongol Irkı ortaya çıktı (-17.000). Kuzeyden ilk inen Amerind’ler’in bir bölümü Karışmadan varlıklarını sürdürdülersede diğer bir bölümü Asya’nın doğusuna doğru göç hareketi başlatıp önce Beyaz Irk’la az miktarda karışarak, sonrasında yine Kuzey bölgesinden aşağı göç hareketi başlatan Sarı Irk ile yoğun karışım içine girdiler. -18.000’de başlayan bu karışım, yaklaşık Bin yıl içerisinde lokalize olarak yeni bir Melez Irk’ın ortaya çıkmasıyla sonuçlandı. Bugün Asya’nın kadim sahiplerinden biri olan Mongol Irkı, zaman içerisinde kendi dillerini geliştirmiş ve müstakil bir Melez Irk haline gelmiş oldular.
Amerindler ve Mongoloidlerden sonra yeni bir Irk daha ortaya çıktı. “Semitikler”. Kuzeydeki toplumsal karışım ve birbirlerinden genetik olarak ayrılan İnsan topluluklarının bir araya gelmesi ile yeni Akrabalık bağlarının oluşması, Kuzey’de olduğu gibi Güney’de de benzer şekilde tezahür etti. Buzul çağından etkilenen Kuzey Kutbu, İç Asya’nın kuzey bölgelerinde iklimsel soğumaya yol açmıştı. -18.000 lere kadar sıcak bir iklime sahip olan Kuzey İç Asya, iklimlerin soğumasıyla bu bölgede yaşayan toplumların daha sıcak olan Güney bölgelerine göç etme ihtiyacını ortaya çıkarttı. Kutup bölgelerine yakın yaşayan Amerinler ve Sarı Irk İç Asya’nın Kuzey bölgelerine doğru, İç Asya’nın Kuzey Bölgelerinde yaşayan Beyaz Irk ise daha sıcak olan Güney bölgelerine doğru göç hareketi başlattılar. Güney bölgelerinde ağırlıklı olarak -70.000’lerde Afrika Kıtasından Arabistan yarımadasına göç eden, ilk göç hareketinden beri bu bölgede yaşayan Siyah Irk mensubu bir topluluk bulunuyordu. Arap Yarımadasının güneyinde, Aden körfezi civarında bulunan bu topluluk, -70.000 den bu yana bu bölgede yerleşik bulunuyorlardı. -18.000’lerdeki sert iklim değişikliği, başlayan göç hareketi neticesinde güney bölgelerine göç eden Beyaz Irk’tan Arap Yarımadasına kadar ulaşanlar burada Siyah Irk ile akrabalık bağı oluşturdular. -18.000’lerde başlayan göç hareketlerinin Arap yarımadasına ulaşması ve bu bölgedeki toplumlarla karışması süreci takriben -15.000’lerde tamamlandı. Bu akrabalık bağı, tarihin sonraki etaplarında “Semitik kavimler” olarak adlandırılan toplulukların ataları olmuşlardır.
İlk insanların 100 Bin yıl önce Güney Afrika’da başlayan serüveni Buzul Çağlarının yoğun tesiri ve tabi imkanların yetersizliğine rağmen onbinlerce yıl devam etti. -10.000’li yıllara gelindiğinde artık çok şey değişmiştir. Asya’ya yayılan İnsan toplulukları genetik olarak birbirinden farklı özelliklere sahip Irk’lar haline gelmişler, ayrı dilleri konuşan ayrı toplumlar oluşturmuşlardı. Üstelik İnsanoğlunun çoğalmasını ve teknik kabiliyetler kazanabilecek seviyeye ulaşmasını engelleyen en önemli unsur olan Buzul Çağı -10.000’lerde tamamen sona ermişti. Artık yeryüzü İnsanoğlu için daha yaşanabilir bir tabiata sahiptir. Bu tarihten sonra İnsanoğlu hızla çoğalarak araç gereçler üretmeye, resim çizmeye, düşündüklerini ifade etmeye ve medeniyetler kurmaya başladılar. Önce Siyah, Sarı ve Beyaz olarak 1. Derecede 3 farklı Irk ortaya çıkmış, bu Irkların karışımıyla 2. Derecede Melez Irklar olan Amerindler, Mongoloidler ve Semitikler oluşmuştu. Şimdi toplumların medenileşmesiyle 3. Derecede Türemiş Irklar ortaya çıkmaya başlayacaktır.
Tarih -10.000 ile -5.000 yılları arasındaki döneme Taş Çağı adını verir. Bu çağda İnsanlar Taş ve Toprağı daha iyi kullanarak avlanma aletlerini üretmiş, Ateşi daha iyi kullanarak toprak kap ve çanaklarda yiyeceklerini pişirmeye başlamış, toplumsal değerler ve töreler edinmiştir. Yaşamın Paleotik çağa göre (-100.000 ile -10.000 arası) daha kolay idame edilebilir olması, araç ve gereçlerin kullanılarak temel ihtiyaçların daha hızlı edinilebilmesiyle insanoğlu hızla çoğalmıştır. Öyle ki -10.000’den önce 1 Milyon civarında olduğu düşünülen İnsan nüfusu, --8.000 li yıllarda 5 Milyona ulaşmıştır. Bu yoğun nüfus artışı ile yeni türeyen nesiller birbirlerine daha hızlı karışmaya, bulundukları coğrafyalarda sıkışmalarına, göç hareketleriyle yoğun akrabalık bağlarının kurulmalarına başlamıştır. Bu akrabalık bağları neticesinde ortaya çıkan 3. Derecede “Türemiş” Irklar ortaya çıkmış oldular.
10.000 den sonra Irkların ortaya çıkışları, türlerine göre şöyle kategorize edilebilir ;
- 3. Derecede Türemiş Irklar (Taş ve Maden Çağı “10.000 ile -4.000 arası”)
- 4. Derecede Türemiş Irklar (İlk Çağın Başları “4.000 ile -1.000 arası”)
- 5. Derecede Türemiş Irklar (İlk Çağın Sonları “1.000 ile M.s. 400 arası”)
- Suni Irklar (Orta Çağ Başları “m.s. 400’den sonra”)
Artık yerküre, Buzul Çağının etkisini yitirmesi ve Yağmur miktarlarının dengeye kavuşmasıyla birlikte Paleotik dönemdeki kadar yoğun Radyoaktivitelere sahne olmayacak, Taş Çağından itibaren tesiri önemli ölçüde düşen Radyoaktivite, artık genetik ayrışımlarda baş rolü oynamayacaktır. 3. Derece’den sonra daha çok 2. Derecede Melez Irklardan oluşan toplulukların hızla çoğalması ve çoğalan toplumların birbirleri ile kurdukları akrabalık bağları neticesinde Türeyerek ortaya çıkacaklardır. 3. Derecede Türemiş Irklar, medeniyetin ilk oluşmaya başladığı dönemlerde 2. Derecede “Melez” Irklardan türeyen, sayılarının onlarca olduğu kabul edilen ve birçoğu 4. Derecede ki Türemiş ırkların arasında karışarak tarihten silinen toplum ve medeniyetler olarak karşımıza çıkar. Bu Irklardan bazıları ; Laponlar, Mısırlılar, Turanlılar, Moğollar, Aborjinler dir.
4. Derecede Türemiş Irklar, yazının bulunması, medeniyetler ve krallıkların ortaya çıkması, toplumların bölgesel güçler haline gelerek sınırlarını çizmesi ve ilk politik dengelerin oluşmasıyla kimi zaman medeniyetlerin bölünmesi, kimi zaman bölgesel akrabalık bağlarıyla ortaya çıkmış ve sayılarının onlarca olduğu kabul edilen “Türemiş” ırklar olarak karşımıza çıkar. Genetik karışımlar ve toplumsal akrabalık bağlarıyla ortaya çıkan bu Irklar, zamanla kendi kültürel değerlerini oluşturarak ayrı birer millet haline gelerek Irk niteliği taşımaya başlamışlardır. 4. Derecedeki Türemiş Irklar, 3. Derecedeki Türemiş Irklardan sayıca çok daha fazla ve çeşitlidir. Günümüzdeki pek çok halkın ataları olan bu Irklar, sonraki dönemlerde yoğunlukla 5. Derecede Türemiş Irk’larla karışmış ve kaybolmuş olsalar da Kültür, Dil, Dini inanış ve Töreleri ile anılmaya ve itibar edilmeye devam edilmektedir. Dördüncü Tür Irklardan başlıcaları Araplar, Museviler, Hintler, Sasaniler (İran), Türkler, Cermenler, Çinliler, Angluslar (İngilizler), Grekler (Romalılar).
5. Derecede Türemiş Irklar, etnik ve genetik kökenlerinin sadeleştiği, bölgesel unsurlar olarak kabul edilen ve keşmekeş olmaktan çıkarak kendisini koruyan, bunun yanında milliyet hissi ile hareket eden toplumların ortaya çıkmasıyla oluşmuştur. Bu toplumlar, tarihin sonraki dönemlerinde de kimliklerini muhafaza etmiş ve çoğu günümüze kadar etnik, kültürel ve genetik yapılarını muhafaza etmişlerdir. Günümüzde varlıklarını sürdüren devletlerin yaklaşık üçte biri bu dönemde varolmuştur.
Suni Irklar, tarihin genetik ve etnik çalkantılarının içerisinde ortaya çıkmış ırklardan ayrı olarak, bölgesel otoriteler ve yönetimlere bölünerek daha çok sosyopolitik etkilerle ortaya çıkmış, kültürel birliktelik etrafında kimliklerini kazanmış toplumlardır. Bu toplumlara örnek olarak A.B.D., Fransa, Arnavutluk, Güney Amerika Ülkeleri, Doğu Avrupa Ülkeleri, İtalyanlar, v.b. 4. Y.Y.’dan sonra ortaya çıkan toplumlar düşünülebilir.